Akan kan nasıl durur/ 2
Cumhuriyet'ten Türey Köse, siyasetçilerden aydınlara, şehit babalarından yazarlara, emekli askerlerden sinema sanatçılarına dek çeşitli kesimlerle konuştu. Barışın sağlanması, akan kanın durması için 'Ne yapmalı' sorusuna yanıt aradı.
Oslo süreci ve sonrasındaki gelişmeler CHP içinde sert tartışmalara-saflaşmalara yol açtı. Öyle ki, son parti meclisi toplantısında Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün “ulusalcı kafatasçı” suçlamasına tepki gösteren bazı milletvekilleri üzerine yürüdü. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bir yandan “Silah bıraktırılacaksa PKK ile görüşülür. Önemli olan görüşmenin içeriğidir” diyor, öte yandan “Eğer bir Başbakan çıkıp kamuoyu önüne ‘Öcalan’la görüşülmeli’ diye bir beyan deklare ediyorsa kendisinin muhatabı artık Öcalan’dır. Ben bunu içime sindiremiyorum” açıklaması yapıyor. Parti Sözcüsü Haluk Koç, Oslo belgelerini açıklıyor; öte yandan eski milletvekili Şükrü Elekdağ rapor hazırlıyor, genel başkan yardımcıları Sezgin Tanrıkulu ve Gülseren Onanç çeşitli girişimlerde bulunuyor. CHP yönetiminin kafası karışık, milletvekili grubu “kavgalı” ve bir türlü “2012 Kürt raporu” çıkmıyor.
CHP, Kürt sorununun çözümü için TBMM’de tüm partilerin katılacağı 8 kişilik “Toplumsal Mutabakat Komisyonu” ve TBMM dışında da siyasi partilerin eşit sayıda önerecekleri toplam 12 üyeden oluşacak Akil İnsanlar Grubu kurulmasını önermişti, ancak bu öneri hayata geçirilemedi. Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, sorularımızı yanıtlarken çözüm için önerilerini sıraladı:
-Önce siyasetçinin dili değişmeli. Suçlayıcı, polemikçi, yarışmacı dilden uzaklaşmak gerekiyor.
-Toplumsal Mutabakat Komisyonu önerisi, 4 parti uzlaşmayınca olmuyordu. Araştırma komisyonu Meclis’in kararıyla kuruluyor, istemeyen parti üye vermez. Komisyonun adı Toplumsal Barışı Bozan -tehdit eden- Olayları Araştırma ve Çözüm Yolları Önerme Komisyonu olabilir. Darbe komisyonu gibi çalışır. Anayasa Uzlaşma Komisyonu gibi olmalı, AKP sayısal çoğunluğundan vazgeçmeli. Komisyonu kuralım, her parti kendi siyasal yükünü bir tarafa bırakıp önyargısız gelsin, bir çalışma sürecini başlatalım. Bu sürecin Meclis’te başlatılması lazım, AKP genel merkezinde ya da Başbakanlık’ta değil.
-Araştırma komisyonunda, kanaat önderlerini de uzman diye çalıştıralım. Milletvekillerinin, partilerin yapamayacağı işler var. Benim bir CHP’li kimliğimle gidemeyeceğim kesimler var; BDP’nin, AKP’nin gidemeyeceği kesimler var. Toplumun vicdanı olmuş, hem sorunu bilen hem önyargısız insanlar var; din adamı, yazar, akademisyen, gazeteci olabilir. Bunların bir arada çalıştığını düşünün, bir umut başlangıcı olabilir.
-Örgüte de görev düşüyor, irade beyanı ortaya çıkarsa, bunun çalışacağı ortama zemin hazırlamaları gerekir. Eylem yapmayacaklar, dillerini değiştirecekler, çok üstten konuşmayacaklar, direnç gösteren kesimlerin reflekslerini dikkate alan tutum gösterecekler, dinleyecekler. Konuşma ortamını ortadan kaldırmayacaklar.
Tanrıkulu, iktidara da “Önümüzde seçim var. Türkiye’de bir arada yaşamayı bu seçime kurban etmeyelim. Korkum odur ki; Başbakan yine bir arada yaşama arzusunu AKP’nin seçim başarısı odaklı bir politikaya heba edecek” uyarısında bulundu.
Habur ve Oslo süreci tartışmalarıyla ilgili olarak Tanrıkulu, “Habur’da sorun gelenlerde değildi, sorun orayı yönetemeyenlerdi. Muhalefetle, toplumla irtibat kurmadan bu projeyi hayata geçirdikleri için bu iş heba edildi. Öncesinden muhalefetle, bu işin diğer dinamikleriyle bir görüşme olsaydı silah bırakma süreci daha hızlı olabilirdi. Büyük bir fiyasko yaşandı, toplum hazır değildi. Oslo süreci de gerçekten örgütün silahsız hale getirilmesine odaklı yapılmamış. Oslo tutanaklarının 4 yerinde 12 Haziran seçimlerine, seçimlerin güvenli yapılmasına vurgu var” görüşünü dile getirdi. Tanrıkulu, “2. Oslo süreci” tartışmalarıyla ilgili sorumuza “Meclis’te bir mutabakat arayışını topluma göstermeden, bu dili düzeltmeden birlikte çalışma iradesini ortaya koyma iradesi konusunda azami çaba göstermeden yapılanlar sonuç vermiyor” yanıtını verdi.
Tanrıkulu, özellikle Hüseyin Aygün ile kendisini hedef alarak söylenen “Partiyi BDP’lileştiriyorlar” suçlamalarına da “Bunu söyleyen arkadaşlarımı sadece kınıyorum. En ucuz eleştiri bu” karşılığını verdi.
Terörle müzakere olmaz
• Terörle mücadele için 2006’da özel koordinatör olarak atanan, sonra görevden alınan emekli Orgeneral Edip Başer’in Oslo süreci ve sonrasındaki gelişmelerle ilgili görüşleri şöyle:
Devlet silah bırakmaz: Terörle mücadele askerin, polisin yaptığı mücadele değil. Çok farklı ayakları var. Sosyoekonomik koşulların iyileştirilmesinden tutun, terör örgütünün finans kaynaklarının kesilmesi, psikolojik desteğin kesilmesini sağlamak, diplomatik girişimler, psikolojik harekât denen halkın doğru bilgilendirilmesi, halkın bir kısmının PKK’ye sempatizan haline gelmesini önleyici propaganda faaliyeti. Bütün bunlar yapılmamıştır. Devletin tüm kurumlarını koordine edecek uzman kişileri yetiştireceklerdir. Terör örgütü elinde silah tutuğu sürece silahlı mücadele olur. Devlet silah bırakmaz. Kanın hâlâ akıyor olmasının temel nedeni, terör örgütünün can damarları olan finans akışı ve lojistik desteğin kurutulamamış olmasıdır.
Habur, Oslo: Habur deneyimi, talihsiz bir olay olmuştur. Buna neden olan siyasi kurum şapkasını önüne koyup düşünmeliydi. Maalelef öyle olmadı. Özel bazı yöntemlerle, özel bazı yollarla o kişilerle görüşürsünüz. Ama devlet olarak oturup da müzakere yapıyorsanız, hele 3. bir devletin gözetiminde oturuyorsanız müzakere masasına, bu çok yanlış. Terörle müzakere olmaz.
BDP meşru değil: Keşke BDP muhatap alınsaydı. Ancak BDP meşruluğunu kaybetti. Görünüşte meşru ama bana göre teröre tam olarak bulaşmıştır. Teröre bulaşmış olan herhangi birisiyle hele Öcalan gibi terörü ülkenin başına bela etmiş biriyle müzakere etmek akla ziyan bir iştir. Gerçekten samimi olarak terörü dışlayan siyasileri bulup çıkarıp onları muhatap almak gerekir.
PKK ile de görüşülür şeytanla da
• Oya Baydar: (Yazar) Çözüm için köklü adımlar atılırken “Bak ne çok taviz (!) verildi, neler yapıldı, teröristler hâlâ saldırıyor” korosu için söylüyorum. Mesela İrlanda’da, Güney Afrika’da taraflar arasında diyalog sürerken, hatta olumlu sona birkaç adım kalmışken bile kanlı provokatif eylemler oldu, görüşmeler yine de kesilmedi. Her şeyden önce, sorunun savaşla çözülemeyeceğinin artık anlaşılması lazım. Bu yolda atılacak somut adımlara gelince: Cesaretle, önkoşulsuz diyalog başlamalıdır. Muhatap sorunu bahaneden ibarettir. Öcalan, “muhatap benim” diyor. Kürt halkının manevi lideri, beğenin beğenmeyin Öcalan’dır. Abdullah Öcalan’ın devreye girebilmesi için koşulları gözden geçirilmeli, kendisine olanak sağlanmalıdır. Çözüm isteniyorsa PKK ile de görüşülür (ki silahlı güç PKK olduğuna göre bu zorunludur), şeytanla da görüşülür. AKP iktidarı, oy hesaplarıyla, kitleleri kaybederim korkusuyla CHP ve özellikle MHP muhalefetine teslim oldukça, gücü olduğu halde çözümü sağlayamaz. Tabii, AKP’nin kendi milliyetçi damarı da bir engel. AKP’nin eli bağlı: En önemli bağ kendi Sünni milliyetçiliği. İkincisi Erdoğan’ın kişilik özellikleri; o ve yakın çevresi, Kürt meselesinin bazı hakların gıdım gıdım verilmesiyle din kardeşliği temelinde çözülemeyeceğini anlayabilecek siyasal öngörüye sahip değil. Öte yandan, AKP iktidarı Gülen Cemaati’ne dayanıyor ve iktidarın bu gayri resmi kanadı Kürt sorununun çözümünde güvenlikçi politikalardan taviz verilmesini istemiyor. Buna bir de muhalefetin tavrını eklerseniz AKP’nin zikzaklarını, “mış gibi” yapmasını ve samimiyet derecesini anlayabilirsiniz. Aslında, AKP’yi barışçı çözüme zorlayabilecek gerçek güç bizleriz.
Meşru aktörlerle şeffaf müzakere
• CHP Genel Başkan Yardımcısı, Parti Sözcüsü Haluk Koç, “terör ile Kürt sorununun” birbirinden ayrılması gereği üzerinde duruyor. Koç, “Kanı durdurmak için terör örgütünü çok iyi tanımlamamız gerek. Nihai hedefleri ortada, saf olmamak gerekiyor. Silahla masaya oturarak siyasi müzakere yapma yanlışı Türkiye’nin başına çok daha fazla sorun getirir. Oslo bir utanç belgesidir. Erdoğan’ın bir kolunda Barzani, bir kolunda İmralı” dedi. CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun “Silah bıraktırılacaksa PKK ile görüşülür” açıklamalarını anımsattığımızda da Koç, şu değerlendirmeleri yaptı: “Ben kendi görüşlerimi söylüyorum. Silah bırakmadıktan sonra terör örgütü muhatap alınamaz. Kayıtsız şartsız silah bıraktıktan sonra da ondan sonraki süreç siyasi boyutta temsilcilerle, milletin önünde, meşru zeminlerde tartışılabilir. Terör örgütünün siyasi konularda muhatap alınmasının, toplumu bu yönde oluşturmanın yanlışlığını söylüyorum. Terör örgütü paralel devlet yapılanmasını kurumları ve kurallarıyla tarif etme aşamasına geldi. Kaçırdığı insanları için, gözaltında, tutuklandı, yargılanacak, gibi paralel bir hukuk devletin deyimleriyle konuşur hale geldi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir hukuk devleti olarak ulusal ve uluslararası hukukun kendisine verdiği tüm yetkileri kullanarak terörle mücadele etmek zorunda. Ancak diğer taraftan da Kürt sorununun çözümü için de meşru siyaset kurumunun, meşru siyasi aktörlerin, meşru zemin olan TBMM’de süreci milletin önünde şeffaf, açık şekilde tartışmaları gerektiği görüşündeyim. Bütün meşru aktörler, sadece BDP değil, MHP de var. ” Koç, “ulusalcı, şahin” eleştirilerine de “Ben yurtseverim, bir yabancı kendi ülkesinin çıkarlarını ne kadar savunuyorsa, ben de Türkiye’nin çıkarlarını o kadar savunmakla görevliyim. Şahin değil, akılcıyım” karşılığını verdi.
En Çok Okunan Haberler
- Emekliye iyi haber yok!
- Dönmek isteyen gençler için şartını açıkladı
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- ‘Kartlar bloke edilebilir’ uyarısı!
- CHP'nin ilçe başkanından açıklama!
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü
- İkinci elde 'Suriyeli' hareketliliği