AB'nin Kıbrıs Stratejisi...
Kıbrıs üstündeki çıkar hesaplarının kesinlikle kapanabilmesi için Kıbrıs’ta yan yana Türk ve Rum olarak iki devlet anlayışına gidilmeli ve nasıl ki bile bile kendini bir uçuruma atmazsa,
KKTC devleti de bu “çözüm görüşmeleri” denilen müzakerelere atılmayıp son verilmelidir
Kıbrıs sorununun çözümü için KKTC Cumhurbaşkanı ile G. K. Rum yönetimi başkanı arasında 2008 Eylül’ünden beri sürdürülen görüşmeler, son olarak New York’ta BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun’un yanında buluşmayla tekrarlandıysa da, hiçbir çözüm sonucuna bağlanamadı. New York dönüşünde KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu 28 Ocak’ta yeniden görüşüleceğini ve bunun son görüşme olabileceğini açıklamışsa da, aslında BM Genel Sekreteri de görüşmelerin ilelebet sürdürülemeyeceğini açıklamış ve her iki lideri bu konuda uyarmıştır. Ancak K. Rum yönetiminin istediği ve “Birleşik Kıbrıs” olarak öne sürdüğü devlet şeklinin Kıbrıs’ta tek bir Kıbrıs halkına dayanan “üniter” yapıda devlet şekli olması, görüşmelerin barışçıl bir çözüme bağlanmasını olanaksız kılmaktadır. Bu, Rum tarafının Kıbrıs Adası’nın tümünde tek taraflı egemenlik iddiasından vazgeçmemesi, bir başka deyişle “Birleşik Kıbrıs” denilen üniter yapıda yeni bir devletin kurulması, böylece KKTC devletinin hukuken ve fiilen ortadan kalkmasıdır. Bu 1959-60 Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nın temelden değiştirilerek, Kıbrıs Türk toplumu kimliğinin anayasadan çıkarılarak, siyasi eşitlik haklarının nötralizesidir. Böylesi bir amacın gerçekleşebilmesi elbette ki olası değildir. Ancak, Kıbrıs Adası üstünde stratejik çıkarları belirgin olan AB, İngiltere ve doğal olarak Yunanistan “Birleşik Kıbrıs” şeklinde bir devletin kurulmasını istiyorlar ve bu formüle dayalı çözümü destekliyorlar. Bu önemli desteği bilen Rumlar da, Türk tarafının öne sürdüğü siyasi eşitliğe dayalı çözüm koşullarını kabul etmeyip anlaşma yolunda oyalama politikası gütmektedir. Bu söz konusu devletlerin Kıbrıs üstündeki stratejik çıkarları ile, Kıbrıs’ın bütünü üstünde “tek taraflı egemenlik” hayalindeki Rumların temel amaçlarının özdeşmesi demektir. Bu konuda objektif örnekler vermek güne kadar Kıbrıs konusunda neler döndüğünün aydınlanması bakımından yararlı olacaktır. Şöyle ki:
Askeri İşbirliği
1- AB kurucu üyelerinden Fransa, Sarkozy’nin göreve gelmesinden hemen sonra Ortadoğu’da daha aktif girişimleri kapsamında, Güney Kıbrıs Rum yönetimi ile “Askeri İşbirliği Anlaşması” imzaladı. Konuyla ilişkin Türkiye’nin Fransa’ya ardı ardına “nota”lar vermesi ve siyasi, diplomatik girişimlerde bulunması sonuç vermedi; Fransa, Güney Kıbrıs’ın Baf kentindeki Andreas Papandreu Hava Üssü’nde hava filosu ile asker bulundurma hakkı elde etti (1). Fransa nerede, Kıbrıs nerede? Bu AB’nin savunma ve güvenliği konusunda Kıbrıs’a Fransa tarafından bir adım atılmasıdır.
Yanı sıra, yakın süre önce AP Dış İlişkiler Komitesi’nde kabul edilen karar taslağında (2) Türk askerlerinin adadan derhal çekilmesi, Maraş’ın da Rumlara iadesi istendi. Türkiye’nin Kıbrıs Rumlarına limanlarını açması için AB’nin yaptığı sürekli baskılar, Rum tarafına verilen desteğin somut kanıtıdır; bilineceği gibi Rum toplum lideri Hristofyas, adadaki Türk askeri gücünün çekilmesini ve garanti anlaşmalarının nötralizesini istemekte ve Kıbrıs Türk tarafının Türkiye’nin garantörlük hakkından asla vazgeçmeyeceğini öne sürmektedir. Öyle ki, AB’ye göre Türk askeri Kıbrıs’tan çıkacak ancak, AB kurucu üyesi Fransa’nın askerleri Kıbrıs’a girebilecek!
2- İngiltere, yüzyıllardan beri eş stratejik amaç peşindedir; her ne kadar Kıbrıs’ın güneyinde askeri üsleri ve sömürgeci devlet sistemine, dolayısıyla BM şartına aykırı toprakları varsa da bu üsleri daha etkin şekilde kullanabilmek için sadece Güney Kıbrıs değil, KKTC bölgesini de kullanmak, Magosa Limanı’ndan, tüm KKTC havalimanlarından yararlanmak ister. Nitekim, bir süre önce, İngiltere Dışişleri Bakanı’nın te-levizyonda da duyulan açıklamasında Kıbrıs’ta “Birleşik Kıbrıs” formülüne dayalı görüşmeleri desteklerini, garanti ve ittifak anlaşmalarının ise görüşmelerin tamamlamasından sonra ele alınması gerektiğini bildirdi. Aslında İngiltere “garanti anlaşmaları”nda yüklendiği görevi hiçbir zaman yerine getirmemiştir.
‘Jhonson Mektubu’
3- ABD ise, öteden beri Kıbrıs’ın garanti anlaşmaları kapsamında değil, NATO’ya bağlı askeri güçler tarafından yürütülmesini ve Rum çoğunluğuna dayalı bir hükümet şekli istemiştir. Hatırlanacağı gibi, 1963 ilk Kıbrıs Rum-Türk saldırıları sırasında Türkiye’nin garantörlük hakkına dayanan müdahale hakkını, İnönü’ye gönderdiği meşhur “Jhonson Mektubu” ile önlemeye kalkıştı. Savaş sırasında garantörlük hakkını kullanmayan İngiltere ile birlikte BM’ye başvurdular. Bu konuda daha sonra toplanan Londra görüşmelerinde ise, Kıbrıs’ın güvenliği ve savunmasının, “garanti ve ittifak anlaşmaları” ile değil, NATO’ya bağlı güçler tarafından yürütülmesini istedi. O sürede Londra Konferansı’na katılan TC Dışişleri Bakanı Haluk Bayülken’di. Bu istek Türkiye tarafından reddedildi. Ancak, eş konuda 4 Mart 1964’te BM’de yapılan toplantıda Türkiye büyük bir diplomatik hata yaptı; Türkiye’nin o sırada BM’deki temsilcisi Adnan Bulak’tı. Ancak, özel bir nedenle toplantıya gidemedi. Yerine Washington Büyükelçiliği görevindeki Numan Menemencioğlu katıldı. Nihat Erim ise uzman olarak bulundu. Alınan ve aslının sureti elimizdeki 186 No’lu kararlarda, “Kıbrıs’ta nizam ve asayişin sağlanması Kıbrıs hükümetinin görevidir. Ancak, BM askerleri bu hususta elden gelen yardımı ‘Kıbrıs Hükümeti’ne’ sağlayacaktır” denildi. Kıbrıs hükümetinin anayasadaki şekliyle Rum cumhurbaşkanı ile Türk cumhurbaşkanlığı rejimine dayanan, egemenliğin ve icra yetkisinin, bu iki devlet bakanının elinde toplanan yetki olduğu ayrıntılarıyla açıklanmadı. Böylece Kıbrıs Türk toplumunun siyasi hukuk yönlü hakları çiğnenmiş oldu. Öyle ki, Makarios, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğini elinde tutan tek yetkili olarak, çeşitli devletlerle uluslararası anlaşma ve de anlaşmalar yaptı. Silahlar satın aldı ve Rumları savaşa hazırladı. Enosis’in ilanı için uygun zamanı bekliyordu. Bu bekleyişten sıkılan Yunanlılar, adaya asker gönderdiler ve Nikos Sampson öncülüğünde Enosis’i ilan ettiler. Bu kez Türkiye oyuna gelmedi; Ecevit başbakanlığındaki hükümet 20 Temmuz 1974’te garantörlük hakkını kullandı; adaya asker çıkararak Rumların adayı bir bütün olarak Rum egemenliğine alıp Yunanistan’la birleşme hayalleri olan Enosis’i önledi.
Kıbrıs konusunda yapılan hatalar başımıza diplomatik ve siyasi pek çok sorun açmıştır. Bunlardan biri ve en önemlisi de (bence) 1959-60 Londra - Zürih anlaşmalarına göre hazırlanan Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nda, hükümeti oluşturan bakanlıkların paylaşımı sırasında Kıbrıs Türk tarafının, kendine tanınan üç bakanlıktan “Savunma Bakanlığı”nı, Rumların ise Dışişleri Bakanlığı’nı seçmiş olmasıdır. Bilineceği gibi klasik anlamda devletler, BM ve de dış dünya ilişkilerinde, “dışişleri bakanları” tarafından temsil edilmektedir. Bu koşullarda, BM’de Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bir Rum dışişleri bakanı tarafından temsil edildiğini gören dünya devletleri, Kıbrıs’ın Rum egemenliği altında bir devlet olduğu sanısına kapıldılar. Türk tarafının ve Türkiye’nin tüm diplomatik çabalarına değgin bu durum sürüp gitmektedir. Bu gidişi değiştirmek kaçınılmazdır. Kanımca, bunun tek yolu da “Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası”nın 50. maddesindeki, egemenlik hak ve yetkileri konusunda Kıbrıs Türk ve Rumların eşit icra yetkisi bulunduğunu dünyaya göstermek ve yeni bir Kıbrıs politikası oluşturmaktır. KKTC asla ve asla tek taraflı ve Rumlarla eşit düzeydeki siyasi haklarından ve ulusal egemenlik hakkından vazgeçmemelidir. Görüşmelerle tek bir Kıbrıs halkı ve tek devlet egemenliğine dayanan “Birleşik Kıbrıs” formülünü kabul etmemelidir. Böyle bir formüle barışçıl çözüm sağlamaz.
Diğer önemli hata 1995’te Rumların Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’na aykırı olarak AB üyeliğine alınmasını Türkiye’nin gerekli protesto vb. siyasi girişimlerle önleyememesidir. Bu büyük bir sorun yaratmıştır. Öyle ki AB Rumların tek taraflı egemenliğini açık seçik desteklemekle kalmıyor, Türkiye’ye bu konuda baskı uyguluyor; Türkiye’nin limanlarını Kıbrıs Rumlarına açmasını istemek Rumların Kıbrıs Cumhuriyeti üstünde tek taraflı egemenliğini istemesi demektir. Elbette ki Türkiye’nin böyle bir oyuna gelmesi düşünülemez. Ne var ki Kıbrıs’ta Türk ve Rum ortaklığına dayalı bir federal devletin kurulması durumunda, Rum yönetimi AB üyesi olduğu için Türk tarafı da otomatikman Avrupa Birliği’ne girecektir. Bu ulusal sınırlarımızın önüm Avrupa Birliği’ni içeren yeni bir Enosis duvarının örülmesi demektir. Böylece görüşmelerin çözüm sağlayamayacağının bile bile sürdürülmesi de Türkiye-AB ilişkilerini olumsuz yönde etkilemektedir.
Kıbrıs üstündeki çıkar hesaplarının kesinlikle kapanabilmesi için Kıbrıs’ta yan yana Türk ve Rum olarak iki devlet anlayışına gidilmeli ve nasıl ki bile, bile kendini bir uçuruma atmazsa, KKTC devleti de bu “çözüm görüşmeleri” denilen müzakerelere atılmayıp son verilmelidir; gerekli diplomatik ve siyasi formaliteleri - Türkiye’nin desteğini alarak- siyasi hukuk yönlü egemenliğini dünyaya tanıtmalıdır. Bu salt Kıbrıs Adası’na ve Türkiye’nin stratejik güvenliğine değil Akdeniz stratejisine dolayısıyla dünya barışına hizmet olacaktır.
Müfide Zehra Erkin-Dış Politika Yazarı
Belge:
l- Cumhuriyet ga,
7 Şubat 2009, sayfa, 4
2- Cumhuriyet ga, 28 Eylül 2010, sayfa, l
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- Dönmek isteyen gençler için şartını açıkladı
- CHP'nin ilçe başkanından açıklama!
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü
- ‘Kartlar bloke edilebilir’ uyarısı!