Doğu hep kötüdür Batı hep iyi...

Türkolog ve yazar Beatrix Caner, vasat olduğu iddia edilen bir yazara Nobel ödülü verilmesini değerlendirdi. Müller’in romanlarında çoğunlukla Çavuşesku rejimini eleştirdiğini anlatan Caner, yazarın son romanının da komünist rejim hakkında hastalıklı bir nefret içerdiğini söylüyor.

Doğu hep kötüdür Batı hep iyi...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 05.12.2009 - 07:43

Müller’in adını ünlü Türkolog ve İslambilimci Annemarie Schimmel’le ilgili olumsuz değerlendirmeleriyle duyurduğunu söyleyen Caner, yazarı ırkçı olarak tanımlıyor. Caner, Nobel ödülünün de Batı’ya bir övgü olduğunu düşünüyor.

2009 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Herta Müller, bu hafta içinde Stockholmde ödülünü alacak ve yazınsal kimliğiyle ilgili açıklamalarda bulunacak. Herta Müller gibi Romanyada doğup büyüyen ve çalışmalarını Frankfurtta sürdüren yazar-yayıncı Beatrix Caner, Nobelin geldiği nokta ve Müllerin edebi anlamıyla ilgili sorularımızı yanıtladı.

- Sizce bu yılki Nobel Edebiyat Ödülünün Herta Müller gibi vasat olduğu iddia edilen bir yazara verilmesi, nasıl bir anlam taşıyor?

Herta Müller 1984te Federal Almanyaya geldiğinden beri hem kendisi hem o zamanki eşi, yazar Richard Wagner, Alman politikacıları tarafından son derece olumlu karşılanmış ve inanılmaz derecede destek görmüştü. Herta Müller ve eşi, Almanyada her yazarın hayal ettiği bir tanıtım mekanizmasına dahil edilmişti. Geniş çaplı bir PR kampanyası ile her iki yazar tanıtıldı, en azından tanıtılmaya çalışıldı. Haberlere bakacak olursak, Alman okurların çoğu Herta Müllerin adını daha önce hiç duymamıştı ya da tek bir kitabını okumamıştı. Bugün buna rağmen okurlar Herta Mülleri tanımıyorsa ve kitapları okunmuyorsa, o zaman bu noktada sorgulanması gereken birçok olgu söz konusu. Herta Müller, romanlarında çoğunlukla Çavuşesku rejimini yazdı, eleştirdi. Nitekim son romanı da (Atemschaukel) komünist sistemin genel bir eleştirisidir. Müller ünlü Türkolog ve İslambilimci, değerli Annemarie Schimmel ile ilgili olumsuz değerlendirmeler sırasında adını duyuranlardan biridir. Annemarie Schimmel Alman Yayıncılar Birliğinin yılda bir kez verdiği Barış Ödülünü 1995 yılında almıştı. İki sene sonra aynı ödül Yaşar Kemale verilmişti, 2005te ise Orhan Pamuka. İşte Annemarie Schimmel o yıl eşi görülmemiş bir saldırıya uğramıştı; en keskin dille saldıranlar arasında Herta Müller de vardı, hem de benim, ırkçı olarak değerlendirebileceğim bir içerikle. Herta Müllerin yazısında Annemarie Schimmel, Türkler ve İslamla ilgili tek bir doğru şey bulmak mümkün olmadığı gibi, bu yazıya objektif demek de olası değildir.

 

Komünizm düşmanı

- Herta Müllerin vasatlığına yine de itirazınız var galiba...

Evet, bir yayıncıyım ben ve bir yazarın eserlerine vasat demem kolay değil. Fakat benim daha çok Nobel Edebiyat Ödülü ile ilgili olarak dikkatimi çeken başka bir şey var: Birkaç yıl önce Macar yazar Kertész bu ödülü aldığı zaman, onun Alman faşizminin hiç de o kadar kötü olmadığını, istendiği zaman o sistemin de pekala yaşanabilir bir sistem olduğunu savunması hoşgörülmüştü. Öne çıkarılan tema buydu. Herta Müllerin eserlerinde ise komünizm insanlık dışı bir sistem olarak gösterilmektedir. O zaman, Nobel alan yazarların eserlerine bu açıdan bakılırsa, kısa yoldan şu kanıya varmak mümkündür: Batıdaki sistemler en kötü halleri ile bile üstündür, Doğu sistemleri ise komünizm dahil insanlık dışı, ilkel ve acımasızdır, hatta sadece yıkıcıdır. Tabii, bu mantıkla giderseniz, buna Atatürkü de dahil etmeniz gerekir!..

 

Evrensele ulaşamadı

- Nobelin verilmesinde politik bir yan yok mu?

Gerçekten de ödül alan kitapların özü de edebilikten çok politiktir. En azından son beş-altı yılda Nobel Ödülü alan yazarların edebi değil de, daha çok politik açıdan değerlendirildiğini düşünmemek çok zor. Enteresan birçok başka bağlantı da mümkün: Ödül alan yazarların geldiği ülke bir-iki sene içinde Frankfurt Kitap Fuarında konuk ülke olarak yer aldı. Bunu tesadüf saymak biraz naif olabilir. Sonuçta bu fuar esnasında söz konusu ülkeler her şeyden önce demokratik olmayan sistemleri nedeniyle ciddi bir eleştiriye uğradı. Edebiyat açısından bakılırsa, fuarın konuk ülkesi olarak ne Hindistan, ne Türkiye, ne de Çin edebi ilgi toplayabildi. Başka bir deyişle, bu edebiyatların hiçbiri entelektüel bir tartışmaya, bir değiş tokuşa yol açmadı. Konuk ülke yazarlarıyla Alman yazarları arasında edebi bir diyalog başlamadı, ancak tek tük politik ağırlıklı konuşmalar oldu. Tabii bir de arkası gelmeyecek, kısa vadeli bir medya canlılığı yaşandı. Burada organizasyon bozukluklarının çok ötesinde, çok daha derin mekanizmalar işlemektedir.

- Siz hem Romanyayı hem de Almanya ve Alman edebiyatını iyi bilen bir Türk edebiyatı uzmanı, üstelik de Türkologsunuz. Herta Müllerin yaptığı edebiyat sizce nerede?

Objektif bakarsanız, Herta Müllerin edebiyatı Almanyada henüz belli bir yer edinmiş değildir. Nobel Edebiyat Ödülü çoğu Alman eleştirmen ve medya mensubu için tam bir sürpriz oldu. Ancak burada yine Herta Mülleri savunmak durumundayım, çünkü edebiyatçı olarak belli bir yere yerleştirilememesi onun suçu değil. Bu, tamamen piyasaya dönük medya dünyasının bilgi ve ilgisizliği ile ilgilidir. Ancak örneğin üniversiteler içinde de Herta Müller ile ilgili ciddi bir çalışma henüz yapılmadı. Bu, örneğin Jelinek için geçerli değil, halbuki o çok iyi tanındığına rağmen pek fazla sevilmeyen bir yazardır; üstelik o da eserlerinde totaliter sistemleri eleştirir. Herta Müllerin kitaplarını olumlu değerlendiren herkes onu bizzat tanıyan, hatta ona çok yakın sayılan kişilerdir. Ama sonuçta bu da hiçbir şeyi ifade etmez. Müller belki de çekingen, duyarlı ve şair olarak yeterince anlaşılamamış bir edebiyatçıdır; böyle düşünmek de mümkündür. Bence onun Alman edebiyatındaki yeri, olumlu veya olumsuz önümüzdeki birkaç yılda belli olacak.

Romanya ile ilgili tespitleri çoğunlukla doğrudur. Ne de olsa o Romanyada da yazar olarak başarılı idi. Ancak bence dar çerçeveli yerelden geniş çaplı genele, hele insanlığı esas ilgilendiren evrensele henüz ulaşamamış bir yazardır.

 

Özgür düşünen insan sayısı azalıyor

- Herta Müllerin açık antikomünizminin yer yer hastalıklı bir nefrete dönüştüğü gözleniyor. Bir histeri düzeyindeki bu düşmanlık olmasaydı, dünyanın en büyük edebiyat ödülüne layık görülmesi mümkün olur muydu?

Sanırım bu soruya en azından kısmen, biraz önce yanıt verdim. Dediğim gibi, esas soru, ödül kurulunun amacıdır. Eğer bu ödül dünyanın başka kuruluşları ile hiçbir bağlantı içinde değilse, o zaman birçok basit değerlendirmeye kaçabilirdik... Örneğin daha iyi yazar şu an yok mudur dünyada? Alman bir yazara 10 yıl içinde üçüncü kez ödül verildi, acaba arkasında ne var? Buna benzer birçok anlamsız veya oyalayıcı soru sorabilirdik. Ama eğer bu ödülü global ve politik bir çerçeve içine oturtacaksak ki, ben bunu yapmak isterim - o zaman yönlendirici bir anlamı olduğu düşünülebilir. Çünkü kısa yoldan Batının üstünlüğü reklam edilmektedir. Rakip bir sistemin düşüncesi bile olanaksız gösterilmektedir. Tabii, son otuz yılda her yolda bu türlü propaganda ile karşılaşırız ve çoğu insan buna karşı da koymaz, koyamaz, çünkü bu manipülasyona paralel eğitim düzeyi o derece alçaltıldı ki, özgür düşünebilen insanların sayısı gittikçe gerilemektedir.

Eğer dünyanın gidişatı son yıllarda bu kadar açık olmasaydı, “küçük burjuva zihniyeti dünyaya iyice hakim oldu derdik, o kadar. Ama aynı küçük burjuva zihniyeti dünyaya sadece son yirmi yılda iki Irak savaşının yanı sıra ciddi bir politik toprak kayması ve inanılmaz bir sefalet de getirdi. Nedensellik açısından bakılırsa, o zaman önemli bir sonuç elde ederiz: Dünyanın bugünkü durumunun sorumlusu Batıdır. Bu geniş çaplı konunun içinde tartışılabilecek tek bir nokta göremiyorum. İdeolojilerin zamanı geçmiştir deniyor, ama ideolojik bakmadığınız zaman da, sadece içinden çıkılmaz bir kaos görebiliyorsunuz. Aynı olayları ideolojik çerçeveye yerleştirdiğiniz an, her şey aydınlanıyor, belli oluyor, bütün taşlar yerlerini buluyor. Yani son soruya yanıtım: Tabii ki hayır!


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler