Çocuk edebiyatı damgalanır mı? Necdet Neydim’in yazısı...

Kitapların üzerinde “Çocuğu uygun görülmüştür” damgasını ilk gördüğümde çok şaşırmıştım. Niye diye sorduğumda kitap satışlarına ciddi katkı yaptığı söylendi. Bazı pedagoglar, psikologlar, eğitimbilimciler, kendilerini edebiyatın denetçisi olarak ilan edip hatta birtakım kuruluşlar aracılığıyla kitapları denetliyorlar ve “çocuğa yararlı” damgası vuruyorlar. İyi niyetle başladığı söylenen bu eylemin süreç içinde nelere yol açabileceğini sorgulamakta yarar var.

Yayınlanma: 14.09.2021 - 00:03
Abone Ol google-news

“Çocuk, yetişkinlerin nesnesi değil, hayatın ve edebiyatın öznesidir.”

N. Neydim

EDEBİYATI DENETLEMEK!

Kitapların üzerinde “Çocuğu uygun görülmüştür” damgasını ilk gördüğümde çok şaşırmıştım. Niye diye sorduğumda kitap satışlarına ciddi katkı yaptığı söylendi. Orada kalmadı ve sonra konu öylesine dallandı budaklandı ki…

Öncelikle, genelinde edebiyatı, özelinde çocuk edebiyatını denetlemek teriminin hatta bunun kavramsallaşmasının tehlikeli sulara yelken açmak olduğunu söyleyebilirim. İyi niyetle başladığı söylenen bu eylemin süreç içinde nelere yol açabileceğini sorgulamakta yarar var:

Çocuk edebiyatının bir zorunluluk olarak ortaya çıkışının ardından bu alan öylesine özel niyetler doğrultusunda kullanılmış ki. Kimi zaman dönemsel bağlamda haklı sayılabilecek bu niyetler zaman içinde özelleşmeye ve belli çıkarlar doğrultusunda yeniden biçimlenmeye başlamışlar. Tarihsel süreç bunun önemli tanıklıkları ile doludur ve bunları ayrıntıları ile ele almak başka bir yazının konusudur.

ÇOCUĞUN VE YAZARIN ÖZGÜRLEŞMESİ

Çocuk edebiyatı, 2. Dünya Savaşı sonrası uzun süren tartışma ve araştırmalar sonucu çocuğun bir özne olarak ele alındığı, kendi gerçekliği içinde ayrımsız eşit görülen ve cinsiyet eşitliğini önceleyen anlayışı benimsemiş ve çocuğun nesneleşmediği ve yetişkinler dünyasının onu keyfince biçimlendirmeye çalıştığı idealize figürler olarak yansıtılmadığı, onu kendi gerçekliği ve hayatı alımlayışı ile yansıtıldığı metinler ortaya koymaya başlamıştır. Bu durum evrensel çocuk haklarının kabulü ile daha da gelişmiştir.

Süreç aslında sadece çocuğun özgürleşmesi değil yazarın da özgürleşmesini beraberinde getirmiştir. Ancak özgürlük elbette başıboşluk anlamını taşımaz. Sorumluluk yükler. Hem de hesabı verilmesi gereken bir sorumluluk.

EDEBİYATTA HESABI KİM SORAR?

Denetçi mi eleştirmen mi? Eleştirinin olmadığı yerde denetçiler ayrık otu gibi her yeri sarar. Oysa eleştiri olsaydı ve üstelik bu eleştiri (yergi ya da aşağılama olarak anlaşılıp ya da birilerini harcamak üzere kurgulanıp kullanılmadan) gerçekleşseydi yaşadığımız bu sorunun varlığı söz konusu olmazdı.

Tanıtım yazılarında bile abartılı övgülerin, metni anlamadan yapılan değerlendirmelerin, metni sanki öğretmenmiş gibi sadece değerler sistemi çerçevesinde incelemenin, üstelik bunu eğitim sisteminin otoritesine teslim ederek yapmanın, ayrıca ebeveynleri edebiyatı anlamadan denetçi yetkisi tanımanın ve böylece sürekli bir şikâyet sistematiği yaratmanın bu sürecin destekçisi olduğunu azıcık aklı olan anlar.

Edebiyatın (özelinde çocuk edebiyatının) şeyhleri olarak ahkâm kesenlerin bunda elbette sorumluluğu vardır. Bir zamanlar ünlü bir yazarımız çocuk edebiyatının varlığını reddetmişti. Ayrıca akademinin bu konuda yeri doldurulmaz bir boşluk bıraktığını söylemek mümkündür, çünkü edebiyatı tartışmak yerine bazı yazarları kutsallama rolünü üstlenerek eleştiri alanını boş bırakmıştır. Ayrıca bunu geliştirmek için çalışanları da bin engelli koşuya sokmuştur.

Şu anda olanlar çocuk edebiyatının artık bir edebiyat değil sadece çocuğa verilen bir komutlar dizgesi olarak ortaya çıkmasını sağlamak amacı güdüyor.

Bazı pedagoglar, psikologlar, eğitimbilimciler, kendilerini edebiyatın denetçisi olarak ilan edip hatta birtakım kuruluşlar aracılığıyla kitapları denetliyorlar ve “çocuğa yararlı” damgası vurup çocuk edebiyatını iğrenç bir hale sokmak için ellerinden gelen çabayı gösteriyorlar.

KİMLER FİKRİNİ SÖYLER?

Pedagog, psikolog bu konuda fikrini söyleyemez mi? Elbette söyler. Edebiyat alanına ilgi duymuş ve eğitimini ve donamını bu alanda geliştirmiş kişiler bu konuda fikrini elbette söyler buna kimsenin itirazı olmaz. Ama bunu kimse kendine damga yaptırarak gerçekleştiremez. Ancak eleştiri kurumuna katılarak yapılır bu.

Bugün edebiyat alanında ürün veren, üreten birçok kimse köken olarak edebiyattan gelmemiştir ama bu alana girdikten sonra kendilerini buna adamışlardır. Mühendis, hukukçu, matematikçi, bankacı, esnaf, arkeolog, mimar, muhasebeci... Ama hiçbiri mesleğini bu alanda kullanmamıştır.

Pedagog da, psikolog da eğer bir şey söylemek istiyorsa unvanlarından soyunup gelir ve eleştirmen ya da araştırmacı olarak söyleyeceğini söyler. Kimse kendini denetçi ilan edemez ve damga edinemez. Bu en hafif deyimle haddini bilmezliktir.

Hele kitabı alıp içindeki sözcükleri tarayıp zararlı sözcükleri tarıyoruz ve “iyi kitap”ın çıkmasını sağlıyoruz iddiasıyla kurumlar oluşturup “kitaplarınıza damga vuralım” diye yayınevlerine başvurmak (bu ticari özgürlüğe girer denebilir, haklıdırlar) büyük cesaret. Ama bu, sanırım edebiyata saygısı olan ya da olmayan yayıncı kimliğini de görünür kılacaktır.

ELEŞTİRİ, EDEBİYATI ÖZGÜRLEŞTİRİR

Bunun için çocuk edebiyatının kutsallaştırılmış bir alan olmaktan çıkarılması gerekir. Salt değerler sisteminden söz etti diye edebiyat dünyasında kutsallanan kitaplardan ve yazarlardan vazgeçerek başlamak gerek bu işe. Edebiyat kendini, eğer eleştiri varsa daha nitelikli (iyi değil) ürünler ortaya koymak için geliştirecektir. Zararlı metinler aramak yerine bu kutsallığı ve dokunulmazlığı sorgulamak gerek.

Denetimi ve damgalamayı önceleyenlere (yayıncı, eğitimci, ebeveyn) derim ki, bu edebiyata asla yarar vermez.. Kısa süre mutlu olduğunuzu sanırsınız ama hemen ardından gelecek süreç denetlenemez bir denetim olacaktır. İşte o zaman edebiyat olmayacaktır.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler