ABD bağımsız müziğinin önemli isimlerinden Caroline Rose, geçişlere açık ruh halini şarkılarına yansıtıyor ve bunu aynı akışkanlığa sahip görsel üretimlerle destekliyor. Müzisyen, 25 Eylül akşamı Salon İKSV’de sahne alacak. Kendi deyimiyle “tuhaf bir açık büfeyi” andıran zihninden psychobilly, pop, shoegaze, alternatif country, folk ve elektronik türleri harmanlayan Rose, bir Grammy adaylığına da sahip. Queer yaklaşımıyla farklı kimliklerin destekçisi olarak öne çıkan sanatçı, “Jeannie Becomes a Mom” isimli hitiyle milyonlarca dinleyiciye ulaştı, “Superstar” ve “The Art of Forgetting” albümleriyle bağımsız müzik sahnesinde saygın bir yer edindi. Rose ile İstanbul konseri öncesinde keyifli bir sohbet yaptık.
– Bu yıl “Year of the Slug” albümünü ham GarageBand kayıtlarıyla sadece Bandcamp üzerinden yayımladınız. Bu, ticari müzik platformlarına bir tepki miydi? Veya daha geniş açıdan bakarsak, müzik endüstrisinde sizi en çok rahatsız eden şeyler neler?
“Year of the Slug”u dijital platformlarda paylaşmadım çünkü bir şey keşfetmenin o özel duygusunu özlüyorum. Örneğin bir plak kutusunda tesadüfen albüm bulmak veya ikinci el dükkânından kaset almak gibi… Sanırım bir bakıma bu hissin çağdaş karşılığını yaratmaya çalıştım. Bir şey üretip anında ticari bir platformda ücretsiz olarak sunmak bana emek verilmiş gibi gelmiyor, özel de hissettirmiyor.
– Turnelerde, çoğunlukla bağımsız mekânlarda, mekânın olanaklarına göre yalnızca bir gitar, piyano veya modüler synthesizer eşliğinde sahne alıyorsunuz. Bu tavır, emeği ve sanatsal bağımsızlığı destekleyen devrimci bir duruş olarak görülebilir mi?
Bence devrimci değil ama bağımsız mekânları desteklemek çok önemli. Onların, şirketlere ait büyük mekânlar kadar paraları yok. Çoğu bağımsız kulübü işletenler, bunu canlı müziği sevdikleri için yapıyor ve bu mekânlar yerel topluluklarda gerçekten çok önemli bir rol oynuyor. Bağımsız kulüpler gelişmekte olan grupları ve sanatçıları destekliyor, aynı zamanda karşı kültür için bir yuva da olabiliyor.
– Müzik videolarınız ve güçlü sahne performansınız olası bir oyunculuk kariyerine işaret ediyor. Özellikle Feel the Way I Want videosu anlatı yapısıyla öne çıkıyor. Canlı performanslarda da sahnede “orada olma” haliniz dikkat çekiyor. Kendinizin bu performatif yanını nasıl görüyorsunuz?
Bunu fark etmeniz ilginç. Bir film yapmak isterdim, bu hep hayalim oldu. Hatta bazı açılardan film konusunda müzikten bile daha tutkulu olduğumu söyleyebilirim ama müzik, yürümeyi seçtiğim yol oldu. Hem müzik hem film yapan pek çok insan tanıyorum. Kim bilir, belki daha çok oyunculuğu da denerim.
– “Jeannie Becomes a Mom”tan son çalışmalarınıza kadar geçen sürede odağınızı tek hit peşinde koşmaktan çok bütünlüklü albümler yaratmaya yönelttiğiniz görülüyor. Buna katılır mısınız?
Tekliler üretmek de eğlenceli ama ben albüm yapmaktan daha çok keyif alıyorum. Bir albümü baştan sona dinlediğinde bambaşka bir dünyaya taşınmak mümkün. Gerçekten iyi bir albüm çoğu zaman bir filmin yarattığı etkiyi yaratabiliyor. Bu çok güçlü bir şey.
HEM KIRILGAN HEM DE GÜÇLÜ
– Şarkılarınız hem kırılganlık hem de güç temalarını içeriyor. Bu dengeyi nasıl kuruyorsunuz?
En sevdiğim şarkı türleri duygusal olarak biraz karmaşıklık taşıyanlar. Örneğin hüzünlü ama aynı zamanda mizah barındıran bir şarkı veya melodisi çok neşeli olup sözlerine dikkat edildiğinde aslında yıkıcı bir etki bırakan bir parça… Bu tür kafa karışıklığını seviyorum. Tıpkı türler arasında gezinen şarkılardaki kafa karışıklığını sevdiğim gibi.
– Grubunuzu her gece aynı şarkılara taze bir ruh katmaları için nasıl motive ediyorsunuz? Hep birlikte o anlık doğaçlama hissini nasıl koruyorsunuz?
Sonuçta hepimiz müziği meslek olarak yapmaktan çok mutluyuz, bu yüzden işin bir profesyonellik boyutu da var. Sahneye çıkıp şarkıları çalarken bunun bir dinleyicinin müziği ilk kez deneyimlediği an olabileceğini bilerek hareket ediyoruz. Grup ne kadar hazırlıklı olursa olsun her konser bir öncekinden mutlaka biraz farklı oluyor. Seyircinin getirdiği enerji her gece değişiyor ve bu da nasıl ya da ne çaldığımızı etkileyebiliyor. Ben de sahnede söylediklerimi sürekli doğaçlıyorum veya set listesini o anki ruh halime göre değiştiriyorum. Sahnedeyken hislerimi gizlemekte hiç iyi değilim. Ne görüyorsanız o var. İşte bu da her konseri ilginç kılan şeylerden biri.
– Büyük kentlerde veya küçük kasabalarda çalıyor olmanıza göre şarkı listenizi nasıl yeniden oluşturuyorsunuz? Her seferinde farklı yorumladığınız ama mutlaka çaldığınız bir şarkı var mı?
Bulunduğum kentten çok mekânın büyüklüğü ve yapısı belirleyici oluyor. Çünkü bir salonun boyutu ve şekli ne çalacağımı doğrudan etkiliyor. Eğer dinleyicilerin çok dikkatli olduğu bir “dinleme odası”ndaysam, şarkı listem gürültülü ve insanların eğlenmek istediği bir mekândaki set listeden çok farklı oluyor.
‘TÜRK MÜZİĞİNİ MERAK EDİYORUM’
– Yaklaşmakta olan İstanbul konseriniz için heyecanlı mısınız? Daha önce Türkiye’den biriyle bağlantınız oldu mu? Hiç Türkçe şarkı biliyor musunuz?
Yarı Türk yarı Amerikan bir arkadaşım var, bana İstanbul’da yapılacak ve görülecek şeylerin bir listesini verdi çünkü bu kente ilk kez geleceğim. Türk müziğini çok bilmiyorum, aslında bu da buraya gelmek istememin nedenlerinden biri! Bu hafta kenti keşfedeceğim, belki de birkaç Türk plağı bulup dinleyebilirim.