Taner Timur’a Saygı

06 Kasım 2013 Çarşamba

Günümüzün iktidar sahipleri siyaset alanını kendi yöntemleriyle ustaca “temizleyerek” bugüne kadar geldiler. Yöntemleri aslında basittir; iki adım ileri, bir adım geri. Süreklilik gösteren bu yöntemin başarısı Türkiye aydınlarını uyardığı için yararlı bile sayılabilirdi ama farkında mıyız, işte bu kuşkuludur. Eğer entelektüel çevre sağlam bir zeminde tutunmayı başaramazsa Türkiye yeniden ayağa kalkmakta zorlanacak, belki de uzun bir süre teknolojiyi bilim sanma tuhaflığıyla yetinecek, kuşkunun, bilimin, aydınlanmanın, solun, sosyalist düşüncenin uzağında kalacaktır.

***

Türkiye’de bilim insanlarının, düşünürlerin, aydınların şimdi kendilerine dayatılan dogmatik, sığ düşünce kalıplarına hapsedilmeleri kuşkusuz kolay değildir; yine de onların nefes almalarını zorlaştıracak adımların atıldığını her gün bir başka alanda görüyor ve irkiliyoruz.
Üniversitenin hızla “medreseleştiğini”, dinselleştiğini, laik bilimin özgür havasında yetiştikleri halde, egemen olana hizmet etmeyi “tamamen duygusal” nedenlerle daha uygun bulanların sayısının hızla arttığını görünce derin kaygılara düşmek belki de kaçınılmazdır. Ama umutsuzluğa düşmeli mi?

***

İnsanın zihinsel ve bedensel varlığını ruhun ölümsüzlüğü fikrinden ayırarak, felsefe ile din arasındaki kavgada kendine yer arayan İbn Rüşd’ün, önceleri pek rahat çalışabildiği Kurtuba’da bu düşünceyi geliştirmeye başlayınca, “bireyleşme yolunda yeni adımlar atınca” yaşayamaz hale geldiği söylenir. O çağda ne ilahiyata teslim olmuş Batı, ne de İslam böyle bir düşünceye hayat hakkı tanıyordu.
Peki, şimdi siyasette zorbalığın üst düzeye çıktığı, bilim ve felsefenin üniversiteden kovulmaya çalışıldığı, Diyanet’in fetvalarla hayatın her alanına müdahale etmeye başladığı, ilahiyatçıların siyasetin desteğiyle boy gösterdikleri gazete köşelerinde bundan sonra atılacak iki adımı tarif ettikleri, yazdıkları bu zamanda aydın kişi ne yapacak?

***

İki adım ileri atarak şeriatın hükümlerini bilimin ve aydınlanmanın yerine geçirmeye çalışan, sonra tepkileri ölçerek bir adım gerileyen siyasetçi, büyük bir olasılıkla “devlet düzenini en fazla tehdit eden şeyin zulüm olduğunu” anlatan İbn Haldun’u da, onun Mukaddime’sini de sıkıntıyla hatırlıyor. Belki de bu nedenle zulmün asıl hedefi olarak okuyanları, yazanları seçiyor. Öyleyse yapılacak iş yazmaktan, çizmekten, düşünmekten bir adım bile gerilememek olmalı.  İşte bu nedenle günümüz Türkiyesi’nin yaşayan bilgelerinden Taner Timur’un TÜYAP tarafından bu yılın Kitap Fuarı’nda “Onur Yazarı” olarak ilan edilmesi çok yerinde, kutlanacak bir karar olmuştur. Benim de bu yazıda yaşadığımız tehlikeye dikkat çekerken masamın üzerinde duran kitaplar işte o bilgenin, Taner Timur’un kitaplarıydı. O kitaplar olmasaydı ben bu yazıyı yazamaz, unuttuğum bilgelere yeniden dönemezdim. Öyleyse Timur’un Yordam Kitap’tan çıkan “Felsefe, Toplum Bilimleri ve Tarihçi” adlı önemli eserinden bir not daha aktarayım da bugünkü tehdidin tarihsel kökenine bir not düşmüş olayım. Şöyle yazdı Taner Timur: “Ortaçağda dinle felsefe başka bir şekilde daha karşılaştılar. Bu kez felsefenin çürütülmesi ve din alanından kovulması söz konusuydu. Egemen inanca göre kuşkuya dayanan tartışmalardan kurtulan din daha özgür olacaktı. Filozofların ‘tahafut’unu (tutarsızlıklarını) ortaya koyarken Gazali’nin yapmak istediği tam da buydu.” Kısa bir süre önce iki adım ileri giderek okullardan çoktan kovulmuş olan felsefeyi kapı dışarı ederek, ilahiyat fakültelerini tümüyle dogmalar dünyasına hapsetmek isteyen Diyanet’in, daha sonra bir adım gerilediğini hatırladınız mı?
Felsefeye bu düşmanlık yeni değildir, Gazali zamanından kalmadır.
Neyse ki, bilgelerimiz hâlâ yazıp çizebiliyorlar ve yazma çizme hakkını savunmak da işte bu nedenle günümüzün temel işidir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları