Tarih Öncesi insanlarını pek tanımıyoruz, mücadeleleri bize hâlâ yabancı. Sosyal yapılarının karmaşıklığını hayal bile edemiyoruz. Uzak atalarımıza tepeden bakıp karikatürize etmek kolayımıza kaçıyor. O dönem yazı da henüz icat edilmemiş dolayısıyla da atış serbest.
Herkes kafasındaki kurguları tarih öncesi insana rahatça yapıştırıp mimari unsurları ve doğal malzemeleri (insan ve hayvan kemikleri, bitki tortuları gibi organik kalıntılar) beşeri, sosyal ve doğa bilimlerinin (jeoloji, jeomorfoloji, jeofizik, pedoloji, sedimantoloji, zooloji, botanik, genetik v.b.) destekleriyle analiz edip tarih öncesine ilişkin olabilecek en gerçekçi anlatıları tasarlamaya çalışıyorlar.
Arkeoloji tarafsız, doğa bilimleri hepten tarafsız. Topraktan ne çıktıysa o. Buluntunun eni, boyu, rengi, dokusu, kokusu değişmiyor. Peki ya yorumları? İşte orası biraz sıkıntı. Arkeologların içine doğdukları kültürün ön kabulleri, kişisel deneyimlerinden kaynaklı önyargıları, soludukları yoğun siyasal iklimi ve sosyal bilimlere egemen olan “zamanın ruhu” dayatmalarını aşarak yorum yapmaları her zaman kolay olmuyor. Oysa kuru teknik bilgiden çok gerçek hikâyeyi duymak istiyoruz. İlk bakışta birbirinden kopuk ve bağımsızmış gibi görünen buluntuları doğru yorumlayıp noktaları birleştirmelerini bekliyoruz. Yorum sarkaçlarının önce çılgınca savrulsalar da eninde sonunda durulup “tez-antitez-sentez”e varacaklarını düşünüyoruz.
Bunun en güncel örneklerinden biri, Anadolu arkeolojisi özelinde Çatalhöyüklü kadın figürinleri. Son 64 yıldır, aynı hatunlara bakıp bambaşka yorumlar yapıldı. Üniversitelerin arkeoloji bölümleri bu kadınları tarih öncesinde tapınım gördüğünü düşündükleri “Ana Tanrıça” ile özdeşleştirdiler, akademisyenler “anaerkil toplumun varlığına işaret ettiklerini” iddia ettiler, müzelerin “epipaleolitik”, “neolitik”, “kalkolitik” ve Tunç Çağı vitrinleri onları hep “Ana Tanrıça” diye etiketledi. Ve zamanla üzerilerine devasa bir külliyat inşa edildi.
Derken birileri “Yahu, toprağın altından her çıkan kadına sorgusuz sualsiz ‘Ana Tanrıça’ diyemezsiniz. Tarih öncesinde “Ana Tanrıça” veya “anaerkil toplum”un varlığına ilişkin henüz arkeolojik bir kanıtımız yok” demeye başladı. Bilim dünyası “Ana Tanrıça” taraftarları ve karşıtları olmak üzere karpuz gibi ikiye ayrıldı. Bugün artık “Ana Tanrıça” kavramı tartışmalı. Ancak son sözü yine Çatalhöyük söyleyecek gibi.
Çünkü antik DNA verileri Çatalhöyük’te kadını merkeze alan bir toplumun varlığını bilimsel olarak ispatladı. 9 bin yıl önce Konya’da sandığımızdan çok daha renkli, derinlikli ve karmaşık bir topluluk yaşamıştı. Çatalhöyüklüler, neden kimi alanlarda kadını öncelemeyi seçti? Bu düşüncenin maddi temelleri nelerdi?
Bu soruların peşinde “Anadolu neolitiği”nin ilk göz ağrısı sayılabilecek bu geç neolitik yerleşime biraz daha yakından bakalım istedim. Bu yılın sonbahar ve kış aylarında, Çatalhöyük’ün 1993-2018 yılları arasındaki Kazı Başkanı ve Koç Üniversitesi, arkeoloji ve sanat tarihi bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ian Hodder’ın anlatımlarından feyz ve ilhamla, Çatalhöyük’ü aşağıdaki başlıklarda özetlemeyi planlıyorum:
- Höyük ve doğal çevresi
- Mahalleler, evler, “tarihi evler” ve nüfus tahminleri
- Toplumsal organizasyon: Eşitlikçilik ve hiyerarşi
- Ölü gömme gelenekleri
- Kadın figürinleri
- Toplumsal cinsiyet rolleri
Bu konuları özümsememiz önemli. Çünkü düğüm yine Çatalhöyük’te çözülecek gibi. Alevlendirdiği tartışmalara son noktayı yine Çatalhöyük koyacak sanki.
Kaynakça
- “Neolitik Çatalhöyük’te kadın soyları ve değişen akrabalık kalıpları”, Yüncü, Eren ve diğerleri. Science Dergisi, 26 Haziran 2025.