Ece Karaağaç'tan 'Yarım Kalan Bazı Aşklar'
Ece Karaağaç, az sayıda karakterle, sağlam bir kurgu kurmayı başarıyor “Yarım Kalan Bazı Aşklar”da. Sonuçta bu bir dostluk ve aşk romanı fakat başlığından anladığımız gibi kolay mutlu sonlar vaat etmeyen, karşılıksız aşkların romanı. Her sene yayımlanan onlarca ilk roman arasından sıyrılmak, yazar olma kararında direnmek hiç kolay değil; yirmi yedi yaşındaki Ece Karaağaç da zor olanı seçenlerden.
Birkaç yıl önce Marmara Üniversitesi Hukuk fakültesine, edebiyat ve hukuk üzerine konuşmak üzere davet edilmiştim. Dördüncü sınıf öğrencileri ile birlikte Franz Kafka’nın “Dava”sının ardından Orson Welles’in 1962 yapımı filmini seyredip tartıştık. Dört yüz kişilik sınıfta Kafka’ya ilgi duyanlar çoktu, kendileri gibi hukuk öğrenci olduğunu duymak hoşlarına gitmişti. Dersten sonra sevgili hocaları Prof. Dr. Nihan Saban ile konuşurken aramıza birkaç öğrenci de katıldı. Hocaları bir tanesine dönüp onu daha önce görmediğini, dördüncü sınıfta mı olduğunu sordu. Öğrenci “evet hocam, ben de Kafka gibi ailemin zoruyla hukuk okuyorum, konu ancak edebiyat olunca ilgimi çekiyor. Ondan beni pek görmediniz” dedi.
Bu hafta postayla gelen bir kitabın ilk sayfasında yazarın notunu okuyunca hemen hatırladım o öğrenciyi: “Bilmem hatırlar mısınız ama 2011’de hukuk fakültesine Kafka hakkında sohbet etmeye gelmiştiniz ve ben size yazar olmak istediğimi söylemiştim. Sanırım sonunda o ‘ilk’ adımı atmayı başardım.” Her sene yayımlanan onlarca ilk roman arasından sıyrılmak, yazar olma kararında direnmek hiç kolay değil; 27 yaşındaki Ece Karaağaç da zor olanı seçenlerden.
HUZURSUZ RUH HÂLİ
Romanın adı “Yarım Kalan Bazı Aşklar” (Alakarga Yayınları, 188 s.). Roman kahramanı Zeynep, Ece Karaağaç gibi avukat fakat o da mesleğine pek bağlı değil. Kendisine ve hayatta yapmak istediklerine uymadığını düşünüyor. Annesini beş ay önce yatağında ölü bulduğu günden beri, yapyalnız kaldığı dünyada hiç uyuyamaz. Huzursuz ruh hâlini yenmek için kendini sokaklara atar. Yemek yemeden, uyumadan sokaklarda dolaşmaya başlar. İstanbul’un geceleri, nereye gittiğini bilmeden dolaşan bir genç kadın için hiç tekin değildir üstelik ama o kendini yormak ve sonunda uyuyabilmek için barlara gider, parklarda dolanır.
Bir gece parkta saldırıya uğradığında onu, Arda adında genç bir adam bulur ve evine getirir. Bir kafeteryada aşçı olarak çalışan Arda’nın evi huzurlu ve güvenli gelir Zeynep’e. Zamanla ikisi birbirine güvenmeye başlar ve yakınlaşır. Zeynep’in lise ve üniversiteden arkadaşları evlenmiş, hayatlarında yol almıştır; Zeynep doğal olarak kendisini dışarda kalmış hisseder. Uykusuz aylar boyunca iyice içine kapanmış ve gitmediği işinden kovulmuş, kirasını ödemediği evinden de atılma noktasına gelmiştir. Arda tek güvendiği kişi olduğu için onun yanına sığınır. Böylece geçmişlerinden neredeyse hiçbir şey almadan, yeni ortak bir hayat kurmaya başlarlar.
Bu yeni hayatta güven duydukları tek kişi aynı apartmanda oturan, felçli babasının bakımını üstlenmiş bir transseksüeldir. Ece Karaağaç, az sayıda karakterle, sağlam bir kurgu kurmayı başarıyor romanında. Sonuçta bu bir dostluk ve aşk romanı fakat başlığından anladığımız gibi kolay mutlu sonlar vaat etmeyen, karşılıksız aşkların romanı.
KAYIP RUHLAR
Karaağaç, üçlü bir aşk ilişkisi anlatıyor romanında. Herkes birine aşık ama kimsenin karşılık bulamadığı bir çıkmaz üçgen bu. Ancak yine de bu sadece karşılık bulamayan aşkların romanı ile sınırlı değil, asıl öne çıkan duygu, dostluk ve yalnız ruhların birlikte buldukları mutluluk. Karaağaç’ın teması karşılıksız aşklar olsa da roman sonunda beklenmedik şekilde bütünlüğe ulaşıyor. Kurgu döngüsü tamamlanıyor.
Zeynep karakterini ilk satırlarda varoluşsal bir bunalımın içinde gibi algılıyoruz. Modern romanın tipik kahramanı, Camus’nün Yabancısı ve Sartre’ın Roquentin’i gibi hayatla sorunu olan biri gibi görünüyor. Bu algının bir nedeni, uykusuzlukla geçen beş ayın sonunda tanımaya başlıyoruz onu, bu süreci nasıl yaşadığını, gittikçe artan bunalımı geri dönüşlerle sonradan anlaşılır kılıyor Karaağaç. Zeynep’in sorunu her şeyden önce fiziksel. Bedeninin dayanma gücü bitme noktasına gelmiş, uzun süredir bakımsız kalmış bir makine gibi artık düzenli çalışmakta zorlanıyor. Makineyi çalıştıran Arda’nın özenle hazırladığı yemekler, kahvaltılar oluyor ilk başta; böylece güvenmeyi ve yaslanmayı öğreniyor Arda’ya.
Aşk romanlarında kurguda yan karakterlerin hayatlarını düzenlemesi, kahramana umut veren bir sona dönüşür. Bu romanda da bunu görüyoruz. Trajik hayatların dostlukla nasıl düzene girdiğini, anlam kazandığını gösteriyor yazar.
Karaağaç’ın karakterleri küfürlü ve argo konuşan, geceleri yaşayan -ya da en azından Beyza veya Erhan’ın annesi gibi bir zamanlar bataklıkta yaşamış- tipler. Arda bu ortamın içinde bir melek gibi parlıyor. Zeynep için neden çekici geldiğini hemen anlayabiliyoruz. Yine de Arda ile ilgili sorular oluşuyor zihnimizde: Nasıl oluyor da Arda’nın “sırrını” Beyza gibi gün görmüş, hiç naif olmayan bir karakter anlayamıyor hemen. Oysa okurun bile gözünden kaçmayan (örneğin evinin dekoru) detaylar bir dolu ipucu veriyor.
Ece Karaağaç’ın romanını klasik kurgu anlamında çok sağlam bulduğumu, heyecan ve merak dozunun iyi yerleştirilmiş olduğunu söyleyerek bitirmek istiyorum. Başarılı bir ilk roman. Büyük oranda kadınlara yer verilen bu sayımızda yeni bir yazarla tanışmak da ayrı bir hoşluk.
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- Hamaney 'Suriye' sessizliğini bozdu!