Hikmet Çetinkaya

‘Git aç kapıyı...’

12 Kasım 2017 Pazar

Ellerin üşüyordu biliyorum...
Gözlerin darmadağınıktı geceden beri...
Git aç kapıyı.
Belki bir ağaç, bir koru, belki bir bahçe ya da sihirli bir kent var dışarıda...
Dokun parmaklarınla Miroslav Holub’a...
Git aç kapıyı.
Bir köpek belki bir şeyler arıyordur...
Belki bir yüz ya da bir göz veya da resmin; resmini göreceksin...
Yıldızlar derin bir uykudadır şimdi...
Gökyüzü mavidir...
Kırmızıya çalan toprak, yeşili uyutan dallar ‘Güz’dür artık...
Git aç kapıyı...
Sis olsa bile dışarıda, dağılır...
Ağlama ne olursun, güzdür bunun adı. Uzakta Philippe Jaccottet’ın ağır bulutları ve o hafif yol vardır...
Sözü edilmez bile artık otların arasında su gibi ilerlemenin...
O saatlerde Octavia Paz’ı düşün...
Yum gözlerini yitir karanlıkta...
Gözkapakların kırmızı yapraklar altında... Gömül vızıldasın sesin; düşen sesin halkalarına...

Dudaklar, öpüşler, aşk, her şey yeniden doğar;
o ölümsüz, o yalın unutuşta:
gecenin kızlarıdır yıldızlar...

Git aç kapıyı.
Hiç olmazsa, esinti olur bir parça...

***

Git aç kapıyı...
Bir delişmen çocuk ağlıyordur tek başına ormanda; bir genç kız belki güzle çoğalıyordur uzak kentlerin birinde; bir aşk başlıyordur bilinmez türkülerin eşliğinde...
Git aç kapıyı...
Uzun uzun bak ağaçlara, kuşlara, çiçeklere, taşlara, ırmaklara...
Bak tomurcuklar açtı, aşk çiçeklendi; kokusu, taçyaprakları ölü...
Gitmek için işte aşka, avlusu tarçın kokan evlere, o şehirlere; ama nerelere söyle?
Git aç kapıyı...
Belki mavi bir rüzgârdır esen; bir çığlık, belki bir denizdir konuşan ya da yitirilmiş aşklar durağında bir kadındır bekleyen...
Başını göğe kaldır...
Gözlerini yum sımsıkı...
Sonra usulca ağla...
Güzdür az ısıtan güneş, dalında üşüyen yaprak...
Yarı aydınlık bir gece düşün...
Bak sessizlik bize göre değil!
Alevlerin alacakaranlığında yitik mevsim sevdalarını topla; hüzünleri koy yanına; bizi kışkırtan bakışları sakla...
O son fırtınayı, yağmurları, gök gürültüsünü düşün...
Ardından Robert Desnos gibi konuş:
“Seni öyle düşledim ki yitirdim gerçekliğimi...”
Git aç kapıyı...
Bir aşk yitiyor, bir aşk büyüyor avuçlarımızda...
Senin mevsimlerin yanıyor yüreğimde, beni ağırlaştıran çıplak bir ateş...
Beni anlayan Paul Eluard’ın düşleridir; o çiçeklenmiş sevdalarıdır...

Kapılar tutulmuş neylersin
Neylersin içerde kalmışız
Yollar kesilmiş
Şehir yenilmiş neylersin
Açlıklar başlamış
Elde silah kalmamış neylersin
Neylersin karanlık da bastırmış
Sevişmezsin de neylersin

***

Git aç kapıyı...
Gelen belki benimdir, hiç beklemediğin saatte; kirpiklerim üşüyordur belki, al ısıt beni; bir meltem sıcaklığıyla uykudaysam uyandır; belki eylül sabahıdır kapıyı çalan yüreğim...
Git aç kapıyı...
Ne gül yanar gövdende, ne ölü karanfiller... Çağdaş bir menekşedir Rafet Alberti’nin sunduğu...
Sen oradasın sonbahar, başkaldıran yılmaz rüzgârın...
Biz erkekler, kadınlar hiçbirimiz bilmiyorduk gizli karanlığını karatahtaların...
Git aç kapıyı...
Yüzünde yorgun sürgünlerin izi olan bir kaçaktır gelen; ürkek bir şafağın uçsuz bucaksız özgürlüğüdür; belki acıların sevinçlere dönüştüğü yıldönümüdür...
Git aç kapıyı...
İşlek karanlıktan başka; oyuk rüzgârdan başka; hiçbir şey olmasa bile dışarda...
Git aç kapıyı...
Yüzüne ay ışığı vuracaktır hiç beklemediğin anda!..



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları