Gül’ün dış politika telkinleri

14 Temmuz 2015 Salı

11’inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da hazır bulunduğu İstanbul Dostluk Derneği iftarında, Türkiye’nin açmazda olan dış politikasının değişmesi gerektiğini vurgulamış. Ortadoğu’da tekrar “ilham kaynağı” olmamız için Mısır’dan Libya’ya ilişkilerimizi geliştirmemiz gerektiğini söyleyerek şunları belirtmiş:
Libya’dan Mısır’a, Yemen’den bütün Körfez ülkelerine kadar, nasıl bir zamanlar Türkiye hepsine ilham olduysa, tekrar Türkiye’nin onlara ilham olacağı, önderlik yapabileceği, yol göstereceği bir duruma gelmek gerekir. Bu anlamda açıkçası, Ortadoğu ve Arap politikalarımızı daha gerçekçi bir şekilde gözden geçirmenin de faydalı olacağı kanaatindeyim.
Erdoğan’ın bu sözler karşısında ne düşündüğünü bilemeyiz. Fakat o bile bu aşamada, kişisel temennileriyle bölgesel gerçekler arasındaki uçurumu görüyordur. Örneğin, sanatçılara ve sporculara verdiği iftarda “Yemen’deki olayların çözümü siyasi çözümle mümkündür” diye konuşmuş.
Buradaki ayrıntıyı kaçırmamak gerekiyor. Suudi Arabistan Yemen’deki Hutileri bombalamaya başladığında, İran’ı Şii yayılmacılığı ile suçlayan Erdoğan, Türkiye’nin bu operasyonun arkasında durduğunu, gerekirse lojistik destek verebileceğini söylemişti. Demek ki, bu gibi krizlerin askeri yöntemlerle çözülemeyeceğini, en azından Yemen bağlamında, o da anladı.
Herkesin bugün gördüğü tek gerçek, Türkiye’nin bölgesinde “değersiz bir yalnızlığa” itildiği gerçeğidir. O kadar ki ABD ile İran bölgesel dengeleri değiştirecek bir anlaşmanın arifesinde olmalarına rağmen, Ankara bu müzakerelerin, bırakın yakınında olmayı, hiçbir yerinde yok.
Diyelim ki Washington, “İslamcı eğilimleri” nedeniyle AKP hükümetinin “tarafsız olamayacağını” düşünerek Ankara’nın İran ile müzakerelerde yer almasını istemedi. Gelinen noktada sorun sadece Washington değil. Sünni eksenli ve Müslüman Kardeşler yanlısı politikaları nedeniyle Tahran da artık Ankara’yı ne ABD ile müzakerelerde, ne Suriye’de, ne de Yemen’de görmek istiyor.
Özetle Ankara’nın, Brezilya ile birlikte, İran ve Batı arasındaki ihtilafa aktif çözümler üretmeye çalıştığı günler çok geride kaldı. Bırakın İran müzakerelerini, Türkiye, Suriye ve Yemen krizlerine çözüm arayışlarının da hiçbir yerinde yok. Üstelik bunu biz değil, 11’inci Cumhurbaşkanı söylüyor ve bu durumdan çıkmanın önemine işaret ediyor.
Hal böyleyken Gül’ün sözlerini dış politikamızda bir revizyonun habercisi olarak kabul edebilir miyiz? Kişisel kanaatimce kabul edebiliriz. Gerçi Gül bu konulardaki ağırlığını geçmişte kritik anlarda ortaya koyabilmeliydi. Bunu yapmadığı için eleştirilmeli. Fakat bugün bunları söylüyor olması AKP içinde, muhtemelen Başbakan Davutoğlu da dahil olmak üzere, bazılarını rahatlatmıştır.
Gerçekçi bir açıdan bakıldığında dış politikamızda bir revizyonun zorunlu hale geldiği aşikâr. Söz konusu revizyonun hızını saptayacak olan şey kurulacak koalisyonun şekli olacaktır. AKP-MHP koalisyonu olursa, değişim - MHP’nin “Suriye’yi derhal işgal edelim Kürtlerin önünü keselim” gibi hayalperest ısrarları karşısında - daha yavaş olacaktır. Olduğunda da bölgesel gerçeklerin dayatmasıyla “reaktif” bir şekilde gerçekleşecektir.
AKP- CHP koalisyonu olursa, revizyon daha hızlı, daha rahat ve daha “proaktif” bir şekilde olacaktır. Çatısı altında emekli diplomatları da barındıran CHP’nin duyarlı dış politika konularındaki görüşleri ortadadır. CHP’nin tutumu, değişimin gerekliliğini herhalde artık anlamış olan Davutoğlu için de “kolaylaştırıcı” olacaktır. “Tek başına iktidardayken politikalarımız belliydi, fakat artık hükumet ortağımız var ve ona göre davranmamız gerekiyor” diyebilecektir.
Sonuçta koalisyon müzakereleri nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, şirazeden çıkmış olan mevcut dış politikamızın sürdürülebilirliği kalmamıştır. Gül’ün, nazik ifadelerle de olsa, söylemeye çalıştığı budur.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları