Delikanlılık ve ciğer üzerine

06 Haziran 2016 Pazartesi

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Soykırım Tasarısı”nı onaylayan Almanya’nın Başbakanı Merkel’i eleştirirken Kasımpaşalılığını konuşturdu:
“Delikanlı ol, ciğerimi ye...” dedi.
Alman meslektaşlarımız, bu tabiri tercümede zorlanmışlardır, eminim.
Önemli değil; zaten iç kamuoyu tüketimine dönük bir çıkıştı.
“Tepkimiz sert olur” tehditlerinden sonra, göçmen kabul anlaşması mı geri çekildi?
Ortak ekonomik projeler mi gözden geçirildi?
Diyanet İşleri Başkanı, Alman makam arabasından mı vazgeçti?
Yoo...
Cumhurbaşkanı ciğerden girdi, “kanı bozuk”luktan çıktı.
Dış politikada peş peşe yenilen goller, yerli ve milli bir hamaset örtüsüyle saklandı.
Siyaset-hamaset işbirliği tanıdık. Ancak basının neredeyse koro halinde bu hamasete eşlik etmesi ve aynı manşetle semaya doğru “Delikanlı ol” diye efelenmesi ibretlikti.
Havuz medyası ile özentilerinin, “Türk’e Türk propagandası” yaparken, kararın Almanya’daki bütün partilerin oybirliğiyle alındığını, buna karşın Ankara’nın Almanya’ya pek cılız bir tepki verdiğini görmezden gelmesi, dünyada halen 29 ülkenin “soykırım”ı tanıdığından ve bu sayının hızla arttığından hiç söz etmemesi, amacın haber vermek değil, bir hezimeti örtbas etmek olduğunu açıkça ortaya koyuyordu.
Böyle dönemlerde, “Ciğerimi ye” davetinin, Almanya’da Kasımpaşa’daki kadar müşteri bulmadığını görerek, hamaset rüzgârına karşı gerekirse tek başına yürümek ve acı da olsa gerçeği söyleyip yazabilmek gerekiyor.
Cumhuriyet olarak bunu yapmaya çalıştık.
“1915 yalnızlığı” manşeti ile Ankara’nın, yanlış dış politika tercihleri yüzünden yeni bir diplomasi yenilgisi aldığının ve dünyada yapayalnız kaldığının altını çizdik.

***

“Yalnızlık”tan söz açılmışken gazetemizin de bugünlerde bir Sarraf yalnızlığı” yaşadığını vurgulamakta yarar var.
Türkiye’nin kaderini etkileyecek kadar önemli bir dava görülüyor ABD’de... Bir Amerikalı savcı, Türkiyeli meslektaşlarının korkuyla kapattığı bir dosyayı, cesaretle açıyor. Dosyadan bilgiler, belgeler, ifadeler sızıyor. Pek az gazete davayı yerinde izliyor; çoğu görmezden, duymazdan geliyor.
Ama -Almanya örneğinde olduğu gibi burada da- devekuşu politikası, günden güne daha da önem kazanan ve Türkiye’yi merkeze koyan bir davayı örtbas etmeye yetmiyor.
Aynı cümleleri, Güneydoğu’nun yerle bir edilmiş beldeleri için yazmama bilmem gerek var mı? Bölgeye gitmeden, tek elden servis edilen propaganda bültenlerini nefret manşetleriyle süslerken Sur’un, Cizre’nin, Nusaybin’in savaş sonrası enkazını andıran fotoğraflarını gözlerden kaçırmak, orada yaşanan gerçekliği örtebiliyor mu?
Yoksa bütün bu körleşme, medyanın zaten sıfırlanmış itibarını çamurlu havuz sularında iyice boğmaya mı yarıyor?

***

Neyse ki hâlâ, Cumhurbaşkanı’nın uçağında yer kapabilmeyi değil, yastığa başını huzurla koyabilmeyi ve tarih huzuruna gönül rahatlığıyla çıkabilmeyi önemseyen gazeteciler var.
Ve onlar, her türlü zorluğa karşın, “delikanlı olup” mesleğin onurunu korumaya çalışıyor.
Hepinize iyi haftalar!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları