Doç. Dr. Ümit Akçay, Türkiye'de yabancı sermaye kalmadığına dikkat çekti: 'Rota yeniden inşaata döndü'

Doç. Dr. Ümit Akçay, 'İhracat-çekişli model yerine yeniden iç pazarın olanaklarını kullanan, iç talebe dayanan bir büyüme modeline geri dönüş olabilir. Bu bir dizi önlemle mümkün. Önlemlerin başında inşaat sektörünü canlandıracak kamu yatırım programları geliyor' dedi.

Yayınlanma: 16.11.2022 - 04:00
Doç. Dr. Ümit Akçay, Türkiye'de yabancı sermaye kalmadığına dikkat çekti: 'Rota yeniden inşaata döndü'
Abone Ol google-news

Berlin School of Economics and Law (Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu) İktisat Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ümit Akçay, TL’nin belirli bir patika içinde değersizleşmesi, takip edilen büyüme modelinin bir gereği olduğunu belirterek "Ancak bu yüksek enflasyon ortamında uygulanması giderek daha zor bir politika haline geliyor" dedi.

Sermaye çıkışları sonucunda neredeyse Türkiye'de yabancı sermaye kalmadığına dikkat çeken Doç. Dr. Ümit Akçay ile ekonomideki son gelişmeleri konuştuk.

YABANCI SERMAYE KALMADI

- Yabancı yatırımcı neredeyse Türkiye'yi unuttu. Yurtdışında Türkiye algısı nasıl, Yabancı neden artık buraya gelmek istemiyor, yabancı yatırımcı çekmek için hangi adımlar atılmalı?

Yabancı yatırımlar, özellikle de portföy akımları yani sıcak para girişleri epeydir durdu, hatta sermaye çıkışları sonucunda neredeyse yabancı sermaye kalmadı. 2018 döviz krizi, sermaye hareketleri açısından bir dönüm noktasıydı. 2018’de, Türkiye’nin büyüme modelinin sermaye girişlerine bağlı olmasının ne kadar tehlikeli olduğu iktidar tarafından da deneyimlenmiş oldu. Zamanın ABD Başkanı Trump’ın sosyal medya paylaşımları bir döviz krizini tetiklemeye yetti.

2018 sonrasında, zaten sürdürülemez hale gelmiş olan sermaye girişlerine dayalı büyüme modelinden uzaklaşıldığını görüyoruz. Özellikle 2019’da başlayan Londra merkezli off-shore TL piyasasının kapatılması adımlarını bir tür finansal korumacılık olarak görülebilir. 2019’da başlayan bu eğilim, 2021’deki yüksek negatif reel faiz dönemiyle birlikte daha da belirginleşti. Kısacası, sıcak para girişlerinin istenmediği bir dönemdeyiz.

Yabancı sermayenin veto gücünün azaldığı bir ortam, iktidara hem küresel finansal çevrimlerden daha az etkilenme şansını tanıyor, hem de içeride istediği ekonomi politikasını hayata geçirmesine olanak veriyor. Kısacası, bu yolla ekonomi politikalarını kilitleyen döviz-faiz kıskacı askıya alınıyor.

Sermaye girişlerinin yeniden canlandırılmasında çok karmaşık bir süreç yok. TL faizlerinin yükseltilmesi bunun için yeterli. Zaten Naci Ağbal döneminde bu test edildi ve işlediği görüldü. Buradaki mesele, para politikasıyla takip edilen büyüme modelinin uyumunun olup olmadığı.

İÇ PİYASA AĞIRLIKLI BÜYÜME DÖNEMİ

- Başta Almanya olmak üzere AB ülkeleri Türkiye'nin bir numaralı ticari partneri. Avrupa'daki resesyon Türk şirketlerini etkilemeye başladı. sipariş iptalleri sözkonusu. Kısa ve orta vadede bu anlamda Türkiye için nasıl riskler söz konusu olacak?

Avrupa’daki yavaşlamanın Türkiye üzerinde karmaşık etkileri var. Türkiye’deki politika yapıcılar, 2020’de başlayan Covid-19 pandemisini bir fırsat olarak gördü ve bu süreçte ‘çarkların dönmesini’ teşvik ederek, diğer ülkelerde sert daralmalar görülürken, Türkiye’de büyümenin sürmesi sağlandı. Pandemi döneminde ortaya çıkan bu avantajın özellikle 2021’de girişilen para politikası deneyiyle büyüme modeli değişikliğine doğru evrilmesi, ilginç bir eğilim olarak karşımıza çıkıyor. Fiyat rekabetçiliğine dayanarak gelişen bir ihracat-çekişli büyüme modeli, giderek politika yapıcıların lügatına girdi. Buradaki fiyat rekabetçiliği, bir yandan TL’nin belirli bir patikada düzenli bir şekilde değer kaybetmesine, diğer yandan da reel ücretlerin baskılanmasına dayanmaktadır.

Ancak Avrupa’nın yavaşlaması, Türkiye’nin 2021 sonrası girdiği bu yeni kulvarda daha fazla ilerlemesini zorlaştırmaktadır. İktidar bu durumu, ihracatta çeşitlendirmeyi teşvik ederek aşmaya çalışabilir. Ancak bu kısa sürede hayata geçebilecek bir önlem değil. Bu durumda, ihracat-çekişli model yerine yeniden iç pazarın olanaklarını kullanan, iç talebe dayanan bir büyüme modeline geri dönüş, kısa dönemde iktidarın hayata geçirebileceği bir dizi önlemle mümkün. Zaten bu eğilimi verilerden de görüyoruz. Bu önlemlerin başında inşaat sektörünü canlandıracak kamu yatırım programları ve iç talebi destekleyecek ücret artışları geliyor. Dikkat ederseniz, TOKİ sosyal konut projelerinin ilan edilmesi, kamu bütçesinin yılın ilk yarısında fazla vermesine rağmen ikinci yarısında büyük bir açıkla kapanacağının beklenmesi ve son olarak ücretlere yüklü bir zam yapılacağı beklentisi, ekonomi yönetiminin ihracat pazarlarındaki tıkanıklıklara karşı iç pazar olanaklarının kullanılacağı anlamına geliyor. Elbette seçim öncesinde bu tip bir politika iktidar açısından çok daha uygun bir seçenek olarak görünüyor.

FİRMALAR KORKUSUZCA ZAM YIPIYOR

- Enerji zamları, maliyet artışları, yüksek enflasyonu düşününce vatandaşı ve şirketleri nasıl günler bekliyor?

Enflasyon, gerili enflasyon oranının altında artanlar için büyük bir gelir kaybı anlamına gelir. Bunu emeğin milli gelirden aldığı payın azalmasıyla görüyoruz. Şunun altını çizmeme izin verin: Buradaki en önemli sorun enflasyonun olması değil, emeğin örgütsüz olması. 1990’lardaki yüksek enflasyon ortamında reel ücret kazanımlarının yaşanabilmesinin nedeni emeğin örgütlülüğüdür. Bu olmadığı için enflasyon geniş kesimler için büyük kayıplar anlamına geliyor.

Emeğin payının azalmasının simetrik karşıtı, şirket kârlarının artmasıdır. Yani gelirlerini enflasyon oranın üzerinde artırabilenler için enflasyon bir kazanç kapısıdır. Normalde fiyatlarını artıran bir firma, pazar payını kaybetme riski nedeniyle bu seçeneği temkinli olarak kullanır. Ancak günümüzde artan tedarik sorunları nedeniyle pazar payını kaybetme riski giderek azalıyor, zira rakip firmaların kısa sürede üretimi artırmaları artık daha zor. Bu durumda firmalar daha korkusuzca zam yapıyorlar. Bu da enflasyon artışını daha da azdırıyor.

- Ekonomi çok zor bir dönemden geçiyor, sürekli yeni önlemler açıklanıyor, faiz indiriliyor, bunlar sorunları çözmeye ne derece etki ediyor?

Faiz, çözmeye çalışıldığı söylenen sorunlara uygun bir araç değil. İktidar çevrelerinin açıklamalarından anlaşılan, sanayideki bir yapısal dönüşümle cari fazla veren bir ekonomi yaratmak isteniyor. Ancak bu amaca sadece faizle ulaşabilmek mümkün değil.

HÜKÜMETİN TERCİHİ SEÇİMLERE KADAR DEĞİŞMEZ

- Resmi enflasyon yüzde 85'i aştı. Enflasyonda önümüzdeki dönemde ne tür riskler var, nereye kadar çıkabilir, Enflasyonla mücadele için asıl atılması gereken adımlar hangileri?

