Bir Heidegger Aranıyor

22 Ocak 2016 Cuma

1914 yılı Viyana’da yaşayan aydınlar için zor bir yıl oldu. Savaş kapıdaydı. Einstein’ın yakın arkadaşı ünlü fizikçi ve politikacı Friedrich Adler o sırada Viyana’da sürgünde bulunan Troçki’ye işbaşındaki hükümetin son bildirgesini gösterir. Halka yapılan çağrı açıkça kışkırtıcıdır: “Şüpheli yabancıları takip edin.” Troçki ile Friedrich Adler’in babası Avusturya İşçi Partisi lideri Victor Adler, hükümetin Rus sürgünlerle ilgili tutumunu öğrenmek üzere siyasi polis şefine giderler. Yol boyunca yaklaşan şavaşı şenliklerle karşılayan kalabalıkları izlerler. Victor Adler, “tüm dengesizler, tüm deliler sokaklara çıkıyor, gün onların günü... Savaş her türlü içgüdüye, her tür cinnete ardına kadar yer açıyor” der tiksintiyle.

*** 

Troçki’nin deli doktoru; “irrenarzt” dediği sosyalist politikacı, aynı zamanda psikiyatr Victor Adler’le polis şefini ziyaretleri kısa sürer. Şef Heyer, kenti kısa süre içinde terk etmelerini ister onlardan. “Ne zaman, yarın mı” sorusuna yanıtı da kısadır: “Hayır, hemen bugün.” Üç saat 10 dakika sonra Adler ailesi ve Troçki İsviçre’ye giden bir trene binerler. Hikâye uzun; ama savaş da uzun bir deliliktir zaten. Şimdi de bomba seslerini duyuyoruz. Çok alametler belirdi; en çarpıcı olanlardan birisi aydınların, kitapların, düşüncenin karalanmasına hız verilmesidir. Kuşkusuz bu karalama sözde kalmıyor, saldırılara dönüşme eğilimindedir

*** 

Bu ibretlik hikâyeyi Alfa Yayınları arasında çıkan 21. Yüzyıl İçin Einstein adlı derlemeden Peter L. Galison’un makalesinden aktarıyorum. Savaş karşısındaki tutum farklılıkları aydınlarıda sık sık bölüyor o yıllarda. Örneğin, 1. Dünya Savaşı’nın olanca hızıyla sürdüğü günlerde röntgen ışınlarını bulan Wilhelm Röntgen’in de aralarında bulunduğu bilim adamları, Einstein ve arkadaşlarına karşı savaşı savunan ünlü bildirilerini yayımlarlar. Bilimciler, filozoflar arasında da “zamanın ruhu”nun önünde eğilenler hep olur. Hitler’e katkı sunan varoluşçu filozof Heidegger’i nasıl unutalım ki.

*** 

Bizim üzerinde duracağımız şey yalnızca kalite sorunu olabilir. Aydın olmanın koşullarını hiç ama hiç yerine getirmeyenlerin zamanın ruhuna “tamamen duygusal nedenlerle” katılı vermeleri kendimizi teselli edecek nedenler bulsak da insanı üzer. Bu savruk yazının kısaca söylemek istediği de izninizle işte bu kadardır. Yüzlerce, binlerce imzayla kaygılarını ileten, söz söyleme haklarını savunanların, ayak seslerini duyduğumuz savaşa, gözlerimizi kapatamayacağımız ölümlere karşı çıkışına itirazların kalitesi düşükse buna üzülmek gerekmez mi?

*** 

Evet, bir kalite sorunu var. Binlerce aydının, ki sayı sürekli artıyor, pek çok ülkeden aydın desteği çığ gibi büyüyor, ölümlere karşı çıkan bildirisine karşı yükselen sesler ne yazık ki verimli bir tartışmayı, üzerinde durulabilir itirazları içermiyor. Günümüzün önde gelen dilbilimcilerinden, insan hakları savunucusu Chomsky için bir “romancı”nın söyleyebildiği, “o zaten Yahudi” türünden bir “laf”sa biz üzülmeyelim mi? Tüm bu eşitsiz tartışma kaliteyi aşağılara çekiyorsa ne yapalım; kendi içimizden kaliteli yandaşlar mı uyduralım?
Bunu yapamayacağız; ama otoriter rejim ısrarı, aydınlar arasından bir Heidegger çıkarmayı başarırsa buna hayret etmekten de kendimizi alamayacağız...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları