Artık terapi dili yalnızca seans odalarında değil, Instagram story’lerinde, TikTok videolarında, tweet zincirlerinde de dolaşımda. “Fonksiyonel depresyon”, “duygusal tükenmişlik”, “içselleştirilmiş kapitalizm” gibi kavramlar, özellikle Y kuşağının duygu dünyasını tarif etmek için sıkça kullandığı ifadeler arasında.
Bu yeni psikoloji dili gerçekten bir iyileşme aracı mı yoksa bir travma estetiği içinde mi sıkışıyor? Her şey yolundaymış gibi görünürken içten içe çöküyor olmak... Çağdaş yaşamın yeni mottosu haline gelen bu mental durum, özellikle Y kuşağının sosyal medya dilinde “fonksiyonel depresyon” olarak tanımlanıyor. Bir yandan işe gitmek, toplantıya katılmak, e-postaları yanıtlamak öte yandan duygusal olarak tükenmiş, yaşama güdüsünü yitirmiş hissetmek...
Bu hal artık sıradışı değil neredeyse yeni normal. Klinik bir tanıdan çok deneyime dayalı bir tanımlama olan bu ifade, TikTok, Instagram ve X (Twitter) gibi platformlarda bir jargon olarak giderek daha fazla görünürlük kazanıyor. “Kendimi toparlayamıyorum ama iş teslimim var” sözü, günümüz kuşağının ruh durumunu özetleyen bir tür kolektif bilinçaltına dönüşmüş durumda. Nitekim 2023 yılında yayımlanan bir meta-analiz, ergenlerde ve genç yetişkinlerde sorunlu sosyal medya kullanımının depresyon, anksiyete ve stres ile anlamlı düzeyde ilişkili olduğunu ortaya koyuyor.
SAMİMİ ACILAR
“Benim haftam böyleydi” başlıklı videolar, günümüzün dijital ototerapi yöntemlerinden. Arka planda loş filtreler, hüzünlü şarkılar ve görüntülere eşlik eden kısa notlar: “Salı günü panik atak geçirdim, çarşamba ağladım, perşembe Zoom toplantısında gülümsedim.” Bunlar yalnızca duyguların ifade edilme biçimi değil aynı zamanda bir estetik dile dönüştürülme çabası. Ancak bu dijital anlatıların bir yönü daha var: algoritmalar. Çünkü izlenme, paylaşılma ve etkileşim kazandıran içeriklerin başında “samimi acılar” geliyor. Bu durum, bireyleri duygusal zorluklarını daha dramatik, daha estetik ve daha “viral” bir dille anlatmaya yöneltiyor. Acı, görünürlük kazanıyor, görünürlük ise bir tür geçici rahatlama sunuyor. Ancak 2022 yılında yayımlanan bir inceleme, TikTok ve Instagram gibi mecralarda psikolojik sıkıntı içeren içeriklerin özellikle genç izleyicilerde anksiyete ve tükenmişlik düzeyini artırabildiğini gösterdi. Yani bu geçici rahatlama, kalıcı bir travma halini tetikliyor da olabilir.
İçselleştirilmiş kapitalizm kavramı, bu psikolojik hali tarif etmek için kullanılan bir başka popüler terim. Birey, üretmediği zaman değersiz hissediyor. Hatta dinlenmek bile bir “verimlilik” kriterine bağlı. İşten çıkınca hobi kursuna gitmek, sonra bir etkinliğe katılmak, “kendini geliştirme” baskısıyla geçen akşamlar... Beden ve zihnin tüm sinyallerine karşın duramamak, bir tür toplumsal mecburiyete dönüşmüş durumda.
Bu noktada “sınırlarımı çizdim”, “duygusal emeğimi geri çektim” gibi terapi dili de gündelik konuşmanın parçasına dönüşüyor. Ancak bu kavramların sosyal medyada aşırı kullanımı, duyguların yeniden kodlanmasında yüzeyselliği de beraberinde getirebiliyor. Çünkü artık herkesin bir tanısı, bir tükenmişliği ve bir ifşa postu var.
KUŞAKLARARASI KOPUŞ
Sosyal medya neslinin kendi iç dünyasını kelimelere dökme biçimi, aynı zamanda önceki kuşaklarla arasında dilsel bir kopuşa da işaret ediyor. “Bizim zamanımızda böyle şeyler söylenmezdi” tavrı, duygu dünyasını açıkça paylaşan gençler için hem yargılayıcı hem de anlaşılmaz. Öte yandan bu söylem kuşağı için güçlü bir aidiyet kurma aracı da aynı zamanda.
DUYGULARIN ESTETİĞİ Mİ YARDIM ÇAĞRISI MI?
Yeni psikoloji dili belki de çaresizliğin en yaratıcı karşılığı. Bu dille konuşmak, duyguları tanımayı, başkalarıyla benzerlikleri görmeyi, belki de geçici bir teselli bulmayı sağlıyor ama aynı zamanda ruh sağlığının algoritmalara teslim edildiği, terapinin TikTok’a taşındığı, içe dönük konuşmaların izlenme yarışına sokulduğu bir dönemi de açık ediyor. Evet, bu bir tür ototerapi. Ama belki de hâlâ en çok ihtiyaç duyulan şey: Gerçek bir sesin duyulması.