Devrimi Anayasada Tartışmak...
Anayasada sıralanan; “Öğrenim birliği, şapka giyilmesi, tekke ve zaviyelerin kapatılması, medeni nikâh, yeni rakam ve harflerin kabulü, lakap ve unvanların kaldırılması ve bazı kisvelerin giyilemeyeceğine” ilişkin devrim yasalarından hangisi toplumsal gelişmelere aykırıdır da tartışılacaktır?
Tartışma, doğruların elde edilme amacına yönelmesi gereken ciddî bir demokratik yöntemdir. Üzerinde kuşkular doğmuş alanları aydınlatmak için veya yeni düşünce ufukları bularak kesin yargıya ulaşılmayı sağlamak bakımından açılan tartışmalar yararlıdır. Ama akıl ve bilimin somut süzgeçlerinden geçerek, tarihsel deneyimlerle desteklendikten sonra toplumca kabul görmüş ve uygarca başarılar kazanmış konularda tartışma yersizdir. Çünkü doğru, tek yanlı gerçektir.
Halktan yana gerçekleştirilen ve tüm öğelerinde; çağcıllaşmayı, ilerici ve toplumcu ilkeleri hedef edinmiş eylemselliği içeren Kemalist ideoloji’nin temel özellikleri, “demokratik özgürlük” savıyla tartışma gündemine getirilmektedir. Anayasada yer alan başlangıç ilkeleri ve “değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen” maddelerin birlikte korunduğu devrim yasalarının eleştirisi yapılmaktadır. Halkın dirlik ve esenliğini sağlayan ulusal değerlerle donatılmış ve evrensel gelişme ölçütleriyle örtüşen devrimci bir nosyon, nesnel kıstaslar dışı ve “kamu zararı ” pahasına tartışmaya açılmaktadır. Kötücül amaçlı olumsuz uğraş, bu kez tam esastan ve köktendeğişimci bir tavırla kotarılmaktadır.
Aslında bir yergiler dizisi, bir karalamalar bileşkesi ve bir karşıdevrim arayışı niteliğinde olan ve “tartışma” adıyla sunulan çabaların demokrasiyle ilgisi yoktur. Antiemperyalist ve tam bağımsızlıktan yana düşünceyle özdeşleşmiş devrimsel temelleri yıkmakla ilişkisi vardır. Onun için de anayasaya temel oluşturan tarihsel ve siyasal olguyu irdelemek zorunluluk taşımaktadır.
Gerçekler
Halklarının varlığına kastedenleri, “insafa getireceklerini” savunan işbirlikçi aymazlarla, yandaş çıkarcılar çok görülmüştür. Halbuki; bireysel, zümresel veya hanedanlığa dayalı yönetimleri sömürgeci desteklerle ayakta tutmak düşüncesi bile alçaltıcı bir davranıştır. Daha da fenası, işgalciyle ortaklaşa silaha sarılarak tam bağımsızlık yanlılarına cephe almaktır. Fransız Vichy ve Norveç Quisling yönetimlerinin İkinci Dünya Savaşı’ndaki faşistlerle işbirlikçi rolleri neyse Osmanlı mütareke hükümetlerinin Damat Ferit ve Anzavur Ahmet’lere değin uzanan işlevleri de odur. Mustafa Kemal’in önderliğindeki direnişin karakteriyse; tam bağımsız, halkı özgür ve geleceğini kendisi çizebilen onurlu bir ülke yaratmaktır. Anadolu İhtilali, İstanbul’daki yönetim anlayışına uygun davranarak Petain veya Quisling benzerlerine yardımcılık veya yaranıcılık mı yapmalıydı? Veya kurulan devrimci Cumhuriyetin ilkeleri, anayasal esaslardan uzak mı tutulmalıydı?
“Başlangıç” maddesinde; “Devletin bölünmez bütünlüğü, Atatürkçü ulusalcılık, devrim ve ulusal istenç” belirleyen bir anayasa; “Tasa ve kıvançta ortaklık, barış, laiklik, hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması” gibi ölçütlerden konu açıyorsa üzerinde şu şekilde durulmalıdır: Eğer, belirtilen öğeler daha da pekiştirilecekse sorun yoktur. Ama var olan nitelemeler kaldırılarak; tarihin gerilerine, ilkellik ve bağnazlıklarına dönülmek istenilirse ortada toplumsal alanı ilgilendiren “vahim bir tertip” var demektir. Çünkü; “Değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen” devrimci anayasal hükümleri; başlangıç ilkeleri ve devrim yasalarıyla birlikte tartışmaya açanlar, Cumhuriyet hukukunu; devletin şekli, dili, bayrağı, marşı, başkenti ve tüm çağcıl nitelikleriyle tartışmak isteyenlerdir.
Kurtuluş Savaşı başındaki; “Biz adam olmayız, bizim yönetilmemiz gereklidir” diyen idare-i maslahatçı ve boyun eğiciliğe teslim olmuş zihniyetin uzantıları, Ulusal Egemenlik erkini hanedanlara bağlı kılmak isteyen eğilimi taşırlar. Kendi halklarına saygısız, aile egemenliğine yeniden biat etmeye çalışanların Cumhuriyet rejimiyle gönülden bağları olabilir mi?
“Tam bağımsızlık” idealine uyum sağlayamayanlar, dış dünyaya hizmet edenler, dünya barışını bozmak için kurulan saldırgan paktlara girenler, “üs” ve “tesis” adıyla yabancı ülke güçlerine yer ve yurt verenler, uluslararası ilişkilerde eşitlik ilkesini yadsıyanlar 1919 ruhundan esinlenen anayasal esin kaynağından rahatsız olmazlar mı?
“Küreselleşme” adıyla kapitalist dünyanın maddesel çıkarlarıyla içli dışlı olanlar, ABD ve AB cenahından; fon, yardım ve destek adıyla nemalananlar, “antikapitalist” olduğunu beyan eden Atatürk’ü dışlayanlar, “sosyal devlet” tanımından çekinmezler mi?
“Milletlere mal olmuş veya olmamış devrimler vardır” diyenler; “Sevr’i bir karış genişletti diye resimleriyle ve heykelleriyle her gün karşımızdadır” şeklindeki yaklaşımlarıyla Lozan’a tavır koyanlar, 24 Temmuz l923 tarihinde hukuken onaylanan yeni bir devletin ve onun yeni içeriğini belirleyen anayasal temellere soğuk bakmazlar mı?
Kamu iktisadî kurumlarını kapatanlar, liman ve tersaneleri satanlar ve “karşılıklılık” ilkesine uymadan toprakları peşkeş çekenler, l961 ve hatta 1982 Anayasası’nın özelleştirmeye cevaz vermeyen yapısını budayan, şu anki yaklaşımı destekleyenler değiller midir?
“Hurafe ve safsatalarla” halkı kandıranlar, din ve vicdan özgürlüğünü oya dönüştürenler, Atatürk ilkeleriyle ilişkileri bulunmayanlar bağnazlıktan ötede neyi tartışmaya açmaktadırlar, o belli değil midir?..
Anayasada sıralanan; “Öğrenim birliği, şapka giyilmesi, tekke ve zaviyelerin kapatılması, medeni nikâh, yeni rakam ve harflerin kabulü, lakap ve unvanların kaldırılması ve bazı kisvelerin giyilemeyeceğine” ilişkin devrim yasalarından hangisi toplumsal gelişmelere aykırıdır da tartışılacaktır?
Cumhuriyet’in; “Ulusal dayanışma ve adalet anlayışına, insan haklarına saygılı demokratik” yapısını niteleyen içeriği mi anayasa yoluyla tartışmaya açılmalıdır? Ne yazıktır ki, “mazlum uluslara” direnç örneği olmuş, Anadolu’da ulusal devlet kurarak yüzyılların “bedbahtlığını” üzerinden atabilmiş devrimci ve antiemperyalist bir Cumhuriyet, bugünleri görmüştür.1925, 1930 ve 1945 yıllarında çok partili sisteme öncülük yapan demokrat anlayışın “halkçı-devletçi” yaklaşım esasları bir kenara itilmiştir.
Sonuç
Türkiye Cumhuriyeti, Kurtuluş Savaşı’ndaki; tam bağımsız ve antiemperyalist nitelikli bir kalkışmayı, uygarlığa dayalı ulusal onurla birleştirmiş ilerici ve toplumcu bir kimlikle doğmuştur. Ama her yol ve yöntemden kamu zararına yararlanan dıştaki düşmanlarla; neoliberal, çağcıllığa karşıt, ayrımcı ve tutucu içteki kötücül bağdaşıklarından çok çekmiştir. l9l9 tarihinden öncesinde kalanlar yeniden güçlenmişlerdir. “Hürriyet ve İtilâf” uzantıları Cumhuriyet’in yakasından düşmemişlerdir. Karşıdevrim, kara yazgı olmuştur.
Ulusun “makûs talihinin” demokratik bir özümsemeyle Cumhuriyet ve devrime sahip çıkılarak “yenileceğine” her şeye karşın inanıyoruz.
Ertuğrul KAZANCI Eğitimci-Hukukçu
En Çok Okunan Haberler
- Emekliye iyi haber yok!
- Dönmek isteyen gençler için şartını açıkladı
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- ‘Kartlar bloke edilebilir’ uyarısı!
- CHP'nin ilçe başkanından açıklama!
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü
- İkinci elde 'Suriyeli' hareketliliği