Bir başka alemdir Karadeniz
İzlenim: Fügen Ünal Şen
Belki de pek alışık olmadığınız türden bir yazıdır bu, kim bilir? Hatta belki de fotoğraflarını gördüğünüz yerlerle ilgili ansiklopedik bilgi bulamayacaksınız diye kızacaksınız da bana.
Kızmayınız...
Baştan söylüyorum işte; internete girseniz ve "tık" deseniz "şıp" diye karşınıza çıkacak bilgileri niye yazayım ki buraya?
Ben size gördüğümü değil, görünce hissettiğimi anlatayım istedim.
Sırf son zamanlarda kimse duygularını paylaşmıyor diye...
Sırf belki de ortaktır duygularımız, siz de bir ses verir yazının altına bir yerlere iki satır yazar sizinkini paylaşırsınız diye...
Sırf içimden böyle geçtiğinden, hesabı, kitabı bir tarafa koyduğumdan...
Öyle işte.
Yazının başında, Yaz'ın başında Karadeniz Yaylaları'na yaptığım kısa geziden bana kalan neydi, onu paylaşmalıyım sizinle, sonrasını fotoğrafların altından okursunuz.
ERTELEMEYİN. Yok, öyle" Hayat akıp gidiyor, istediklerini fırsat bulunca yap, erteleme" manasında felsefi bir şey söylemiyorum. Karadeniz, Yaylalar öyle hızlı değişip sıradanlaşıyor ki, öyle hızlı kıyılıyor ki o canım yöreye, daha da fazla hırpalanmadan gidip görün, onu diyorum. Sabahtan akşama değişiyor denir ya gerçekten, işte o hızla değişiyor.
Neyse...
Hadi biz Karadeniz Yaylaları'na çıkalım, gönlümüzü yeşile, maviye, ruhumuzu sessizliğe bırakalım.
ELEVİT...
Sessizdi evet. Öyle sesssizdi ki fotoğraf makinemin deklanşörünün sesi gümbürtü gibi yankılandı. Gök maviydi elbette. Ama bulutlar fena griydi. Mayıs çimeni, yaylayı yeşile boyamıştı ve adını bilmediğim sarı kır çiçekleri karlı dağdan gelen rüzgara kafa tutuyordu sanki. Rüzgar? Ayazdı vallahi...
FIRTINA DERESİ VE CANIM KEMERLİ KÖPRÜLERİ
Kaçkar Dağları'nın tepesindeki karlar erir mi? Erir. Karadeniz'e dökülür mü? Dökülür. Ama denize kavuşana kadar coşar mı? Coşar... Hayata, insana, balığa, çaya, buluta, yağmura karışır mı? Karışır... Ah, insan ne gözünü, ne gönlünü alabiliyor o coşkulu sudan. Suyun kaya aralarında dinlendiği, sakinleştiği, soluklandığı ne derseniz deyin doğrudur; bir yer bulursanız çıkarın ayakkabıları, oturun kayaya, sokun ayaklarınızı suya. Gerisi kalmış Fırtına'ya... Kemerli köprülerin asırlık taşlarına dokunun bir de. Hissedin. Öyle ya hiç bir taş sandığınız kadar taş değildir neticede, asırlık dokunuşları taşırlar günümüze...
ŞELALELER
Bitmiyor... Ne yüce Kaçkarlar'ın karı, ne eriyen karların denize varma çabası. Şelale olup dağdan düşüyor da düşüyor sular. Gürültüyle. Evet zahmetli iş o şelalelere yürümek. Patikalar aşıyorsunuz, ulu ağaçların köklerini merdiven basamağı yapıp tırmanıyorsunuz, durup durup "Daha ne kadar var?" diye soruyorsunuz ama hepsine değiyor. Billurlarını uçura uçura, gümbürtüyle düşen suyu görünce, bir kayada oturup öylece duruyorsunuz.
Tar Deresi Şelalesi var mesela, yürümesi kolay bir parkur. 1.5 km. Şanslıysanız yaban keçisi, çengel boynuzlu dağ keçisi, kurt, ayı, domuz, tilki, geyik, sansar, çakal, sülün, kartal, doğan, atmaca, şahin, yaban tavuğundan biriyle karşılaşırsınız.
Mençuna Şelalesi var bir de. 4 km. Yürü Allah yürü, tırman Allah tırman bitmeyen bir parkur. Zor vallahi. Ama olsun, yılmayın çıkın. Sonuç; 'vay be' dedirtiyor. Siz beni dinleyin, pes etmeyin...
AVUSOR YAYLASI
Buz gibiydi. E kar altındaydı da ondan. Kolay değil rakım 2420 metre. İn cin top oynuyor denir ya, sanırım onlar bile yoktu o an yaylada. Haziran sonlarında, karlar eridiğinde, evler ortaya çıkarsa hayat da başlar elbette ama şu hali de pek güzeldi doğrusu. Çamlıhemşin'den yola çıkarken üstümde ince bir penye vardı. Ama kavisli, çamurlu, taşlı, taşkınlı birbuçuk saatlik yolu bitirip Avusor'a yaklaştığımızda yolumuzu kar kesti.
Polar beni kesmedi. Dondum. Yaylayı kullanan Lazlar taş evlerini soğuğa karşı korusun diye tezekle örtüyorlarmış ya pek doğru yapıyorlar. Kaçkarlar'ın eteklerinde kurulu olduğundan çığ tehlikesi varmış. Avusor isminin kökeni Ermenice. Kum Vadisi demekmiş. Eh kumlu halini göremediğimden şimdilik benim için Kar Vadisi olarak yazılsın gönlüme...
AYDER... EYVAH
Şimdi söyeleceğim, içiniz acıyacak ama Ayder çoktan yayla özelliğini kaybetmiş. O canım yeşilliğin içinden mantar gibi ahşap yapılar fışkırıyor, kimi pansiyon, kimi restoran olacak bitince. Restoran var bir sürü. Sıra sıra tur arabalarından yeşil yamaçları görmekte zorlanıyorsunuz. Restoranlarda gürültülü canlı müzikler, şehirli sofralar. Köfte, pide, tavuk...
Hani karalahana sarmasını geçtim, bir muhlama bulmak için bile mucize. Arap turistler her pansiyonu doldurmuş. Fiyatlar da uçmuş. Sadece Ayder'de değil, tüm yaylalarda yerli yabancı gelen her turiste 'gelen geçen' gözüyle baktıklarından mıdır nedir bilemem, bir küçük sahandaki muhlamaya onbeş- yirmi lira ödüyorsunuz varın siz gerisini hesaplayın.
BORÇKA'NIN KARAGÖL'Ü
Yaylalar, şelaleler derken bir başka nefes kesen yerdeyim. Karagöl. Artvin'in Borçka İlçesi'nden 25-30 km. uzakta. Bir milli park. Göl ama bildiğimiz göllerden değil. Heyelan gölü. Eski adı Klaskur (Aralık) Yaylası'nın yakınlarındaki bir tepenin heyelanla Klaskur Deresi'nin önünü kapatmasıyla oluşmuş. Erozyon nedeniyle de doluyor yavaş yavaş. Güzel bir yer ama pek turistik. Tur otobüsleri kalabalıkları getirip götürüyor. Gölün çevresini dolaşayım diyorsanız kırkbeş dakikalık yürüyüşe hazır olun.
FIRTINA MUSLUĞU: Karadenizli zekası da esprisi de başka oluyor, işte Çamlıhemşin'de Fırtına Deresi'ni musluktan akıtan zeka da bu...
KEYFİNİ SÜR BE: Maçhael'de... Karanlık mı demeli, izbe mi bilemedim bir minik dükkan. Dükkanın köşesinde bir minik masa. Masanın üstü tütün. Gürcü tütünü. "Sar bir tane be amca" dedim. Sardı, kağıdı yapıştırma işini bana bıraktı, uzattı. "Parasını vereceğim ama" dedim, "Keyfini sür be" dedi, gülümsedi.
En Çok Okunan Haberler
- Emekliye iyi haber yok!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- Dönmek isteyen gençler için şartını açıkladı
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- CHP'nin ilçe başkanından açıklama!
- ‘Kartlar bloke edilebilir’ uyarısı!
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü
- İkinci elde 'Suriyeli' hareketliliği