Aşk yorgunlarına bir eylül reçetesi
Beylik tartışmadır, “Aşk iki kişilik midir, yoksa kişinin kendiyle ilgili midir?” diye. Sanırım ikisi de doğrudur, birini tutkuyla sevmek, onu düşünmek için sadece kendimize ihtiyacımız vardır; düş kurmak için başka kimseye gereksinim duymayız.
1. Çok sevdiğim bir arkadaşım aradı, “Eylül oldu, çevremde herkes âşık, gözleri dolu, ruhları karanlık, içli içli, hüzünlü öylece bakıyorlar çevreye” dedi. “Ne yapalım” diye sorunca da, “edebiyat bu işlerin reçetesi değil mi, bırak başka meseleleri, ışık tut bu kederli insanlara” diye ekledi. İlkin gırgır yapıyor sandım, meğer ciddiymiş, anlaşılan korona günlerinde önce yalnızlık koymuş ahaliye, sonra da içsel hesaplaşmaya girmişler.
Sosyal medyada, popüler gazetelerde “aşk doktoru” olarak çalışanlar pek revaçta. Ağdalı, bayağı üç beş sözü şiir diye kakalayıp, ifadesiz buğulu gözlerle bakarak anlattıkça anlatıyorlar. Artık “aşk” hızlı olmak zorunda, hemen müşteri çıkmayınca eskiyor. “Piyasaya uygun sevdalar” diyerek kötü mizah yapayım. Böyle aşklara böyle mizah!
2. Öteden beri mektuplara düşkünüm. Ataköy’de yaşarken, daha on beştim sanırım, mahallenin ortasından saçları rüzgârda savrulan, güzel gözleriyle tüm gençleri peşine düşüren bir kız vardı. Çirkin bir ergendim, “bana niye baksın” diye düşündüm ama umut fakirin ekmeği, düştüm peşine. Kız Ankaralı çıkınca pek üzülmüştüm. Lakin nasılsa aramızda bir ilişkinin yeşermesi söz konusu olmadığından, uzaklara gitmesi genç şairliğime iyi gelecekti, bir de elbette mektuplar yazacaktım.
3. “Mektubun sahibi kimdir?” tartışmasını önemserim. Nesne olarak biriciktir ve aşklar tükenince geride sadece o sayfalar kalır. Mektubun başına oturan kişi ilkin kendi tınısını bulmak ister. Kendi sesi sinsin ister kâğıda, ancak okuyan da nefes katar mektuba, böylece iki kişinin sesi iç içe geçer; gerçi son kertede, mektubu kim elinde tutuyorsa, hatıraları ele geçirmiş olur. O yüzden ilişkiler bitince eskilerde mektupları iade etmek isteyen sevgililer olurdu. En güzeli kişinin hem yazdıklarını hem de kendine yazılanları elinde tutmasıdır.
4. Mektup yazmak başlı başına iştir; edebi metin kurgular gibi hazırlanır insan, sözcüklerin nasıl seçileceği, hatta hangi kalemle yazıldığı, el yazısının biçimi, kâğıdın rengi ve hatta kokusu, zarfın ebatları, nasıl bir pulla süslendiği hep kişiyi ele verir. Diyeceğim, daha yazıya koyulmadan başlar hazırlık, yücelir duygu. Mektubun yola koyulmasıyla birlikte bu kez başka bir süreç başlar. Kaç günde sahibine ulaşacaktır “sevgili” eline alınca zarfı hemen açıp okuyacak mıdır, yanıt vermek isteyecek midir, eğer fikri olumluysa ne zaman yazacaktır, üşenmeden zarfı postaya verecek midir, diye içi içini yer insanın. Bu sırada duygular iyice dallanır budaklanır.
5. Beylik tartışmadır, “Aşk iki kişilik midir, yoksa kişinin kendiyle ilgili midir?” diye. Sanırım ikisi de doğrudur, birini tutkuyla sevmek, onu düşünmek için sadece kendimize ihtiyacımız vardır; düş kurmak için başka kimseye gereksinim duymayız. Öte yandan sevdanın güzelliği karşılık bulunca iyice gösterir kendini. Tanpınar “Huzur”da “Bir kadının güzel olması için saçlarının boğazın suyunda yıkanması yeter” demişti mesela. Aşk, şiire yaklaştırır insanı. Süreya’nın “Kırmızı bir kuştur soluğum kumlar göklerinde saçlarının” dizesi yakışır aşka. Attila İlhan’sız da olmaz: “Ayrılık da sevdaya dahil”dir, öğrenirsin...
6. Meyhane masalarında, kadehin dibini görünce aşk yarası derinleşir, birbirini ilk kez görenler sırdaş oluverir. Zamanında Beyoğlu’nda bir ocak başına takılırdık, oradan çıkar, ruhumuzun zehrini akıtmak için gece kulüplerine giderdik. Aklımda sevdiğim vardı, dilimde Ahmet Kaya: “Sensiz geçmiyor bugünler biliyor musun, yüreğine beni soruyor musun” diye mırıldanırdım. Galiba gençlik aşka yakışıyor, ileri yaşlarda o bildiğimiz, maceracı tutkunun yerini, sanırım sığınacak liman gereksinimi alıyor. Ne yalan söyleyeyim, yaşlandıkça aşkı küçümser de oldum, bilgelikle arasında ters orantı var bu duygunun.
Beklenen mektup yüzünü gösterir, daha posta kutusunda fark ettiğinde benzersiz heyecan kaplar içini. Alırsın eline, orasına burasına iyice bakarsın; tersyüz eder, içinde olanı tahmin etmeye çalışırsın. Kimi zarfla zaman yitirmek istemez, yırtar atar kenara. Oysa mektup bütündür, zarfsız mektup eksiktir. Nasıl bir pulla gönderildiği, ne vakit yola çıktığı, üstünde görünen yazının ne denli özen taşıdığı ilgilendirir kişiyi. Zarfı açmak cesaret işidir. İçinde saklanan giz, az sonra açığa çıkacaktır. Yürek ağızdadır artık.
7. Düşündüm de bu süreçten haberi olmayan kimseye ben ne diyebilirim. Kısa iletilerle kurulan ilişkiler, aynı hızla sonlanır. Söz yoksa duygu incelmez, söz incelmemişse duygu derinleşmez. Aşk için uygun mevsimdir elbette güz ve eylül pek yakışır. Gelgelelim giderek sözün gürültüye döndüğü şu günlerde, bu bencillik çağında kişinin kendinden sıyrılıp sevgiliye tutunması pek o kadar kolay değildir. Herkes çok meşgul, demek aşk için zaman kalmıyor. En iyisi ben ona aşk üstüne yazamayacağımı bildireyim, bu çağda ne benim sözümü işitmek isteyecek kimse var ne de benim dert anlatacak halim. Nâzım “Çok yorgunum beni bekleme kaptan” diye yazmıştı, hep Cem Karaca sesinden kulağımda çınlar.
En Çok Okunan Haberler
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- Hamaney 'Suriye' sessizliğini bozdu!
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!
- ABD basınından Esad iddiası