Dalgalarla yoğrulan kadınların sözcükleri
Kumlara yazılan ve köpüren denizin içinden çıkarttığı sözcüklerden bir dünya kuran Le Guin, Denizyolu’nda hayatın merkezine anneleri, kızları ve büyükanneleri yerleştiriyor. Anlatılan dalgalara karışan köpük kadınların ve yağmur kadınların hikayesidir.
GÜRER MUT
gurer@cumhuriyet.com.tr
“Yağmur kadınlar çok uzun boyludur, başları göğe değer. Yürüdüler mi fırtına rüzgârı misali süratli ve heybetli ilerlerler. Suyun uzun boylu tezahürleridir ve orman karanlığının karşısındaki uzun kumlardaki hafif yürüyüşlerin vücut bulmuş halidirler.” Bilimkurgu ve Fantastik edebiyatın önde gelen ismi Ursula Kroeber Le Guin ilk kez 1991 yılında yayımladığı Denizyolu’na böylesi görkemli bir anlatıyla başlıyor.
Kumlara yazılan ve köpüren denizin içinden çıkarttığı sözcüklerden bir dünya kuran Le Guin, 12 öyküden oluşan Denizyolu’nda Oregon’un küçük sahil kasabası Klatsand’ın sıradan insanlarının hayatına odaklanıyor. Günlük dertlerine, sevinçlerine, umutlarına, hayal kırıklıklarına, hüznüne kapı aralıyor… Ve elbette bu sıradanlığın içinde hayatın sarsıcı gerçekliğinin kökenine iniyor. Adeta bir ağacın toprağı kazması gibi Le Guin de toplumsal hayatın içindeki kadına ve ailenin kökenine nüfus ediyor.
Sıcak bir yaz gününde bezdiren havasının, kuvvetli fırtınalarda deliren dalgaların ve bu dalgaların üzerinde süzülen martıların yuvası Klatsand’da ki durağan hayatın merkezine, anneleri, kızları ve büyükanneleri yerleştiren Le Guin, öykülerini hastalık veya ölümle bir araya getirdiği bu kadınların etrafında birleştiriyor. Herkesin birbirinden haberdar olduğu ufak kasabanın içinde, toplumsal kalıpları yıkan kadınlarla karşılaşıyoruz. Le Guin, sözünü söyleyen güçlü kadın imgeleri yaratırken, patriarkal dünyada, kadına biçilen rollere karşı çıkıyor.
Kitabın ilk sayfasında 1906’dan 1986’ya uzanan 80 yıllık bir hikayenin mekansal planıyla karşılaşıyoruz. Klatsand’ın yaşadığı tarihsel gelişim sınırlı olsa da, gelinen noktada bu ufak kasabadaki sınıfsal uçurumun ciddi boyutlarda olduğunu görüyoruz. Birbirinden farklı etnik grupları da içinde barındıran Klatsand‘ın yerli halkıyla, göçmenlerle, marjinallerle ve entelektüellerle oldukça zengin toplumsal katmanlara sahip.
Le Guin’in kurguladığı hikayeler arasındaki geçişler, okuru bir açıdan bütünlüğü takip etmede zorlasa da, karakterlerin gücü ve anlatım zenginliği hikayelerden kopmamanızı sağlıyor.
KAPALI BİR DÜNYANIN İÇİNE SIKIŞAN İNSANLAR
Le Guin, Klatsand’ın toplumsal dokusunu betimlerken, uçlarda yaşayan karakterlerden bir kasaba kuruyor. Kimi bir moteli yoktan var etmeye, kimi içinde bulunduğu bunalımlı hayattan kaçmaya çalışıyor. Bunların yanına ünlü bir eğitim teorisyeninin eşi ile röportaj yapmaya gelen bir asistan da var, uyanık ve çıkarcı Hippi bir tüccar da… Bu karakterler arasında gezinirken, kapalı bir kasabanın ruhunu anlamaya çalışıyor buluyorsunuz kendinizi.
Ünlü yazar, “Neta Pruva” öyküsünde kendisini motel işletmeye adayan Rosemarie’nin hayatından kesitler sunarken, yalnız kalan bir kadının hikayesini resmediyor. İnatla kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan Rosemarie, işlettiği motel sayesinde yeni bir sosyal çevre edinmeyi ümit etse de köşeye sıkışmış bir kadın. Sorunlarla uğraşan ve içinde bulunduğu kapalı dünyanın dışına çıkmaya çabalayan…
Bill Weisler’in hikayesi de bir o kadar ilginç. Kendisini içinde bulunduğu küçük kasabadan soyutlarken, bir taraftan da rüzgarın o muazzam yalnızlığına benzer şekilde gitgide ufalarak hiçbir öneminin kalmayacağından endişe eden eski bir askerle karşı karşıyayız. Askeriyenin tükettiği bir nefer daha! Döndükten sonra sosyal hayata karışamayan, bunun yerine seramik kaplar yaparak ve bunları satarak geçinen Bill’in karşısına, hippi bir girişimci Conrad’ın çıkmasıyla her şey değişiyor. Bir “barış çocuğu”nun, para için bir insanın hayatını nasıl baskı altında tutabileceğinigörüyoruz.
AŞKI YANILTAN KUSURSUZLUK
Gerçek aşk sahiden var mı? Yıldızlı denize doğru yol aldığımızda, Le Guin ansızın sisin içinden geçiriyor bizi. Anlatıyı canlandırıp canlandırmadığımızı ve duygunun saflığına erişip erişemediğimizi sorgulatıyor adeta. Kusursuzluk görüntüsünün ardındaki bencilliğe dair önemli bir girizgah yaptığı “Gerçek Aşk” hikayesinde, kitapçı Antal’a aşık olan kütüphaneci bir kadının duyduğu hislere yoğunlaşıyor. Mükemmelliğin ve idealin ardındaki bencilliğe ve ikiyüzlülüğe ışık tutarak… Sevdiği erkeğin hırpani tavırları, kitaplara olan ilgisi, vurdumduymazlığı ve bilge tavrına aşık kadın bir süre sonra gerçeklerle karşı karşıya kalıyor. Le Guin’in güçlü kadın, imgesi aldatıldığını ve önemsenmediğini anladığında kendisinden emin, güçlü ve kararlı bir ses tonuyla noktayı koyuyor: “ Marjinaldi, gururluydu, bir kovboydu o. Ne kadar ortak yönümüz olursa olsun, onunla arkadaş olamayacağımızı biliyordum. Aramızda çöl vardı. ‘Oldu o zaman’ dedim ve oradan ayrıldım.”
“Çapraz Bulmaca” hikayesinde ise Le Guin, küçük yaşta cinsel istismara uğrayan bir Ailie’nin hikayesini konu alıyor. Karanlığın Sol Eli romanından da hatırlanacağı gibi; yazar cinsiyetsiz bir toplum yaratmaya girişir, toplumsal cinsiyet rollerini yerle bir eder. Denizyolu’nda ise cinsel istismara uğrayan bir kadının belleğinden hiçbir zaman silinmeyen olayın izlerine götürüyor bizleri. Boşandıktan sonra çocuğuyla Klatsand’a gelen ve annesinin karşısına çıkan Ailie, yap-bozun parçalarını birleştirircesine üvey babasının tacizlerini ve annesinin bunun karşısında neden ses çıkartamadığını sorguluyor her fırsatta. Canlanan her anıda ise kitabı elinizden bırakıp, bu toplumsal sorun üzerine düşünürken buluyorsunuz kendinizi.
TARİHTEN SÜZÜLEN DÖRT KADIN
Kitabın en uzun bölümü Herneler, 1899’da başlayan Klatsand’daki anneler ve kızları olmak üzere dört kadının hayatını anlatıyor. Farklı tarihsel kesitler içinden süzülen karakterleri takip etmek bir nebze zor olsa da, Fanny, Jane, Lily ve Virginia arasındaki sevgi, endişe ve özgüvenle örülü ilişkinin yanı sıra güçlü kadın imgeleri burada da karşımıza çıkıyor. Keza cinsel istismarla, tecavüzle karşı karşıya kalan kadınlar da öyle… Le Guin’in karakterleri bir anlamda otoriteyi, erkeğin egemenliğini ve aile kurumunu karşısına alırken, güçlü yönlerinin kimi zaman yollarını açtığına, onları özgürleştirdiğine, kimi zaman da kendi içlerine kapanmalarına neden olduğuna tanıklık ediyoruz. Neyi ve kimi, nasıl izleyeceğimiz bize kalmış artık…
Son olarak, kitabın çevirmenleri Aysun Babacan ve Çiğdem Erkal’ın özenli çevirisi, akıcı ve temiz Türkçesi sayesinde Ursula K. Le Guin’in Denizyolu bir kat daha keyifli okunuyor.
Denizyolu / Ursula L. Guin / Çeviren: Aysun Babacan / Doğan Kitap / 255 s. / 2019
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- Dönmek isteyen gençler için şartını açıkladı
- CHP'nin ilçe başkanından açıklama!
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü
- ‘Kartlar bloke edilebilir’ uyarısı!