Enflasyon artışları tepe noktasına vardı. Bundan sonra keskin bir düşüş yaşanacak. Hesaplama yöntemi nedeniyle, yani baz etkisi sayesinde oluşacak bu gerileme sonucunda enflasyon mevcut düzeyin yarısına inebilir. Yeni bir kur şokunun gelmemesi durumunda, seçimlere giderken bu gerileme iktidar açısından önemli bir rahatlama sağlayacaktır.

Enflasyonla mücadele için atılacak adımlar, iktidarların politik-ekonomi önceliklerine göre değerlendirilir. Zira atılacak her adımın bir maliyeti vardır. Hazine ve Maliye Bakanı Nebati geçtiğimiz Haziran ayında bunu açıkça ifade etti: ‘Dövizi düşürmek için yüksek faiz artışı yapabilirdik. Ama o zaman üretim bundan olumsuz etkilenirdi. Biz bir yol ayrımına gittik. Enflasyonla birlikte büyümeyi tercih ettik. Yoksa enflasyonu düşürmek için çok sert tedbirler alabilirdik.’ Bu tercihin en azından seçimlere kadar değişeceğini sanmıyorum.

- Dolar kuru son 2 aydır 18.60 TL civarında sabitlendi. Özellikle ağustos ayında kaynağı belirsiz para girişinde ciddi artış oldu. Kur bu seviyede sabit kalır mı, kur ile ilgili öngörüleriniz nelerdir?

TL’nin belirli bir patika içinde değersizleşmesi, takip edilen büyüme modelinin bir gereği. Ancak bu yüksek enflasyon ortamında uygulanması giderek daha zor bir politika haline geliyor. Zira TL’deki değersizleşme neredeyse birebir olarak enflasyona yansıyor. İktidar, enflasyonda sert bir gerilemenin yaşanacağını önümüzdeki dönemde TL’yi sabitleyerek bu gerilemenin daha da ivmelenmesini istiyor olabilir. Ancak bu tercih, büyüme modelinin üzerine oturduğu sosyal bloğun önemli temsilcisi olan sermaye örgütleri tarafından eleştirilmeye başlandı. Özellikle ihracatçı sektörler, TL’nin değersizleşmesini istiyorlar. Özel olarak kurun seviyesini ve genel olarak da önümüzdeki dönemi şekillendirecek olan, farklı sermaye gruplarının yer yer çelişen talepleri ile iktidarın politik önceliklerinin nasıl bağdaştırılacağı olacak.

- Şu anda Türkiye ekonomisinin en can yakıcı sorunları nelerdir? Çözüm için acil atılması gereken adımlar hangileri?

En yakıcı sorun emeğin milli gelirden aldığı payın sürekli gerilemesidir. Bunun çözülmesi için mevcut ekonomik modelin değişmesi ve reel gelir artışlarının sağlanması gerekir.

- Türkiye seçim sürecine girdi, gelecek 7-8 ayda nasıl bir ekonomik atmosfer bekliyorsunuz, Seçimden sonra Türkiye kendi kaynaklarıyla krizden çıkar mı yoksa IMF tarzı programlara ihtiyaç olur mu?

Önümüzdeki dönemde iktidar her kesim için ayrı politika geliştirecek. Enflasyonun gerileyeceği ve asgari ücret artışıyla enflasyonun yarattığı gelir kaybının kısmen telafi edileceği umuluyor. Diğer yandan tercihli kredi politikası sayesinde krediler KOBİ’lere yönlendiriliyor. Bunun yanında büyük sermaye grupları karlılıklarını sürdürüyor, özellikle bankacılık kesiminin yüksek karlar yazdığı bir dönem olmayı sürdürecek. Kısacası, iktidar seçimi kazanmak için tüm olanakları sonuna kadar kullanıyor, kullanacak. Muhalefetin mevcut durumunda iktidarın bu adımlarının işe yaramasını yüksek olasılık olarak görüyorum.

Seçimden sonrası ile ilgili yorumlar yapabilmek için iktidarın nasıl şekilleneceğini görmemiz gerekiyor. Ancak Türkiye’de tipik bir kriz yok. Yani halen canlı bir ekonomik büyüme var. İktidarın kazanması durumunda IMF seçeneğinin masaya gelmesi için bir neden göremiyorum. Muhalefetin kazanması durumda ise nasıl bir ekonomi programı ile çıkacaklarını görmemiz gerekiyor.


İlgili Haberler

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler