Asıl Olan Suçsuzluktur?
Aydınlığın Bilgesi İlhan Selçuk'un 20.05.1966 tarihli yazısı:
PENCERE
Asıl Olan Suçsuzluktur?
Sayalım ki vatandaşın biri adam öldürme suçuyla itham ediliyor ya da adam öldürmek kadar ağır başka suçlardan biriyle...
Vatandaş yargılanır. Savcı kamunun temsilcisi olmak sıfatiyle konuşur, ve sanığın suçu işlediğini ispatlamak için delillerini ortaya döker. Tanıklar dinlenir, hâkimler dâvayı yönetirler, gerekli gördükleri biçimde derinleştirirler, ve sonunda ellerini vicdanlarına koyup bir karara varmaya çalışırlar. Mantık, sağduyu, hukukun temel ilkeleri, ve yasalar bu kararın mimarıdırlar.
Diyelim ki yargılanan vatandaşın aleyhinde olduğu kadar, lehinde deliller vardır. Cinayet sanığı olan kişi:
- Ben suçsuzum... diye diretmektedir.
Vicdanları rahat ettirecek kadar kesin deliller bulunamadı mı, hâkimler beraat kararı vermek zorundadırlar.
Hukukun temel ilkelerinden biridir bu.
Hukuk tarihinde suçsuzlukları sonradan anlaşılmış mahkûmlar vardır. Ve suçlulukları beraat kararından sonra ortaya çıkmış sanıklar... Nice masum kişinin başını yakan bu olayların sık sık yaşanması, hukuk adamlarını, bilginlerini, uzun boylu düşündürmüştür. Ve sonunda şu ilkeyi kabul etmişlerdir:
- Sanığın suçsuzluğu asıldır.
Demek sanığın lehinde ve aleyhindeki deliller eşitse, ve vicdanlarda sanığın suçlu olduğuna dair tereddütler sürüyorsa sanık beraat edecektir.
Cinayet, ırza tecavüz, soygun, hırsızlık dâvalarında yürürlükte olan bu prensibin fikir suçlarında nasıl ele alınması gerektiği daha ince bir konudur. Zira fikir suçu, ceza hukuku bakımından özelliği olan bir suçtur. Fransa, İngiltere, İsveç, Danimarka, Norveç gibi medenî ülkelerde fikir suçu yoktur.
Peki... Medeni dünyada suç sayılmayan fikirlerin, Türkiye’de suç sayılmasının hikmeti nedir? Kültür hayatımızın kısırlığı, fikirleri serbest ve korkusuzca söylemek yeteneğinden yoksun bırakılmış insanların toplumunda tabii sayılmalıdır, ikide bir kültürsüzlüğümüzden yakınanlara rasladıkça, fikirlerin yasaklandığı toplumda kültürün nasıl gelişeceğini düşünürüm. Bu bakımdan 141 ve 142’nci maddelerin oynadığı rol çok önemlidir. Ve 141, 142’nci maddelerin “Anayasaya aykırı olup olmadıkları” aylarca tartışıldıktan sonra da tereddütler dağılmış değildir. Çünkü bu maddelerin anayasaya aykırılığı iddiaları Anayasa Mahkemesi’nde 8’e karşı 7 oyla, yani bir oy farkla reddedilmiştir.
Demek oluyor ki, adalet bakımından bu kadar hassas bir konuda, mahkeme önüne bir fikir suçu geldiğinde, hâkim:
- Sanığın suçsuzluğu asıldır... ilkesini bir cinayet veya hırsızlık suçundan çok daha önemle yürürlüğe koymalıdır.
Bu genel sözlerden, sonra, Şadi Alkılıç dâvasına gelmek istiyorum. Şadi Alkılıç, bir çocuğu yargıç, bir çocuğu doktor olan devlet memuru bir vatandaştır. Gazetemizin açtığı bir fikir yarışmasına katılmış, ve:
- Türkiye’nin tek kurtuluş yolu sosyalizmdir... fikrini savunan bir yazı yazmıştır. Türkiye’nin tek kurtuluş yolunu kapitalizmde görenler de katılmıştır yarışmaya... Ancak yazısı suç sayılarak Şadi Alkılıç mahkemeye sevk edilmiştir.
Alkılıç’ın yargılaması şöylece süregelmiştir:
1- Şadi Alkılıç 1. Ağır Ceza’ya verilmiş, ama mahkeme bir ihsas-ı rey olayı yüzünden dâvaya bakmaktan istinkâf etmiştir.
2- Bunun üzerine Şadi Alkılıç’ın dâvasına 3. Ağır Ceza’da devam edilmiş, 3. Ağır Ceza beraat kararı vermiştir.
3- Temyiz 1. Ceza Dairesi bu kararı bozmuştur.
4- 3. Ağır Ceza, Temyizin bozma kararını incelemiş, ve bu kararın kendi yetkilerine tecavüz mahiyetinde olduğunu görerek dâvaya bakmaktan istinkâf etmiştir.
5- Bu sefer dâva, 5. Ağır Ceza’ya gitmiş, Şadi Alkılıç 5. Ağır Ceza’da gene beraat etmiştir.
6- Temyiz Umumi Heyeti beraat kararını bozmuştur.
7- Bunun üzerine 5. Ağır Ceza karara uymak zorunda kalmış ve Şadi Alkılıç’ı mahkûm etmiştir.
Böylece, dâva, hukuk tarihimize geçecek bir çizginin grafiğini çekmiştir. İki Ağır Ceza Mahkemesi sanık hakkında beraat kararı vermişler ve kararlarında ısrar etmişlerdir. Bilirkişi seçilen Prof. Hüseyin Naili Kubalı, Alkılıç’ın yazısında suç bulunmadığını bilimsel değeri pek sağlam bir raporla ortaya koymuştur. Bu rapor, 141 ve 142’nci maddelerin yorumunda bütün hukukçularımıza ışık tutacak bir kaynak niteliğindedir.
Gerçek olan şudur ki, Şadi Alkılıç dâvasında suçluluk ve suçsuzluk kararları birbirini kovalamış, lehte ve aleyhte hükümler birbirini izlemiştir.
Cinayet dâvasında bile bu kadar zikzaklı bir gelişme hukukçuları endişelere götürürken, fikir suçu dâvasında vicdanlar nasıl rahat edebilmektedir?
Adalet duygularına gölge düştüğünde, insanların huzurları da gölgelenir. Çağımızda adalet kavramı, hukuk ölçülerini de aşmış, sosyal niteliğe kavuşarak toplum hayatının her kesiminde yürürlüğe girmiştir. Biz yukarıda Şadi Alkılıç dâvasına mücerret hukuk açısından baktık. Dâvanın sosyal yönü, çok daha derinlerde kökleri bulunan bir meseleyi gözlerimizin önüne sermektedir.
(20.05.1966 tarihli yazısıdır.)
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- Dönmek isteyen gençler için şartını açıkladı
- CHP'nin ilçe başkanından açıklama!
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü
- ‘Kartlar bloke edilebilir’ uyarısı!