Demokratik Düşünebilmek, Tahammül ve Emir Kusturica

Sanat, demokratik düşünce muhayyilesinin izinin sürülebileceği en muazzam alanlardan biridir. Sanatçıların kendi kutsanmış alanları vardır ve bu alanları renkleriyle sese dönüştürebilme, eylenebilir kılma lütfuna sahip olana dek, kendi içlerindeki mesafeyi yıpranarak koşmak durumda kalmışlardır.

Demokratik Düşünebilmek, Tahammül ve Emir Kusturica
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 19.10.2010 - 11:11

Sanatın hangi koordinatında, hangi sıfatında ve penceresinde yer alırsa alsın, yapıtlar ve sözler ortaya koymuş, görüntüler üretmiş, sesin soluğunu kesecek denli muhteşem notalardan yola çıkmış her sanatçının hayatın önemli adaletsizliklerine ve sevgisizliklerine veryansın etmişliği vardır. Dolaylı ya da açık… Önce kendimize açık ve demokratik…

Sinema tarihi boyunca sinemayı bir sanata dönüştürme diline ve yeteneğine sahip birçok isimle karşılaşmıştır beyaz perde… Sinemayı sanata dönüştürme becerisi, imgelemlerin malzemeyle olan buluşma serüvenindeki doğru yönetimle doğrudan ilgilidir. Neyi anlatacağını ve nasıl anlatacağını bilen bir anlatıcı ve neyi nasıl anlatacağını, nasıl anlatırsa bunun sanata dönüşeceğini bilen bir yönetmenin düş gücüyle birleşen gözünün yansımasıdır o noktada sanat. Klasik bir anlatıya yaslansın ya da yaslanmasın sinemanın sanata doğru eğilen tarafında, el yordamıyla bulunmuş bir estetik değil, kararında bir üslup vardır. Yönetmen, sanata ve şölene dönüşen sinemasını, izleyiciye bir tepeden bakış olarak kurmaz, aksine öyle samimi bir insan sevgisiyle kucaklar ki, seyircinin anlamadığı ama öğrenmedikçe eksik kalacağını bilerek salondan ayrıldığı yarım cümleler, yönetmenin hayatla seyirci arasındaki tavassutuyla yeni bir gerçekliğe doğru tamamlanmaya başlar. Ne var ki evrensel anlamda kitleleri etkileme ve insan olmanın temel değerlerinde buluşturma gücüne sahip sanatçılar –ki buna yönetmenleri de dahil etmek istiyorum- aynı düşünceleri paylaşalım ya da paylaşmayalım bizim kurumsallaşmadan, tekdüzeleşmenin ağına düşmeden ve sıkıcılık paradoksuna yenilmeden bir araya gelmeyi başardığımız yabancılarımızdır. Sanat dili, dininin ve ırkının hatta ideolojisinin bilgisini önemsemediğimiz, hatta ve hatta seçimlerinin ne olduğundan bihaber olduğumuz yabancının bize sunduğu şeyi, bir şeye dönüştürme ve onunla yükselme sahnemize verdiğimiz addır. Kanılarımız ve kurallarımız sanatın öyküsü kendi kuytusundan çıkıp bize yönlendiği andan itibaren bir kenara bırakılarak savrulup gider. Fizik’teki anti-parçacıklar gibi karşılaştıkları andan itibaren birbirini yok etmeye kararlı ve savaşan maddelere dönüşmediğimiz tek alan sanattır. Sinema da, kendimizle girmeye cesaret edemediğimiz diyalogların boyut değiştirmiş biçimleriyle bizi karşılar. Sinema sanatı ya da diğer sanat alanlarında, izlerken haz duyduğumuz tüm görüngülerin yaratıcıları bir biçimde kendi tarihleriyle, toplumlarıyla, zaaflarıyla, yüzleriyle karşılaşma uğraşına girişmiş kişilerdir. Biz bunu bilmeden bir yüzleşme yaşarız onlarla. Tanrıya ya da siyasete durdukları mesafe, insana durdukları mesafeden ayrı bir noktadadır çünkü. Bizim düşümüz bu değildir. İnandıklarımızdan aldığımız referansla başka şeyleri birbirine karıştırdığımızda tahammülümüzü kaybederiz. Buradan sözü Emir Kusturica ve sinemasına getirmek istiyorum. Çehov “İnsan inandığıdır” der. Emir Kusturica sinemasına göz attığımızda tam olarak bir yönetmen sinemasıyla ve sanatsal bir inanışla karşılaşırız. Kusturica inandığı şeyin temelde insan olduğunu açık edecek bir gözün temsilcisidir. Vecde gelmiş bir bakış açısıyla izlediğinizde çok kültürlü bir coğrafyada bu kadar tarafsız ve lirik bir ifadeyle, şiir yazar gibi ya da masal anlatır gibi, bir tarafıyla acıklı bir duyuş elde ettiğiniz filmlerin yönetmeninin; siyasi baktığınızda müphem bir şiddet duygusu içinde çarpıştığını tahayyül ederken bulabilirsiniz kendinizi. Bu inkar boşunadır. Kusturica filmlerine baktığınızda çirkin bir propaganda bulmak şöyle dursun, renklerin birlikteliği ve özgüllüğü karşısında şapka çıkarırsınız. Benim bildiğim Emir Kusturica Yugoslavya’nın parçalanması sürecinde karşı duruşun bir temsilcisiydi. Etnisiteliğin, dinsel farklılığın zengin olduğu topraklarda, çektiği filmlerle yansıttığı bakış açısı hep ayakta alkışlanacak denli estetik ve dokunaklıdır. Uzunca bir süre dünya üzerinde bu kadar farklı yaşayış, din ve dilin beraberliğinin ardından baş gösterecek çatışkıların sorumlularını ararken öncelikli olarak bakacağımız yer sanatçılar mercii değil, başka arenalardır.  Diyeceğim odur ki, suçlamalar ya da övgüler bir doğrunun iki ucu gibidir. Arada kalan mesafeyle kimse ilgilenmez. Onaylamakla reddetmek noktasından başka mesafede duramadığımız demokrasi bilincimizle, arada kalan önemli ayrıntıları göremediğimizi kabul etmemiz gerekmektedir. “Bu evrende her şey durmadan çarpışıyor. Sonsuza kadar da çarpışacak. Bütün nesneler, insanlar ve hayvanlar aynı ortama paldır küldür itiliyor. Ak kedi, kara kedi, kafalar sürekli karışık.” (Ak Kedi Kara Kedi filminden) Avrupa sinemasının önemli bir yükseltisinde oturan Kusturica’yı politik görüşlerinden dolayı eleştirme hakkını kendinde saklı tutanlar, aynı zamanda yönetmenin ezber bozan hikaye anlatıcılığı ve yönetmenliğini de deneyimleyerek kendi içlerindeki demokratik ve estetik teraziyi doğru kurmalıdır.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler