AKP’nin kurucularından CHP Milletvekili Şener: ‘Elim kırılsaydı da Erdoğan’a oy vermeseydim’ diyenler var
Halen CHP Konya milletvekili olan Abdüllatif Şener, AKP’nin beş kurucu üyesinden biri. Hükümette devlet bakanı ve ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı olarak görev yaptı. “Özelleştirme bana bağlıydı, akçeli işlerde özelleştirmeyle ilgili bazı yönlendirmeler yapılıyordu ve yolsuzluklar vardı. Aramız açıldı. ‘Alın sizin olsun, bana gelmeyin’ dedim” çıkışıyla partisinden ilk kopuşa imza atan isim oldu. Son olarak Albayrak ile Arınç’ın istifası ve özellikle de kasasında 16.2 milyar TL nakit varlığı bulunan Borsa İstanbul, İstinyePark gibi Katar’a yapılan satışlar büyük tartışmalara yol açtı, bize de Şener’e sormak kaldı..
- Birinin varlığı, Erdoğan’ın varlığını tehdit ettiği zaman bütün kabahatleri onun üzerinde bırakır. Berat Albayrak’ın varlığı nedeniyle böyle bir durum ortaya çıkmış olabilir.
- Kemal Unakıtan ne yaptıysa Sayın Erdoğan’ın talimatı üzerine yaptı. Kamuoyunda çok yıprandı. Artık taşıyamayacak gibi olunca, bütün kabahatli oymuş gibi dışarı bıraktı.
- 17-25 Aralık’ta dört bakan yolsuzluklarla anıldı, biri “Kendiliğimden bir şey yapmadım. Ne yaptıysam başbakan istediği için yaptım” dedi, o dört bakanı yıpranmışlığıyla bıraktı.
- İstifada sadece koltuğunuzu bırakmıyorsunuz. Sosyal çevrenizi bırakıyorsunuz. Yeri geliyor, cenazenize katılacak olmuyor, düğününüze davet edecek kimseyi bulamıyorsunuz.
- Sayın Erdoğan hukuk ve ekonomi reformundan bahsedince, Arınç durumdan vazife çıkararak puan alacağını düşündü. Şunu göremedi: Bir gün başka, ertesi gün başka şey söylüyor!
- MHP tabanının çok önemli kesimi sayın Erdoğan’ın siyaset biçiminden hoşlanmıyor. O kadar çok “Elim kırılsaydı da oy vermeseydim” diyen var ki. Yıllarca desteklemiş, pişman…
- MHP’nin Erdoğan’a mecbur olduğunu düşünmüyorum. Ama Erdoğan’ın MHP’ye mecbur olduğunu düşünüyorum, MHP seçmenini gözden çıkararak geliştirebildiği hiçbir alternatif yok.
- Artık Erdoğan hükümetlerinin, ne ekonomi ne hukuk reformu yapma kabiliyeti kalmıştır. Bu hükümet o kadar çok kanunsuzlukla yoluna devam ediyor ki Türkiye şeffaf olamaz bir kere.
- AK Parti’nin kurucu fotoğrafına bakıyorum: Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Ali Babacan, Bülent Arınç ve siz… 2007’de bu fotoğrafta “trenden inen”lerin başında geliyorsunuz… Kırılma noktanız neydi?
Belli bir umutla Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kurmuştuk. O sırada partinin programını hazırlama görevi bendeydi. Program çalışmaları 4-5 ayrı komisyondan geçti. Her seferinde komisyon üyeleri değişiyordu ama komisyon başkanı olarak ben değişmez isimdim. Çağdaş, demokratik değerlere vurgu yapan bir program hazırladık. Ve bu çizgide bir siyaset bekliyorduk. Özellikle “3Y” vurgusu önemliydi. Erdoğan’ın Siirt’ten 2003 Mart seçimlerinde milletvekili seçilip başbakan olması hem partinin, hem hükümetin başında bulunması sonrasında en azından benim idealize ettiğim siyasetin gerçekleşmeyeceğiyle ilgili kesin kanaatler belirdi. Bunlar derinleşti. Aslında partiyi bırakmayı çok daha erken tarihlerde kararlaştırmıştım. Erdoğan ile aramızda hiç kırıcı bir şey geçmedi. Bana hayatım boyunca en nazik davranan insanlardan biri odur. Terslik yaptığım, istediklerini yapmadığım çok oldu. Her seferinde basın “Bakanlar Kurulu’nda kavga edecekler” diye kurulun bitmesini bekledi, fakat benim oluşturduğum gerginliklerde bile o daha alttan, yumuşak cümlelerle hitap etti bana.
- Yani?
Olay bana karşı iyi davranması değildi. Bir Türkiye idealim var, bir siyaset anlayışım var; bunu orada bulacağımı umut etmişim ama iş farklı gidiyor. Çok önceden bırakma kararı vermeme rağmen tarihini de “bazı etik değerlere uygun düşsün” diye seçim zamanına getirdim, çünkü size oy veren seçmen, size bir şey emanet etmiş. Verdiği vekâlet dönemini yarıda kesip ben yokum diye ortaya çıktığınızda sorgular diye düşündüm. İnsanlar bırakma işini kolay zannederler…
- Değil midir?
Çok zor bir şeydir. Sadece koltuğunuzu, unvanlarınızı bırakmıyorsunuz. Bütün sosyal çevrenizi bırakıyorsunuz. Yeri geliyor, cenazenize katılacak insan olmuyor. Yeri geliyor, düğününüze davet edecek kimseyi bulamıyorsunuz. Ömrünüzü o sosyal çevreye harcamışsınız ve ben burada yokum dediğinizden itibaren, hele ki eleştirmeye de başlamışsanız bütün dostlarınız sizden uzaklaşıyorlar.
- Size de öyle mi oldu?
Evet, elbette. Bütün bu riskleri göğüsleyerek 'hayır' diyorsunuz.
- Bugün ‘hayır’ diyemeyenler bundan mı korkuyor?
Hayır değil. Benim gördüğüm kadarıyla insanlar çıkarlarına çok düşkünler. Sizden etik davranış bekleyenler bile incir çekirdeğini doldurmayan çıkarlarını karşılamadığınız zaman aleyhinize dönüyorlar. Bazı şeyleri 60 yaşına geldikten sonra öğrendim. Bir yandan iyi mücadele ettiğim için beni takdir ediyorlar, sonra da “Senin orada tanıdıkların vardır, bizim şu işi bakanlıktan halleder misin” diyorlar. İnsanlar böyle, politikacılar da böyle… Çıkarlarından vazgeçmiyorlar. Ben eskiden insanların dini olur, inancı olur, çizgisini ona göre belirler veya ideolojisi olur, hayatını ona göre belirler diye düşünürdüm. Meğer büyük oranda insanların çıkarları varmış, o çıkarlarına hizmet ettiğin zaman dini ya da ideolojisi bir anlam ifade edermiş. Dolayısıyla diğer AKP’den kopan arkadaşlarla ilgili bir değerlendirme yapmak istemiyorum ama benim kopuşum, hiçbirinin kopuşuyla benzemiyor.
- Ne fark var?
Ben ilkesel olarak baktım ve yanlış gittiğine karar verdim…
- Onlar da öyle diyor efendim…
Kimseyi sorgulamak istemiyorum. Ben milletvekiliydim, başbakan yardımcısıydım, siyasi protokolde üçüncü sıradaydım. O konumdayken bıraktım… Bırakacağım dediğim zaman Erdoğan’a baş başa söyledim. Bir akşam Başbakanlık’taki bir toplantıdan sonra Abdullah Gül’ü de çağırdı ve beni ikna etmek için uğraştı adaylık için. Erdoğan beni kapıya kadar kendisi yolcu etti. Hem devlet, hem parti unvanları üzerimdeyken, aniden bir kızgınlık göstermeden, önceden haber vererek ve partinin en önemli toplantısına katılıp istifa ettim. Yani partinin içine girecek konumda değilken, bütün sıfatlar üzerinizden düştükten sonra bırakmış olmak başka, benim konumum ayrı. Üstelik ben yanlış bulduklarımı başbakan yardımcısıyken de söyledim. Özelleştirme nedeniyle Başbakan Erdoğan bana iki ay küstü. Telekom’un özelleştirmesine karşı çıktım, Galataport projesi ihalesini doğru bulmadığım için işlemi iptal ettim.
- Kısa bir süre önce Berat Albayrak, bir anda görevinden istifa etti, hem de sosyal medya üzerinden… Bu istifayı bekliyor muydunuz?
Hayır, beklemiyordum.
- Sizi şaşırttı yani…
Siyasette hiçbir şey beni şaşırtmaz, yine de beklemiyordum. Erdoğan’ın hiçbir zaman Berat Albayrak’tan vazgeçemeyeceği gibi bir kanaatim vardı, çünkü ülkenin tüm parasını aile olarak yönetiyorlardı. Aile ekonomisi gibi bir hal almıştı. Kendisi hükümetin başında, birtakım bakanlara havale ettiği işlerin tepesinde zaten. Ama Maliye’yi, Hazine’yi, Türkiye Varlık Fonu’nu tüm hükümetin parayla bağlantılı işlerini damadına vermişti ve bu yapıyı değiştirmesini beklemiyordum fakat Erdoğan’ın şöyle bir özelliği vardır. Birinin varlığı, kendi varlığını tehdit ettiği zaman bütün kabahatleri onun üzerinde bırakır. Bunu vaktiyle Kemal Unakıtan’da gördük. Kemal Unakıtan ne yaptıysa Sayın Erdoğan’ın talimatı üzerine yaptı, ama kamuoyunda özelleştirmeler nedeniyle çok yıprandı. Artık onu taşıyamayacak gibi olunca, bütün kabahatli oymuş gibi dışarı bıraktı. 17-25 Aralık’ta dört bakan yolsuzluklarla anıldı, bakanın biri “Ben kendiliğimden hiçbir şey yapmadım. Ne yaptıysam başbakan istediği için yaptım” dedi, buna rağmen o dört bakanı yıpranmışlığıyla dışarıda bıraktı. Muhtemeldir ki Berat Albayrak’ın varlığı nedeniyle de kendi varlığını tehdit eden bir durum ortaya çıktı ve ona “seni görevden alacağız ya da görev değişikliği yapacağız” demiş olabilir. Bu bir politikacı için çok kırıcı bir şeydir. Birini alıp, minarenin tepesine çıkarıyorsunuz, sonra oradan aşağı atıyorsunuz. Her tarafı kırık, yara bere içindedir. O da buna itiraz etmiş ve sert tartışmalar çıkmış, istifa etmiş olabilir. Hiç görünmemesi aklıma başka şeyler getiriyor ancak bunları nezaketen söyleyemeyeceğim.
- Özel konular olduğu için girmek istemiyorsunuz, doğru mu anlıyorum?
Hayır, özel konular değil de, niye hiç görüntü vermiyor? Berat Albayrak damadıdır, torunlarının babasıdır, kızının kocasıdır, buna rağmen bu kadar kopuk bir istifa bir birikimin değil, ani bir olayın ortaya çıktığını düşündürtüyor bana.
- Merkez Bankası’nın başına Naci Ağbal’ın getirilmesinde anlaşamadıkları söylendi…
Bu tip şeyler hükümet içinde her zaman olabilir. Hatta sayın Erdoğan’ın şöyle bir huyu vardır: Kime yetki verirse, onu aşağılardan birine bazen tokatlattırır ki, gücün kendisinde olduğunu hissetsinler diye. Onun bir yönetim biçimidir bu. Etrafındaki insanların buna alışmış olması lazım. Bu tip bir şey vuku bulduysa bile istifa sebebi değildir. Sebep, çözemediğimiz başka konulardır ve ucunda mutlaka Erdoğan’ın varlığını tehdit eden bir şeyler olmalı.
- Kemal Unakıtan ile ilgili bir örnek verdiniz. Bülent Arınç’ın sözlerini bu anlamda değerlendirir misiniz?
Cumhurbaşkanı’ndan bağımsız söyleyip söylemediği çok tartışıldı…Sayın Erdoğan’ın ikinci bir özelliğini söyleyeyim: Partideki isimleri sürekli değiştiriyor. Yani partinin ve iktidar döneminin hafızasında kendisinden başka kalıcı kimsenin olmasını istemiyor, çünkü bu, kendi varlığına risk oluşturabilir. Hatta bırakacak olsa bile bıraktıktan sonra partiyi dizayn etmek ister. Popüler olan isimleri kenara alıyor, ama bunun Berat Albayrak için söylemiyorum. Bülent Arınç’ın işi zaten daha önceden bitmişti. Verdiği görev önemli bir görev sayılmaz. Sayın Erdoğan hem partiden uzaklaştırır, kenara atar, hem de attıklarından çok az bir kısmını, diyelim yüzde beşini bir süre sonra tekrar önemli yerlere getirir. Partide daha önce önemli yerlerde bulunmuş, dışarıda kalmış yüzde 95, “Bir gün bana da bu şans döner” diye umut eder. Onlar da iktidarda kalmanın isteği ve iştahıyla partiden kopamazlar ama Bülent Arınç, bu konuda da bence Erdoğan açısından işi bitmiş bir siyasi figürdü. Arınç, bana kalırsa Erdoğan’ın görevlendirmesiyle böyle bir açıklama yapmadı.
- Ne oldu peki?
Sayın Erdoğan hukuk ve ekonomi reformundan bahsedince, Arınç durumdan vazife çıkararak atak geliştirdiğini ve puan alacağını düşündü. Halbuki şunu göremedi: Sayın Erdoğan her şeyi söylüyor, bir gün başka, ertesi gün başka bir şey söylüyor. Çok iddialı kavramlar kullanıyor, hiçbir zaman altını da doldurmuyor. Erdoğan, kendisine yönelik kişiliğini incitecek açıklamalar yaptı ve Arınç istifa etmek durumunda kaldı, ama dikkat ediyor musunuz hâlâ partiden istifa edemiyor.
- Bunu neye bağlıyorsunuz?
Dediğim gibi insanlar her şeye rağmen iktidarın içinde olmayı dünya çıkarları için gerekli görüyorlar.
KATAR SERMAYESİNİN GİZLİ ORTAKLARI MI VAR?
- Borsa İstanbul’un yüzde 10 hissesinin Katar’a satılmasını nasıl karşılıyorsunuz? Türkiye için ne anlama geliyor?
Artık hesap vermeyen bir hükümet var. Şeffaf değil. Bu dönemde nelerin yapıldığını kimse hayal bile edemez. Öyle bir çark var ki, bu çarkın dönüşünü kurgulamaya çalışanlar bile sadece küçük bir kısmını yakalayabiliyor. Yeterli açıklama yapılmadığı için inceleyemiyoruz fakat Katar sermayesi dediğiniz zaman ben biraz ihtiyatla bakıyorum. Bu neyin nesidir, Türkiye’ye Katar bağlantılı giren sermayenin, paraların, kaynakların gizli ortakları mı var, kimler olabilir? Bunları bilmiyoruz. Bakıyorsunuz Borsa İstanbul, İstinyePark’ın önemli bir hissesi, Antalya Limanı… Pakette birçok şey var…
- Bir Alman, İngiliz sermayesi geldiğinde neden bunu düşünmüyoruz. Yani Katar sermayesine ihtiyatlı yaklaşmanızın sebebi olmalı?..
Bakın, eğer bu ülkenin cumhurbaşkanı “500 milyon dolarlık bir uçağı Katar bana hediye etti” diyorsa, Katar sermayesine soru işareti koyacaksınız. Savunma sanayiine giriyor, uçak hediye ediyor, bunun adı hediye midir, o ayrı konu… Birçok şey Katar sermayesine satılıyor. Alınan paranın 300 milyon dolar olduğu gibi bir rivayet var. Hediye edilen uçağın değerinden daha az bir parayla bu kadar çok şey nasıl verilmiş, bunu bilmiyorum. İncelenmesi lazım.
