Paleolitik dönemde insanlar 20-30, taş çatlasa 50 kişilik küçük gruplar halinde konar-göçer biçimde yaşayıp gidiyor, avcılık ve toplayıcılıkla besleniyordu. Neolitik dönemde ise bu gruplar bereketli alanlarda toplanıp yıl boyu aynı yerde yaşamaya ve doğada var olanları tüketmek yerine yabani tahıl ve hayvanları evcilleştirerek besin üretmeye başladılar. Paleolitik ve neolitik toplulukların nasıl örgütlendikleri ve toplumsal cinsiyet rolleri ise hâlâ belirsiz. Çünkü:
- Henüz yazı keşfedilmemiş. Dolayısıyla da neyi, neden yaptıklarına ilişkin yazılı belgelerimiz yok.
- Arkeolojik kazılarda bulunan mimari unsurlar, insan yapımı nesneler (materyal kültür) veya insan, hayvan, bitkilere ait organik kalıntılar da her zaman tatmin edici yanıtlar sunmaktan uzakta.
Durum böyle olunca, arkeoloji doğa bilimlerinin son teknolojilerinden yararlansa da büyük ölçüde yoruma dayanmakta. Genellikle de kazı heyetlerinin yorumlarına. Bu dar akademik çevre, nereyi işaret ederse o yöne bakıyoruz. Bilgi, onu topraktan söküp alanın tekelinde. “Bilgi asimetrisi”nden mustaribiz. Vergilerimizle yürütülen kazılar, akademik dilden âzâde insanların anlayabileceği biçimde pek de anlatılmıyor. Bereket ki, son yıllarda sosyal medya imdadımıza yetişti. Artık Anadolu genelindeki kazılarda bir çöp bile bulunsa fotoğraflar, videolar, drone’larla haber uçuruluyor. Arkeoloji şeffaflaşıyor. Çoğu etkin yönetilemese de ören yerlerinde ziyaretçi merkezleri açılıyor. Toplumda arkeoloji ilgisi arttıkça bilgi demokratikleşiyor.
1861’de Backhofen erken tarım toplumları için “anaerkil düzen” ve “ana Tanrıça” tapınımı önerdiğinden beri en hararetli tartışmalardan biri, Neolitik’te “anaerkil” bir sosyal yapının olup olmadığıyla ilgiliydi. Anadolu ve Ege neolitiğindeki sayısız kadın figürini, bolluk ve bereketi simgeleyen kutsal dişi figürler veya “ana Tanrıça kültü”nün sembolleri olabilirler miydi? “Olurdu, olmazdı” derken aradan tam 164 yıl geçti.
Prehistorik toplumların sosyal dokularını çözmeye çalışırken görece yeni bir veri kaynağı hayatımıza girdi: arkeogenomi. Günümüzden 9 bin yıl önce Anadolu’nun bağrında, Konya’nın kalbinde, Çumra’nın 12 kilometre güneybatısındaki Çatalhöyük’te “kadın-merkezli” bir sosyal yapı olduğunu ağırlıklı arkeogenetik veriler görünür kıldı, yoruma pek yer bırakmadı.
Hazır sis perdesi aralanmışken, Çatalhöyük’e biraz daha yakından bakmalı. Kronolojisi ile başlayalım. Çatalhöyük’te aslında yan yana duran iki farklı höyük var:
- Doğu Höyük
- Batı Höyük
Yerleşim tarihlendirmeleri ise şöyle:
- Doğu Çatalhöyük (Anadolu’da geç “çanak-çömlekli” neolitik dönem / MÖ 7100-5950)
- Erken Çatalhöyük (MÖ 7100-6700)
- Orta Çatalhöyük (MÖ 6700-6500)
- Geç Çatalhöyük (MÖ 6500-6300)
- Final Çatalhöyük (MÖ 6300-5950)
- Batı Çatalhöyük (Anadolu’da erken kalkolitik dönem / MÖ 6100-5500)
Doğu Çatalhöyük daha büyük. Asıl tanınan bilinen ve “Çatalhöyük” denilince akla gelen yer de orası. Geç neolitik dönemde, Doğu Çatalhöyük’te yaşam sona erince oradaki insanların bir kısmı kalkıp hemen yan taraftaki Batı Çatalhöyük’e yerleşmişler. Erken kalkolitik dönem’de burada yeni bir yaşam inşa etmişler.
Kazılar daha çok Doğu Çatalhöyük’te yürütülüyor. Araştırmalar, Doğu Höyüğün topoğrafyasına göre iki alanda yoğunlaşmış:
- Kuzey Korunağı
- Güney Korunağı
Nüfusun en yoğun olduğu Orta Çatalhöyük döneminde, Doğu Höyük’te olasılıkla 8 bin kişi yaşıyordu. Bu kadar kalabalık bir grubu Çatalhöyük’e çeken şey neydi? Bir sonraki yazımızın çözeceği bilmece olsun.
Kaynakça
“Neolitik Çatalhöyük’te kadın soyları ve değişen akrabalık kalıpları”, Yüncü, Eren ve diğerleri, Science Dergisi, 26 Haziran 2025
“Çatalhöyük’teki 25 yıllık araştırmadan neler öğrendik?”, Prof. Dr. Ian Hodder, Koç Üniversitesi - AKMED Youtube, 26 Ocak 2022