Dış politikada tarihimizin en başarısız dönemini yaşıyoruz. Hükümet ise bu aleni başarısızlığını demagoji ile örtbas etme çabalarını sürdürüyor.
Bunu son olarak ABD Başkanı Barack Obama ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Türk sınırının terörist ve silah sızmalarına karşı kapatılmasını konuştuklarına dair haberler üzerine gördük.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, bu konudaki soruyu yanıtlarken, Obama ile Putin’in Türkiye’nin gıyabında yaptıkları görüşmelerin bir anlamı olmadığını söyleyerek, “Türkiye’nin sınırları sadece Türkiye’yi ilgilendirir” demiş.
Ardından, bildiğimiz “parmak sallar” edasıyla, “Hiçbir başka ülkenin bu konuda, hele hele kapalı kapılar arkasında görüşme yapmasının bir anlamı da, kıymeti de yoktur” diye eklemiş.
Davutoğlu’nun bu türden beylik sözleri bir kesimin kulağına hoş gelebilir. Fakat özellikle Suriye bağlamında, “Türkiye’nin gıyabına” bugüne kadar neler konuşulmadı ki... Ankara’nın bu konularda yaptığı “sert açıklamaların” ne kadar işe yaradığı da ortada.
Özetle, Suriye’de ve önemli ölçüde Irak’ta yaşananlar neredeyse tümüyle “Türkiye’nin gıyabında” gelişti ve gelişmeye devam ediyor.
Bu arada Davutoğlu, bir sınırın iki tarafı olduğunu unutmuş görünüyor. Türkiye’nin Suriye sınırının diğer tarafında ne kadar etkili olduğu ortadadır.
Rus uçağını düşürdükten sonra oralara, bırakın askerini, tankını, topunu, kendi uçaklarını bile sokamıyor. Sınır ötesi obüs atışlarıyla görmek istemediği gelişmeleri ne kadar durdurabildiği de açıkça görülüyor.
Peki, farz edelim ki Rusya ve ABD bölgede destekledikleri grupları kullanarak Suriye’nin kuzeyini kendi etki alanlarını kurmak üzere paylaştılar. Türkiye’nin Kürtlerin eline geçmesini istemediği bölgeleri de PYD’nin kontrolüne teslim ederek Suriye sınırını bu yoldan kapatma konusunda anlaştılar.
Bu gerçekdışı bir senaryo mu acaba?
İki süper gücün Suriye konusunda görüş ayrılıkları olabilir. Ancak görüş birliği sağladıkları ve Suriye’deki gelişmelerin seyrini etkileyecek olan önemli konular da var. Örneğin Washington ve Moskova IŞİD’in yok edilmesi konusunda hemfikirler.
Bunu yaparken Suriyeli Kürtlerden yararlanma ve bu çerçevede PYD ve YPG ile işbirliği yapma konusunda da hemfikirler. ABD ve Rusya, Esad’ın geleceği konusunda da sanıldığı kadar derin görüş ayrılığı içinde değiller.
Washington, “Esad gitmeli” türünden açıklamalar yapıyor olabilir. Fakat Esad’ın ani bir şekilde devrilmesinin Suriye’de yaratacağı otorite boşluğundan ve bunun neden olacağı karmaşadan endişe duymaya da devam ediyor.
Bu sıraladıklarımızın ışığında bakıldığında yukarıda belirttiğimiz ve Türkiye’nin sınırının Suriye tarafından kapatılmasını öngören “senaryo” pek de gerçekdışı olmayabilir. Gerçekdışı olmadığı gibi ABD ile Rusya’nın bunu görüşüyor olmaları da olasıdır.
Peki, bunun gerçek olması durumunda, Suriye konusunda Körfez şeyhlikleri dışında çok az ülkeyle anlamlı ve sonuç getirecek diyalog kurabilmiş olan Türkiye ne yapar, daha doğrusu ne yapabilir?
