Hikmet Çetinkaya

Aşk üçgeni...

22 Mayıs 2016 Pazar

Havada yasemin kokusu vardı, unutulmuş düşler, yazılıp gönderilmemiş mektuplar... Özel hayat vardı, yasaklar, avuçlarımızın içinden kayıp giden mevsimler...
Gecenin derin sessizliğinde şiirsel düşler ırmağı akıp giderken, bir not düşmüşüm o kareli defterime:
“Her odada kokun ve çok sevdiğim hüznün... Hiç seçmediğim o dağınıklığın boşvermişliğin... Ve ansızın çekip gidişin... ”
O koku belki hayatın akışından kaynaklanıyordu; sevgiden, tutkudan, özlemden kimbilir!
Nezval’la Maria’nın o çok bilindik aşk öyküsü, şair duyarlılığı, Anna Ahmatova’nın yüreğime dokunan dizeleri:
“Hiç kimse yakın olmadı bana
Hiç kimse böylesine üzmedi beni,
Acıya salıp gidenler bile.
Okşayıp bırakanlar bile hatta...
Tan küllü renklerde sevgiyi yakalayan iki insan o anda şafağın soğuk ürpertisini anımsadılar...
Bir gün Maria, Nezval’a seslendi:
“Bir kahve içelim mi dışarıda bir yerde!”
İçmediler...
Ve Maria, gizlemedi kahve hikâyesini:
“Senden ayrılıyorum ve bir başkasıyla evleniyorum... ”
Nezval gözlerini yumdu, Maria yanından kalkıp karşı koltuğa oturdu...
Gecenin içinde yankılanan bir çığlık, bir ölüm sancağı çekilmiş dudaklarda kopan bir fırtınaya benziyordu.
Çekingen bir ıhlamur ağacı gökyüzünde yıldızları arıyordu dertleşmek için.
Nezval, yerinden kalkıp Maria’nın yanına gitti, saçlarını okşadı bir süre.
Nezval, daha sonra bahçeye çıktı, Maria peşinden geldi.
Nezval şöyle dedi ona:
“Bırak acılarımı yaşayayım... Acılar yaşanmazsa sevginin, aşkın anlamı olmaz!.. Sen terk etsen bile ben seni hep seveceğim... ”

***

Maria, Nezval’i terk ettiğinde 28 yaşındaydı...
Yeni tanıştığı erkek, Nezval gibi şairdi...
İçindeki fırtına dinmişti Maria’nın.
Aynaya baktı uzun uzun...
Dedi ki:
“Ne kadar güzel ve alımlı kadınım!”
Nezval’le yaşadığı aşk ona çok şeyler öğretmişti.
Şair Tagore’yle başlayan ilişkisi, ruhundaki dalgaları durultmuştu.
Güncesine şunları yazmıştı bir mayıs sabahında:
“Akşamın içinde bir ten, bir erkek kokusu duyuyorum. Gündüzlerim ve gecelerim bu kokuyla geçiyor benim. Hayatın gürültüsünden zevk alıyorum... ”Y
üreğinde yeni aşkı Tagore, beyninde eski aşkı Paul Eluard vardı.
Paul’un dizeleri beynine işlenmişti...
“Bir ateş yaktım gök mavisi beni bıraktığında/ Bir ateş, dost olmak için/ Bir ateş, daha iyi yaşamak için. ”
Bir yüzü vardı onun sevmek için... Bir yüzü vardı yaşamak için...
Gözlerinin içi gülüyor, gözleriyle konuşuyor, parmak uçlarıyla dokunuyordu hep.
Paul’un ona bakışı, çıplak omuzlarını okşayışı...
Anlattıklarıma ister öykü deyin, ister masal...
Tagore’yle Paul Eluard’ı karşılaştırın...
Şiirlerini okuyun...
Hayatlarına bakın.
Tagore:
“Seni seviyorum - Yüreğim mutluluk selinde
Kapıp koyveriyor kendini gurbetlere varıyor
Gülme bu korkulu gidişime - Gülme bağışla aşkım
Beni bağışla - Beni hoşgör - Seni seviyorum. ”
Bir mayıs sabahında yazıyorum yazımı. Yazarken kendi kendime soruyorum:
“Acaba dünyada kaç kadın, kaç erkek sevgilisinin kulağına bir şiir fısıldamıştır?”
Sorulacak soru çok!
Aşk, sevda, sevgi, barış...
Bunların hepsi şiirin patikasında yürür... Şiir insanı geliştirir, şiirsiz bir hayat düşünülemez...

***

Düşlerimle avunurum ben kimi zaman...
Sevda ormanlarına, aşk ırmaklarına, sevgi denizlerine açılırım...
Şairin dizelerinde hayata tutunurum:
“Şimdi çaresizim, yalnızım, kanadım kolum kırık... Beni bağışla aşkım, beni hoşgör, seni seviyorum... .
Eğer bir lokmacık bile sevemezsen beni, hiç mi hiç sevemezsen eğer, acımı bağışla, beni hoşgör...
Sımsıkı tutarım ellerimle utancımı, bağışla beni.
Bağışla seni seviyorum... ”
Tagore’nin bu şiiri Maria’yı etkilemiş mi etkilememiş mi bilmiyorum ama bu dizeleri okuyunca “her odada kokun ve çok sevdiğim hüznün” diye bir not bırakıp çekip gitmiş...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları