Aydınlanma ve Aydın Olmak
Tüm kavramlar küreselleşirken geçmişteki olayları yerelleştirenler ve dar açıdan irdeleyenlerin yanılgıya düşmeleri kaçınılmazdır. Özellikle çıkar güdümlü olduğu kuşkusu taşıyan girişimlerle kendisiyle birlikte tüm ulusumuzu suçlayanların hiç olmazsa aydın sıfatını kullanmamaları gerekir. Gerçek aydınların, küresel mutluluk için, tüm uluslarca hiçbir ayrıcalık gözetilmeden, “küresel kimlik” olan “insanlık” paydasında birleşme kaçınılmazlığının bilincinde olmaları beklenir.
Aydınlanma Çağı olarak nitelenen ve insanlığın bağnazlıktan kurtuluş ışığının simgesi olan dönemin ilk öncüleri, deney ve matematiğin önemini vurgulayan Roger Bacon (1214-1294) ile edebiyat ve düşünsel alanda benzer atılımları gerçekleştiren Alighieri Dante (1265-1321), Giovanni Boccaccio (1313-1375) ve Francesco Petrarca (1304-1374) olarak bilinmektedir. Ortaçağ nitelemesiyle tanımlanan ve tüm olayları doğaüstü güçlerin yönlendirdiğine inanılan dönemin aşılabilmesi, bu öncüleri izleyen yürekli sanat ve bilim adamlarının çabalarıyla gerçekleşebilmiştir. Örneğin Leonardo da Vinci (1452-1529), döneminin dinsel baskılarının yoğunluğuna karşın, “Doğaya alışıldığı gibi değil, özgür ve her şeyi ilk olarak görüp eleştiren bir çocuk gözüyle bakmak gerekir” diyerek insanlığı her kavramı yeniden eleştirmeye çağırmıştır.
Bağnazlığı yıkmaya yönelik en büyük etken, Nicolaus Copernicus’un (1473-1553) Güneş merkezli kuramı oldu. Bu kuramla kutsal metinlerde yazılanların gerçekliğinden kuşku duyulmaya başlandı. Örneğin Francis Bacon (1561-1626), bu kuşkuyla, “İnsanın doğa karşısındaki güçsüzlüğü alın yazısı olamaz” özdeyişini dile getirmiştir
Bilim ve sanata ilgisi olanların kolayca anımsayacakları “Rönesans Dönemi” ve onu izleyen yılların düşünce ve sanat adamlarının özverili çabalarıyla 1700’lü yıllarda, bugün “Aydınlanma Çağı” olarak nitelenen döneme ulaşılmıştır. Kökeni, Latince aydınlatmak anlamına gelen “Illuminare “ sözcüğü olan bu niteleme, çeşitli dillerde, aynı anlama gelen ve çoğu zaman, benzer olan sözcüklerle dile getirilmiştir. “Aydınlanma Çağı”nın sanatsal simgesini, Alman sanatçı Daniel Chodowiecki’nin (1726-1801) bakır üzerine işleyerek Almancada “Aydınlatma” anlamına gelen “Aufklaerung” sözcüğüyle adlandırdığı, karanlığı ışınlarıyla gideren Güneş gravürü oluşturmaktadır. Aydınlanma çağının düşünsel özünü ise Ansiklopedi’nin yazılım sorumlusu olan Denis Diderot’nun dile getirdiği, “Bilimle inanç çatıştığında bilimden yana olmak gerekir” koşulu oluşturmaktadır. O dönemden beri gerçek aydın olarak benimsenenlerin tümü, sanatsal ve bilimsel yapıtlarında “Doğa Yasaları” ve akılcılığın tüm olay ve nesneleri açıklayabilecek güçte olduğunu savunmuşlar ve doğaüstü güçlerin varlığına gerek duymamışlardır.
Laik Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk de “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” özdeyişiyle “Aydınlanma Çağı” gerçeklerine uygun olarak ulusal geleceğimizin yönünü belirlemiş, “Cumhuriyet devrimleri” döneminde yetişen kuşaklar da bu amaca yönelik çalışmalarıyla ulusumuza saygınlık kazandırmışlardır.
Sözde demokrasiye geçilen 1946 yılından beri ise öncelikle “Tevhidi Tedrisat (Eğitim Birliği)” Yasası çiğnenerek yeniden karanlığa yönelinmiş, yetişen genç kuşaklar yoz eğitimle koşullandırılmış, özgür bireyler olmaları gerekirken ümmet olarak yetiştirilmişlerdir. Günümüzdeki toplumsal karmaşa ve sorunların nedeni de bilimsel-aydınlanmacı eğitimle yetişen kuşaklarla, bağnaz eğitimin ürünleri olan kuşakların çatışmalarıdır.
Aydınlanma kavramı ve aydın olma niteliklerini özüne uygun olarak benimsemeden, sadece aktarma, bağnaz öğretilerle koşullanmış olanların kendilerine yakıştırdıkları “aydın” sıfatıyla tüm ulus adına konuşabilme tutarsızlığının altında yatan neden de gerçeklerle çelişen bilgilerle koşullanmış olan bellekleridir.
Çağdaş aydın niteliğine erişebilmek için olayları bilinç ve bilinçaltı koşullanmalardan arınmış olarak kendine özgü koşullarda irdelemek gerekir. İç ya da dış çıkar çevrelerinin öneri, istek ve destekleriyle olayları saptırarak yargıya varmak ve ulusta aşağılanmışlık duygusu yaratmak, gerçek aydın nitelikleriyle bağdaşmaz. Çıkar uğruna gerçekleri görmezlikten gelmek, konuşulması gereken yerde susmak, dayanaksız suçlamalarda bulunmak aydın kimliğiyle uyuşmaz. Gerçek bir aydın için ne yanılmaz kılavuzluğuna güvenilebilecek doğaüstü bir güç, ne de çıkar umacağı iç veya dış etken söz konusu olabilir. Çıkar umarak kendilerine eleştirel alanda sınır tanıyanlar gerçek aydın niteliğine erişemezler. Kendi üstlerinde bir gücün varlığını kabul edenler özgür düşünemezler ve mürit kimliğinden kurtulamazlar.
Aydın olmak, bireyin sorununu tüm insanlığın sorunu olarak görebilmektir. Bu açıdan bakınca, geçmişteki olaylarda sadece birilerini suçlamak yerine günümüzde en yoğun şekilde yaşanan “insanlık kırımı” nı eleştirmek, sömürü ve çıkar uğruna kan akıtanları suçlamak, onlardan bu tutumlarından vazgeçerek tüm insanlardan özür dilemelerini istemek gerekir.
Tüm kavramlar küreselleşirken geçmişteki olayları yerelleştirenler ve dar açıdan irdeleyenlerin yanılgıya düşmeleri kaçınılmazdır. Özellikle çıkar güdümlü olduğu kuşkusu taşıyan girişimlerle kendisiyle birlikte tüm ulusumuzu suçlayanların hiç olmazsa aydın sıfatını kullanmamaları gerekir. Gerçek aydınların, küresel mutluluk için, tüm uluslarca hiçbir ayrıcalık gözetilmeden, “küresel kimlik” olan “insanlık” paydasında birleşme kaçınılmazlığının bilincinde olmaları beklenir.
Prof. Dr. Abidin KUMBASAR
En Çok Okunan Haberler
- Emekliye iyi haber yok!
- Dönmek isteyen gençler için şartını açıkladı
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- ‘Kartlar bloke edilebilir’ uyarısı!
- CHP'nin ilçe başkanından açıklama!
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü
- İkinci elde 'Suriyeli' hareketliliği