Rusya ile ilişkileri zaten dibe vurmuş halde. ABD ile ilişkileri de, en hafif tabiriyle, limoni. Ankara “PYD’yi bırak” diye bastırdıkça, Washington ısrarla “bırakmam” diyor. Hal böyle olunca Ankara, Kürtler konusunda Avrupa’nın desteğini de alacakları kesin olan iki süper güce karşı cephe mi açacak?
İşin bir de Musul ayağı var. ABD Irak ordusu ve Peşmergeler ile eşgüdümlü olarak Musul’a karşı taarruza hazırlanıyor. Bağdat’ın ısrarlarına rağmen askerlerini Başika kampından çekmeyen Türkiye’ye bu operasyonda nasıl bir rol düşecek.
Daha doğrusu hem Washington, hem de Bağdat’ta asıl amaçları konusunda kuşku duyulan Türkiye’ye bu operasyonda herhangi bir rol verilecek mi, göreceğiz...
AKP iktidarı tabanı uğruna kendisini dev aynasında gösterebilir. Ancak diplomasi konusundaki “başarısızlıkları” gözle görülür biçimde ortada. Buna rağmen söz konusu başarısızlıkların nedenlerini iyi analiz edip gerekli ayarları yapacağına, demagoji yolunu tercih etmeye devam ediyor.
Türkiye de bu sayede kaybetmeye devam ediyor.
Dış politikada demagojiye devam...
Yazarın Son Yazıları
Kahraman’ın sözleri yararlı oldu
Gül’ün adı niçin yok?
Dış politikada demagojiye devam...
Çağdaşlık treni kaçıyor
Erdoğan’ın istediği sonucu alması zor görünüyor
Batı'nın tonu giderek sertleşiyor
Türkler Preet Bharara’yı niçin bu kadar çok seviyor?
Akılcı perspektiflerin kaçınılmaz zorunluluğu
Erdoğan’ın ABD ziyareti
Erdoğan’a diplomatik ‘mukabele-i bilmisil’
Erdoğan sevmese de diplomasi kuralları değişmez
Belçika’yı topa tutarken kendi zafiyetlerimizi unutmayalım
Ülkenin gidişatı hiç de parlak değil
Anlaşmayı ciddi zorluklar bekliyor
Liderler ‘yıkım senaryolarından’ medet ummamalı
Gün elbirliği ile çözüm arama günüdür
Mülteci anlaşmasının ‘getirisi’ ve ‘götürüsü’
Davutoğlu’nun İran ziyareti...
PYD’nin durumu sanıldığı kadar sağlam görünmüyor
Gerçek gazetecilere karşı yürütülen algı operasyonu
Yoksa AKP Sünni Araplara güvenmiyor mu?
Etrafımızdaki çember daralıyor
Ortadoğu bataklığına sürüklenmemeliyiz
Umarız ‘büyüklerimiz’ ne yaptıklarını biliyorlar
AKP’nin Türkiye için yarattığı Suriye hezimeti
Suriye gerçeğini ‘Eyli meyli’ çıkışlarla anlamak mümkün değil
Erdoğan'a sitemden başka seçenek kalmadı
Rusya ile çatışma olasılığı yabana atılamaz
Türkiye’nin PYD baş ağrısı bitmiş değil
Türkiye’nin PYD sınavı
Biden ziyareti anlaşmazlıkların altını çizdi
Davutoğlu’nu dinleyen var mı?
Davutoğlu’nun çıktığı Avrupa turunun arka planı
‘Akıllı dış politikanın’ kaçınılmaz önemi
AKP ‘coğrafyanın intikamı’ ile tanışıyor
Türkiye adına kim konuşuyor?
Türkiye Cumhuriyeti’nin içine düşürüldüğü vahim durum
Dış politikada zor bir yıl bekliyor bizi
Bölge yeniden şekillenirken Türkiye’nin rolü ne olacak?
Amerika’daki Donald Trump vakıası