Olaylar Ve Görüşler

Aydın nefreti - Prof. Dr. Can CEYLAN

03 Ağustos 2023 Perşembe

“Bir memleketteki azınlık eğer menfaatini çoğunluğun cehaletinde ararsa umumi felaket muhakkaktır.” (Atatürk, 1923)

Kurtuluş ve kuruluş yıllarında, okulu olan köylerin parmakla gösterildiği, nüfusun yüzde 90’dan fazlasının okuma yazma bilmediği bir coğrafyadan bugünlere geldik. Gönül, okul sayısının artması, eğitimin yaygınlaşması ve aydınlarımızın çoğalması ile hedeflenen noktaların daha da ötesinde olduğumuzu söyleyebilmeyi çok isterdi. Ancak, nicelik nitelikle birleşmediğinde, kötücül odakların sinsi planları devrede olduğunda; bunun olası olmadığını deneyimlemek suretiyle bugünleri görme gerçeğiyle karşı karşıyayız. Başa dönecek olursak, söz konusu yıllarda ülkenin kalkınabilmesi için öncelikle, cehalet ve eğitimsizliğe karşı savaşım verilmesi; yadsınamaz bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştı. 

CEHALETLE SAVAŞ

Mustafa Kemal’in, cumhuriyet henüz ilan edilmemişken 1921’de Ankara’da “Maarif Kongresi” düzenlemesi de bu eksikliğin bir an önce giderilmesi kaygısından kaynaklanıyordu. Osmanlı döneminde yüz yıllarca, padişaha kulluk ederek yaşamaya alışan ya da alıştırılan bir neslin, eğitimli bireyler haline getirilmesi, günümüz koşullarına göre kuşkusuz çok daha zordu. Kaldı ki kısıtlı eğitimin; toplumun dinsel öğelere dayalı, evrensel değerlerden uzak medrese eğitimi ile veriliyor olması, halkın prangalarından kurtulması için gerekli çağdaş eğitim atılımını daha da çetrefilli bir çembere sokuyordu. 

Koşullar ne kadar zor olursa olsun, bu açmaz; en yakın silah arkadaşlarının bile, kurtuluş için manda altına girmekten başka seçenek olmadığını düşündüğü zor yıllarda, bunu Sivas Kongresi’nde kesin bir dille reddeden Mustafa Kemal gibi bir deha için olanaksız değildi. Bu çerçevede; “Tevhidi Tedrisat Kanunu”, dil devrimi, medreselerin, tekke ve zaviyelerin kapatılması; Mustafa Necati, Dr. Reşit Galip, İsmail Hakkı Tonguç, Hasan Âli Yücel gibi eğitim neferleri; yurtdışından getirilen Prof. Kühne, Prof. Malche gibi eğitim danışmanları, millet mektepleri, halk odaları, Halkevleri ve sonrasında açılan Köy Enstitüleri; hep halkı, kitlendiği çağdışı çıkmazlardan kurtararak çağdaş düzeylere getirme çabalarının sonucu olarak hayata geçirilmişti. 

Öyleyse, bu denli önemli eğitim devrimleri ile üst düzeylere getirilen ülke ve toplum, nasıl oldu da günümüzde, en az baştaki karanlık yıllar kadar olumsuz noktalara sürüklendi. Aslında geçmişte de çağdaş eğitim modelleri; “fuhuş yuvası olma”, “kökü dışarıda olma” gibi akıldışı suçlamalarla, dinsel öğelere dayalı, evrensel ilkelerden uzak medrese modellerine geri dönülmesi, kız çocuklarının eğitim kulvarında yer almaması şeklinde gerici yaklaşımlarla sekteye uğratılmaya çalışılmış ve bunda da büyük ölçüde başarılı olunmuştu. 

Aydınlarımız, gazetecilerimiz, akademisyenlerimiz, öğretmenlerimiz bu süreçte; kimi zaman sürgün yiyerek, meslekten çıkarılarak, darbeci-terörist yaftası yiyerek, mahkeme kapılarında aklanmaya çalışarak, cezaevlerinde gün sayarak ve kimi zaman da yurtsever duruşlarının bedelini canları ile ödeyerek bu suçlama ve saldırılardan paylarını almışlardır. Geldiğimiz son noktada, siyasal parti liderlerinin antidemokratik yaklaşımları, kuruluş ilkelerinden uzaklaşılması, siyasal kadrolara gerçek yurtsever aydınlar yerine, önemli ölçüde aydın kisvesine bürünmüş, koltuk ve çıkar peşinde koşan parti yöneticileri ve milletvekillerinin dadanması; toplumsal yozlaşmanın doğruya evrilmesinin ve düze çıkılmasının önünde, örseleyici engeller olarak tüm çıplaklığıyla durmaktadır.

PROF. DR. CAN CEYLAN



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları