Anıtkabir ve heykelleri
Bir 10 Kasım’ı daha geride bıraktık. 10 Kasım denildiğinde Atatürk’ün yanı sıra Anıtkabir de geliyor aklıma. Anıtkabir’i düşündüğümde ise ikircikli duygular içine giriyorum. Bu duygulardan birincisi eserin mimari yapısıyla, diğeri ise giriş yolunun başındaki insan heykelleriyle ilgili. Öncelikle belirtmek isterim ki gerek mimari yapıya gerekse heykellere ilişkin sanatsal açıdan hiçbir eleştirim yok; çocukluğumdan beri eserin tümünü heyecan verici bulurum. İkircikli duygularım, muhtemelen sevdiğim bir şey üzerinde fazlaca düşünmemden kaynaklanıyor.
Atatürk’ün naaşını sonsuza kadar saklayabilmek için nasıl bir anıt mezar yapılması gerektiği konusunda uluslararası bir yarışma açılmıştı, yarışmayı Emin Onat ve Orhan Arda tarafından hazırlanan proje kazanmıştı. Yarışmaya katılan diğer projelerin maketleri yıllar önce Anıtkabir’de sergilendi. Hepsi güzeldi ancak bana en güzel ve anlamlı gelen Onat-Arda projesiydi. Bu proje, Türk kültürünün ve eski Anadolu kültürlerinin iç içe geçmiş büyüleyici bir karışımıydı. Projede altın oranın üçüncü boyuta sıçramış halini görüyoruz bence. Neler neler yok içinde? Eski İyon mimarisinin sütunlarını hatırlatan ancak köşeli olan sütunlar var, geleneksel mimarimizin kesme taşları var, Hayat Ağacı’ndan kilim motiflerine, Anadolu’ya gelmiş olan yirmi dört Oğuz boyunu sembolize eden aslan heykellerinden, batı cephesindeki kuş köşküne kadar pek çok kültür öğesini içine katmış bir yapı var ortada. Şu an fark ettiğim kadarıyla Anıtkabir’deki kuş köşkü, Atatürk’ün görüşlerini çok güzel özetlemektedir. Nasıl?
Geleneksel mimarimizde, örneğin Taksim’deki yapılarda, camilerde, saraylarda, hatta taş köprülerde yapıların dış yüzlerine yerleştirilmiş kuş köşkü adı verilen, taştan yapılmış kuş yuvaları vardı. Her birisi ayrı bir zarafete sahip bu küçük mekânlara kuşlar yuva yaparlardı. Kuş köşklerinin temel mantığı şuydu: Taştan yapılmış, hareketsiz bir mimari yapıya kuş köşkü ekleyen eski zaman mimarları, oraya girip çıkan, kanat çırpan kuşları mimarinin canlı bir parçası haline getirdiklerini düşünürlerdi. Taş binalar kuş köşkleri sayesinde adeta havalanırdı, yaşardı. Anıtkabir’deki kuş köşkünün bence birinci anlamı söz konusu bu geleneksel bakış tarzıdır, ancak sanırım bu kuş yuvası, muhtemelen mimarların bilinçli olarak düşünmedikleri ikinci bir anlam daha taşıyor, o da şu:
Kemalizm, donmuş, katılaşmış, taşlaşmış bir öğreti değildir. Nazizm’den, komünizmden farklıdır. Kemalizm, çağa, bilime uyarlanabilecek bir düşünce sistemidir. Atatürk söylediklerinin değişmez kanunlar kabul edilmesini ve yüzyıllarca onların peşinden gidilmesini istememiştir, “Eğer benim bugün söylediklerim gelecekte bilimle çelişirse bilimin dediklerini dinleyin” demiştir. Bence bu konuda güzel bir örneği yaşıyoruz; elinde sigara tuttuğu çok fotoğrafı var. O yıllarda tıp sigaranın zararlı olduğunu söylemiyordu, altmışlı yıllarda bile sigaranın sağlığa yararlı olduğunu söyleyen hekimler vardı. Günümüzde sigaranın sağlığa zararlı olduğu tıbben ispatlanmıştır, bu yüzden Atatürk’ün parmakları arasındaki sigara ortadan kaldırılmıştır. Hayatta olsaydı bu duruma sanırım bir itirazı olmazdı.
Mademki Kemalizm kalıplaşmış, taşlaşmış bir düşünce sistemi değildir, bu yüzden bu öğretiyi ortaya koyan kişinin kabri de donmuş, taşlaşmış bir yapı olmaktan öte, çevresindeki kuşlarla birlikte adeta yaşayan, canlı bir yapı olmalıydı. Olmuştur da.
Anıtkabir’in mimarisi konusunda beni üzen tek şey, yapının projesinde bulunan kabir üzerindeki gri renkli büyük kütlenin son anda maliyet yüksekliği ve zaman yokluğu gerekçe gösterilerek yapılmamış olmasıdır. Eğer projeye sadık kalınsaydı Anıtkabir o haliyle gerek anlam gerekse estetik açıdan çok daha muhteşem bir yapı olurdu bence. Söz konusu kütle Atatürk’ün güçlü ve sade kişiliğini sembolize edecekti. Gelecek kuşaklar belki bu kütleyi eklerler.
ANITKABİR'DEKİ İNSAN HEYKELLERİ
Anıtkabir’in giriş yolunda bulunan altı insan, yirmi dört aslan heykeli kesme taştan yapılmış olup mimariyle son derece uyumludur. Ancak insan heykellerinin verdiği sosyal ileti beni gençliğimden beri rahatsız etmiştir. Niçin?
Söz konusu rahatsızlığımın birkaç nedeni var. Kadın ve erkek heykelleri harem selamlık şeklinde yerleştirilmiştir, o günün düşünce anlayışı kadın ve erkek heykellerinin bile yan yana gelmesine izin vermemiştir. Bu durumda söz konusu heykellerin konumları Atatürk’ün bize öğrettiklerine aykırıdır. Çünkü o, harem selamlık anlayışına karşıydı, Kurtuluş Savaşı sırasında topladığı öğretmenler şurasında üç kadın öğretmenin erkek öğretmenlerden belirgin bir şekilde ayrı oturtulduklarını gördüğünde toplantıyı düzenleyenlere, “Efendiler niçin muallim hanımları ayrı oturttunuz, onların iffetinden şüpheniz mi var yoksa kendinize mi güvenemediniz?” demişti. (Bu sözü kadın erkek ayrımcılığının özetiydi.) Çünkü o, tramvaylardaki harem selamlık oturma düzenini kaldırmıştı. (Bu uygulamasına Halide Edip Hanım bile karşı çıkmıştı.) Çünkü o, kadının ve erkeğin birlikte gidebilecekleri Cumhuriyet balolarını önermişti.
Bir şey daha var. Onun zamanında ilk kadın tıp profesörleri mesleklerinde yola çıktılar ve İTÜ’ye ilk kadın inşaat mühendisimizin girmesine vesile oldu. O, Türk kadınına saygısı olan ve ona güvenen bir liderdi. Girişte solda farklı mesleklere mensup üç erkek heykeli görülmektedir; asker, köylü, elinde kitap tutan bir öğrenci. Sağda ise ev kadını kıyafetli üç kadın bulunmaktadır. Heykellerin yapıldığı yıllarda ülkemizde çok sayıda kadın öğretmen, hemşire vardı. Heykellerden en azından birisi bu mesleklere mensup bir kadın şeklinde yapılabilirdi. Kadınlar bereketi ve yağmuru temsil eden bir kap ile bir başak demeti tutmaktadırlar. Üçüncü kadın ise Atatürk öldüğü için ağlamaktadır ve kadınların elinde kitap yoktur. Kanımca, kadın heykelleri, “Kadın, doğurur, doyurur ve ağlar” iletisini taşımaktadırlar. Bu iletiyi veren heykeller, 1950’den günümüze gelen bir anlayışın, kadının yerinin evi olduğu şeklindeki dünya görüşünün somutlaşmış bir şeklidir. Oysa bu ileti Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’e uygun değildi, bu açıdan söz konusu heykeller, sanatsal açıdan çok güzel olsalar da sonsuza kadar orada kalacak olsalar da taşıdıkları ileti açısından Atatürk’e tam olarak layık değildir.
Sonra kadınlardan birisi Atatürk öldüğü için ağlamaktadır. Atatürk ölünce erkekler ağlamadılar mı? Babam bir Dadaştı ve her 10 Kasım’da ağlardı.
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- DEM Partili vekillerle 'Suriye' atışması!