- Çok stratejik bir kuruluş olan Türkiye Varlık Fonu’nda Albayrak’ın yerine yine Kartal İmam Hatip Lisesi’nden bir ismin, Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi Başkanı Ahmet Burak Dağlıoğlu’nun atanması da tartışma yarattı…
Kartal İmam Hatip, biliyorsunuz çocuklarının okuduğu yer. Oradan bir çevre edinmişler. O çevreyi de dediğim gibi kendilerine bağlı, güvenilir hissediyorlar. Kadro seçileceği zaman Erdoğan’ın kafasında liyakat diye bir kavram olmadığı için, talimatlarını yerine getireceği kişilere bakıyor. Ona baktığı zaman bu çevredeki bağlılık göstergelerini atama için yeterli şart olarak görüyor. Bir ara THY’de oradan mezun ne kadar kişi var diye bir liste dolaşıyordu, ben korktum. Türkiye’de başka okul mu yok…
ERDOĞAN HÜKÜMETİNİN REFORM KABİLİYETİ KALMADI
- Reform çıkışlarının ABD’de başkan değişikliğiyle ya da AB’nin yaptırım hazırlığıyla bir ilgisi var mı?
Artık Erdoğan hükümetlerinin ne ekonomi ne hukuk reformu yapma kabiliyeti kalmıştır. Türkiye’nin ekonomi ve hukuk reformuna ihtiyacı vardır, bu ihtiyacın karşılanması ancak ve ancak Erdoğan hükümetleri döneminin bitmesiyle mümkündür. Bir kere bu hükümet o kadar çok kanunsuzluk, hukuk dışılıkla yoluna devam ediyor ki, Türkiye şeffaf olamaz bir kere. Hesap verebilirliği kabul edemez. Nasıl reform yapacaksınız? İkincisi sayın Erdoğan’ın bundan sonra daha çok seçime odaklı olacağını düşünüyorum. Önümüzdeki seçimler önemli. Ekonominin gidişatı kendi oyuyla seçim almasını mümkün kılmıyor. Böyle bir ortamda ister istemez ortağını yanında tutma ihtiyacı var. Bu nedenle de oradan gelen taleplerle çelişmemeye çalışıyor. Bu sürecin ABD seçimleriyle ilgisi olabilir mi; elbette dış dünyada meydana gelen değişiklikler, iç dinamiklerle birlikte hükümet edenlerin pozisyonlarında etkiler meydana getirir. Biliyorsunuz ABD’de ailenin mal varlığı ve Halkbank davasıyla bağlantılı dosyalar vardı. Trump ile kurduğu özel ilişki yoluyla bu dosyaların askıda kalmasını sağlamıştı. Hangi tavizleri verdi, bu noktaya nasıl geldi, bilmiyoruz. Her tarafa yüksek perdeden konuşan Erdoğan, Trump’ın hakaretlerini duymazdan geldi. Şimdi bir iktidar değişiyor. Durdurduğu dosyalar var Erdoğan’ın. Tekrar mesai harcayacak. Ne taviz verecek, hangi atakları geliştirecek, bunu bilmiyoruz ama önünde zor bir süreç var.
- Ortağı MHP ile birlikte Batı söylemini tutturması mümkün mü?
Bir kere MHP’den öte Erdoğan, yapbozlarla yürüyen bir siyasetçi. Bir şeyi önceden planlayıp, stratejisini ona göre belirleyip, satrancın taşlarını ona göre oynayan bir insan değil. Bunu beceremiyor da… Onun yönetim biçimi şöyledir: Bilyeleri saçar, sonra dizip tasnif etmeye başlar. Yapbozlar her zaman ülkeye bedel yüklüyor. Bakın bir Merkez Bankası başkanını faizleri yükseltti diye düşürdü, ondan sonra geleni faizi düşüreceksin diye görevlendirdi, en son atadığı Merkez Bankası Başkanı’na da faizleri yükselt diye görev verdi. Ne oldu? Hem faizler, hem dolar kuru arttı. Dış politikada da bu işler böyle… Hollanda’yla niye kavga ettiydin diye sorsan, belki kendi bile hatırlamaz. Yapbozların tekrar düzelteceğiniz zaman size ve ülkenize maliyetleriniz vardır.
İLK ONLAR TERK EDECEK
- Gelinen noktada, “AK Partililerin çoğunluğu kendilerini, müttefikleri olan Bahçeli’ye daha yakın hissediyor” tespitine katılır mısınız? Bir de tabanların birleştiğini düşünenler var.
İlk milletvekili olduğum andan itibaren, seçim bölgemin kırsal alanı genişti, köylerde, kasabalarda dolaşıyorum. Bakıyorum işte o zaman Refah var, MHP, DYP, ANAP var. İnsanların hepsinin siyasete bakışı aynı. Ama hepsi başka partiden. Bunu yaşamış biri olarak, şimdi seçmenlerin birbirine yakınlığı dediğiniz zaman, zaten hiçbir seçmenin o partinin tapulu malı olmadığını bilmek lazım. İnsanların siyasetten beklentileri var, duygusal bağlar var. Yer değiştirebilir. Uzun süredir aynı ittifak çatısı altında olmak da bazı yakınlaşmaları sağlamış olmakla birlikte, ben biliyorum ki MHP tabanının çok önemli bir kesimi sayın Erdoğan’ın siyaset biçiminden hoşlanmıyor. O kadar çok insana rastlıyorum ki, “Elim kırılsaydı da Erdoğan’a oy vermeseydim” diyen. Yıllarca peşinden gitmiş, desteklemiş ama şimdi pişman…
- Erdoğan bunun farkında mı?
Bence farkında. Çok anket yaptırır, piyasaya çıkmayan, deneyimiyle toplumdan doğru verilerin gelmesini sağlayan anketler yaptırır. Sadece kime oy vereceksiniz diye değil, söylediği bir cümlenin beğeni kazanıp kazanmadığını bile sorar. Bunu görüyor, gördüğü için de çözüm arıyor. Seçimi kaybedeceğini görüyor.
- Sonuçta “AKP ve MHP birbirine mecbur iki parti” diyebiliriz miyiz?
Ben MHP’nin Tayyip Erdoğan ve AKP’ye mecbur olduğunu düşünmüyorum. Ama Tayyip Erdoğan’ın MHP’ye mecbur olduğunu düşünüyorum, çünkü kendi oyları yeterli değil. Tamamen MHP seçmenini gözden çıkararak geliştirebildiği hiçbir alternatif yoktur.
- Ekonomik krize, partinin içinden Gelecek ve DEVA diye iki parti çıkmasına rağmen, hâlâ anketlerde Cumhur İttifakı’nın yüzde 45-48 bandında kalmasının sırrı ne?
Böyle olduğunu düşünmüyorum. Çok daha düşük olduğunu düşünüyorum oyunun…
- Seçim arifesinde sertleşen bir ayrışma söz konusu olabilir mi?
Şunu bekliyorum: Erdoğan’ın etrafındaki kimsenin onun varlığından mutlu olduğunu düşünmüyorum. Gideceğini anladıkları zaman, şu anda belki kendisine muhalefet edenlere, eleştirenlere kızıyor olabilir. Güvendiği kişiler sürekli yanlışlarına alkış tutuyor ancak bu davranışlarının arkasında sadece Erdoğan’ın gücü sayesinde ulaşabileceği menfaatlar vardır. Erdoğan’ın gidecek olduğunu hissettikleri an, o bağlılık göstergelerinin bir anlamı kalmayacak. İlk onlar terk edecektir…
VAKTİ GELMEDİ
- Cumhurbaşkanı adayı olacağınız doğru mu?
Vakti gelmeyen konularda konuşmam…
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- Arda Güler'in 2 asisti Madrid'e yetmedi
- 'Seküler müdür kalmadı'