Emek Sineması

Gündem sürekli ve biteviye bir biçimde siyasi dalgalanmaların ve indirgenmiş diyalogların gölgesinde oyalanıyor...

Emek Sineması
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 23.04.2010 - 14:24

Oysa ki tek bir gerçek var, zaman hızla akıp gidiyor ve bu asılgerçeğin karşısında gerçekten hak ettiğimiz, bireyler olarak sahip olmamız gereken özen ve yatırımdan payımızı alabiliyor muyuz? “Yüksek dil” ve “yüksek kültür” dediğimiz olguyu deneyimlememiz pek bir hayal gibi görünüyorken hiç değilse temel olan kültürel beslenme ve donanım sahibi olabilme, hem de bunu seçkinci olmayan, kolay ulaşılabilir bir yolla edinebilme haklarımızdan yararlanabiliyor olabilsek...

Sosyal devlet anlayışı ve demokratikleşme denilen şeyin tam olarak da karşılığı bireyleri ve yurttaşları temel hak ve özgürlüklerinden mahrum etmemekse eğer, bence bu temel hak ve özgürlüklerin içine pekala eğitimden ve kültürden sonuna kadar yararlanabilme durumu da giriyor. Bir toplumda bütün tartışmalar en yüzeyel ve en kolaycı biçimleriyle karşımıza çıkıyorsa burada çok ciddi bir sorun var demektir. Büyük bir bienalin merkezi, film festivallerinin odak noktası, sergilerin ve uluslararası sanat eylemlerinin adresi olarak dünyada kültürel bir nokta haline gelen İstanbul’da, bugün eski değerlerin, sinema ve tiyatro salonlarının yıkılarak inşaat şirketlerine ve pek güzide yatırımcılara devredilmek suretiyle özgünlüklerini kaybetmesi, tekelleşmesi, ucuzlatılması, amacından saptırılması gibi incitici gerçekleri tartışır durumdayız. AKM’den sonra Emek Sineması da bunlardan biri... 

Sinemanın tüm diğer tasarlanmış dönüşümlerde olduğu gibi özünü yitirerek sevimsiz bir projeye sıkıştırılmış öylesine bir salona indirgenmiş olması; sinemaseverlere, genç insanlara, bu tür mekanların adeta insana sinema sevdiren olağanüstü atmosferini yaşamalarını engeller ve değer tanımaz bir yaklaşımdır. Tarihi ibadet merkezleri ve tarihi dini yapılar kadar tarihi kültür merkezlerinin de yaşatılmaya ve onarılmaya hakları olmalıdır. Şimdiye dek kim bilir kaç insan ilk filmini Emek Sineması’nda izlemiş, bugünün kaç sinemacısı film yapmaya orada karar vermiştir? İstanbul’u İstanbul yapan değerlerimizi gözden geçirdiğimizde plastik poşetlerle çılgınca alışveriş yaptığımız merkezlerden daha fazlası aklımıza gelmelidir. Beyinlerimiz birer plastik poşete dönüşmeden, sahip çıkalım!

 

Reha Erdem ve Kosmos

Reha Erdem filmlerinin hemen hepsini büyük bir merakla izledim ve sonrasında yüzümde bulduğum tebessümün sebebi olduğu için Reha Erdem’in sinema gözüne duyduğum yakınlığı korumaya devam ettim. Reha Erdem filmlerindeki karakterlerin abartılmış ve tuhaf sempatileri, yönetmenin dünya sineması ve edebiyatla olan ilişkisini açık eder nitelikte bir farklılık içeriyorlardı hep... Burada lirik tadı olan, şiirin rüzgarını hissedebildiğimiz ve komikle trajiğin,  traji-komikten bence bir parça daha öte bir yerlerinde duran birlikteliği vardı.

Reha Erdem sinemasında her an sokakta duyduğumuz diyalogların ve birebir gerçek yaklaşımların izi yoktur. Sinemasının başarısı da, kişilerinin kendi poetikalarını ortaya koyabilmelerinden kaynaklanmaktadır. Hikayeler ritmik bir biçimde ilerler...

Saatlerin anlamı da buradan kaynaklanıyor. Reha Erdem’in Türk Edebiyatı’nın eski roman ve öykülerindeki dokunaklı yalnızlığından aldığı önemli referanslar var. Kişilerde kartonlaştırıp karikatürize etmeden yorumlanmış bir kendine özgülük durumu, bütün filmlerindeki en önemli yapılardan birini oluşturuyor.  Reha Erdem’in arka planına baktığımızda Boğaiçi Üniversitesi’nde tarih okuduktan sonra  yurtdışında uzun süre kalıp Paris’te Sinema ve Plastik Sanatlar bölümünü bitirdiğini görüyoruz.

İlk filmi  A ay bir çok ödül aldıktan sonra Reha Erdem ismi de özellikle sinema çevresinde önemli bir etki sağlamayı başarmıştı. Reha Erdem filmlerinin senaristliğini ve yönetmenliğini üstlenerek tam anlamıyla bir film yapıcı kimliğini de kazanmış oluyor. “Benim derdim hikaye anlatmak değil, anlam yaratmak” diyerek derdini ifade eden Reha Erdem’in sinemasındaki bu ritüel, onu körükörüne bir batı etkisinden kurtarıp doğu felsefesinin ve yazının yaratıcı dünyasına sakınımsız biçimde yaklaştırıyor.

Film, günlerden bir gün sınır şehirlerinden birine gelen Kosmos’un ağlayışıyla karşımıza çıkıveriyor. Ağlamak burada yakıcı bir eylem ama asla çaresizlik içermiyor. Kosmos’un geldiği şehir görünürde tanıdığımız ama duyguda bize çok uzak bir yer. Hani bazı filmlerde hissettirmek, bir duygu yaratmak seyirciye verilen önemli armağandır. Hikaye anlatılmaz da hikaye bir resmi yapma süreci gibi bir deneyime dönüşür. Kosmos’un yarattığı duygu da benzer bir haldir. Türk film sektöründe elbisesini ödünç almış bir çok yapımla karşılaşırken, Kosmos gibi filmlere rastlıyor olmak sevindirici.

Çünkü seyirciye estetik bir el veren ve duygudaşlık yaratan , bir tarafıyla bizim o çok sevdiğimiz mistik öğelerle şiirselleşmiş bir tarafıyla da sadeleşmiş ama sıkıcı bir suskunluğa bürünmemiş farklı bir anlatımla karşılaştığınızda heyecan duyuyorsunuz. Doğu’nun sabrına aşık, insanın bozunmamışlığına gerçekötesi bir perspektifle dokunan bir algıdan çıktığını görüyorsunuz bu tümcelerin... Dünyevi kaygıların kirlettiği gerçeklik ve inançsızlık, Kosmos’un dünyasında çok anlamlı bir sadeleşmeyle karşı karşıya duruyor. Kendi zamanının tanığı olan Kosmos hikayesinden öte varlığıyla,  seyirciyi estetiğine araç olarak görmeyen bir haz yaratmayı başarmış. Yaşamda her şeyin görünen bir gerçeklik duygusundan ibaret olmadığını Kosmos’la bir kez daha farkediyoruz....


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon