Hikmet Çetinkaya

Doğa öcünü alır...

22 Haziran 2017 Perşembe

Yağma, talan senin işin...
Vurgun, soygun...
Salt kendi çıkarını korursun, bu yalan dünyada çalıp çırparsın...
Ormanları, dağları, vadileri, ovaları yok eden sen...
Yargı kararlarını çiğneyen sen...
Sen, siyanürlü altın, gümüş üretirsin, Bergama’nın Koza Yaylası’nda çamfıstığı ağaçlarını hızarla kökünden kesersin.
Bunlar her dönemin adamlarıdır, bir bakıma rüzgârgülleri.
Kendi çıkarını düşünür, bu yüzden doğayı katleder.
O güzelim koyları, bükleri talan ediyorlar otuz yıldır. Gidin Ege ve Akdeniz’e göreceksiniz.
Manyas Kuş Cenneti’nde kuş türlerinin ne kadar azaldığına tanık olacaksınız.
Bergama, Tunceli Ovacık, Eşme Kışladağ, Erzincan İliç, Turgutlu Çaldağı, İzmir Efemçukuru, Artvin Cerattepe, Manisa Sart, Balıkesir Balya-Kadıköy, Giresun Bulancak...
560 yeni maden bölgesi...
Aydın ve Muğla’da arıcılık ölüyor...
Neden ki?
Çevre kirliliği yüzünden...
Bu ülkede ruhsatı kapan siyanürlü altın, gümüş üretmeye başlar...
Bazıları koylara, denizlere el koyar...
Siyanürle yapılan madencilik büyük tehlike. Kütahya Gümüşköy’de yaşandı; siyanür havuzu çöktü.
Doğanın dengesini bozan projelere karşı yurdun dört bir yanında çevreciler tepki veriyor.
Siyasetçiler bu tepkileri duymuyor ya da duymak istemiyor.
Artvin’den Akkuyu’ya; Çanakkale’den Hasankeyf’e; Köyceğiz’den Muğla’ya çığlıklar yükseliyor, “Yapılan projeler doğanın dengesini bozuyor...”

***

Rengârenk düşler çiziyorum duvara...
Çevre bilinci, insan emeğini, örgütlü toplumu düşünüyorum.
Gözlerimden bir resim geçiyor tam o sırada.
Bir çocuk bir şeyler anlatıyor annesine durmadan.
Zamanın o bilinmeyen diliminde, bir şeyler mırıldanıyor adam.
Şair, doğaya bakıyor, hiç durmadan...
Soma’nın Yırca köyü, zeytin ağaçlarının katliamı...

***

Can çekişen salt zeytin ağaçları değil insanlar...
Zonguldak, soluk almakta zorlanıyor.
Santralların tümümün kurulu olduğu ilçe Çatalağzı’na ölüm çoktan gelmiş. Santralların birinin kül havuzu, Kokurdan Mahallesi’nin tam içinde. Kanserin kol gezdiği tüm sokaklar ise kül havuzuna çıkıyor.
Arkadaşımız Hazal Ocak’ın röportajında mahalle sakinleri feryat ediyor.
Mahallede yaşayan Aydemir Akbaş konuşuyor:
“Kanserden ölen tanıdıklarımızın cenazelerine gitmekten bıktık. Kendi dayımı, babamın dayısını, hep kanserden kaybettik. Burası patlama falan olan bir yer de değil, santralların etkisi olduğu kesin. Ağaçlarımız yok olmaya başladı. Santralın artısını görmedim. Elektriksiz yaşabilirim ama oksijensiz yaşayamam.”
Evleri kül barajına bakıyor Kokurtan Mahallesi’nin.
Rüzgâr çıktığında çevredeki evleri kül bulutu dolduruyor.

***

Ormanlık alanlarda ağaçların kuruması, zararlı böcek salgınları görmezden geliniyor...
Çevrecilerin çığlıklarını siyasal iktidar duymuyor, duysa bile önemsemiyor.
Asit yağmurlarına ilişkin bilim insanlarının açıklamalarına kimse kulak asmıyor.
Dağlarımızı, ovalarımızı, akarsularımızı sattık, kiraladık çokuluslu şirketlere, altın ve gümüş avcılarına.
Hava kirliliğinin artması neden?
21 yıl önce (1993-94) iki milyon metreküp ağaç kesilmişti.
Dağlarımızın delik deşik edildiği, ağaç katliamının ivme kazandığı, taşocağı işletmelerinin doğayı kirlettiği bir gerçek...
Türkiye’nin doğru dürüst bir tarım ve ekonomi programı yok. Tarım alanlarına gökdelen dikmeyi marifet sayıyoruz.
Zeytincilik şu anda can çekişiyor...
Türkiye coğrafyasında zeytinin büyük önemi vardır. İspanya, İtalya, Yunanistan, Tunus gibi ülkeler zeytincilikten büyük gelir elde ederken biz ne yapmak istiyoruz?
Tesis yapmak... Ranta açmak...
Nükleer enerji ve siyanürlü altın...
Son söz: Doğa öcünü alır, unutmayın...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları