İran’dan sonra sıra Türkiye’de

21 Temmuz 2015 Salı

Uluslararası ilişkilerde arzularla gerçeklerin çoğu kez örtüşmediğini canlı örnekleriyle görüyoruz. Bunlardan biri Yunanistan’dır. Borçlu olduğu egemen güçlere boyun eğmeyeceğini referandum yoluyla gösterdiği için bu ülkeyi kutladık. Ancak aynı Yunanistan daha sonra gidip oylama öncesinde sunulan ekonomik paketin beterini kabul etti. “Referandumda hayır oyu kullanın” çağrısında bulunan Başbakan Aleksis Çipras da, ağır koşullar içeren yeni paketin meclisten geçmesi için, “Başka çaremiz yok” diyerek, çalıştı.
Fakat konumuz Yunanistan değil. Bunu sadece uluslararası ilişkilerde evdeki hesabın çarşıya nadiren uyduğunu, bu nedenle tüm seçenekleri aktif tutmanın önemini gösteren bir örnek olarak verdik. Bir diğer çarpıcı örnek elbetteki AKP iktidarının iddialı ve olmayacak hayallerle bezenmiş olan dış politikasıdır.
Haluk Gerger Hocamızın deyişiyle AKP, Türkiye’nin mayınlı tarlada dış politika yürüten bir ülke olduğunu unuttu. Dünyayı en çok ilgilendiren ve krizlerin eksik olmadığı bir coğrafyada yaşadığımızı göz ardı ederek, bölgenin liderliğine soyunmasının bizi getirdiği nokta ortada.
Oysa geçmiş iktidarlar gerçek anlamda “komşularla sıfır sorun” politikasına ağırlık verip ister Rusya, ister İran, ister İsrail, isterse Mısır olsun, bölgesindeki herkesle iyi geçinmeye çalışmışlardı. Dış politikamızın özünde bu yatıyordu. Fakat işin içine “megalomani” girince, bazı gerçekler görülmez oldu ve sonunda ne dost, ne de komşu kaldı. Bu arada İslamcı cephenin tutarsızlıkları da iyice su yüzüne çıktı.
Bundan beş yıl önce İran ile ilişkilerimizi geliştirmenin iyi olacağını savunsaydık bu cepheden övgü alırdık. Ülkesine fazla hayır sağlamamış olan Mahmut Ahmedinejad o sırada işbaşındaydı ve ABD’ye kafa tutması, henüz mezhepçilik gözlüklerini takmamış olan İslamcılarımızca alkışlanıyordu. Ancak bugün durum çok değişti. Ahmedinejad ve kendisi gibi radikal olan dışişleri bakanı Manuçer Muttaki artık ortada yok. Onların yerine dünya ile çatışmayı değil, uzlaşmayı ve birlikte çalışmayı yeğleyen Hasan Ruhani ve Cevat Zarif var.
Bugünkü İran ile siyasi ilişkilerimizi geliştirmenin hem Türkiye’nin hem bölgenin yararına olacağını savunmamızın, kendilerini Sünni dünya görüşüne teslim etmiş olan İslamcılarımızı memnun etmesi mümkün değil tabii. Nedeni ise AKP iktidarının Türkiye’yi bölgedeki mezhep çekişmelerinin içine sürüklemiş olmasıdır. Bu kesime göre İran bugün düşman bir ülkedir.
Fakat işin mezhep boyutu olmasaydı, Tahran’da bugün işbaşında olan seçilmiş yönetim İslamcılarımızca yine reddedilirdi, zira onların bakış açısına göre İran son anlaşmayla ABD’ye teslim oldu. Fakat durum gerçekten öyle ise AKP’nin de dahil olmak istediği ve başını Suudi Arabistan’ın çektiği “Sünni cephe” o zaman niçin üstelik İsrail ile aynı telden “ABD İran’a teslim” oldu diye tepkili?
Kim ne derse desin, İran bugün “oyuna döndü” ve kendisini, olumlu anlamda, bölgenin en aktif oyuncularından biri haline getirdi. ABD Başkanı Obama da bunu gözeterek, bir yandan repliklerini adeta İsrail’den alan kendi Kongresini ikna etmeye çalışıyor, diğer yandan ise bölgedeki Sünni Arap rejimlerinin İran ile ilişkilerini düzeltmelerini telkin ediyor.
New York Times gazetesinden Thomas Friedman’a 15 Temmuz’da verdiği mülakatta Obama şunu söyledi: “ABD Sünni müttefiklerini dinlemeli. Ancak her sorunun altında İran’ı görmelerine izin verme tuzağına düşmemeli. Birden fazla Körfez ülkesinin vatandaşları, cihatçı Sünni hareketlere büyük yardımlarda bulunarak bölgesel istikrasızlığa eşit ölçüde katkı yapmışlardır.
Sadece altı ay önce bir ABD başkanının İran’ı böyle savunacağını kimse düşünemezdi. Dış politika işte böyle bir şey ve hiçbir zaman tüm köprülerin yakılmasına el vermez. Onun için, potansiyel olarak bölgenin en önemli iki oyuncusu olan Türkiye ile İran’ın ilişkilerini düzeltip geliştirmelerinin bölgenin yararına olacağını görmek gerekiyor.
İran dünya ile barışma yolunu seçti. Sıra Türkiye’de…
 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları