Eskimeyen bir efsane: Keşanlı Ali

Keşanlı Ali Destanı, 50 yıldır unutulmadı, çünkü hâlâ günümüz Türkiye'sine dair söz söylüyor, acıyı, adaletsizliği, yoksulluğun umut ve hayallerini... İşte o yüzden Ahmet Mümtaz Taylan destanı yenilikler katarak tekrar müzikal olarak koyuyor sahneye. 32 kişilik dev bir kadroya sahip oyun. Tuba Ünsal Olga'yı, Songül Öden ise Zilha karakterini canlandıracak.

Eskimeyen bir efsane: Keşanlı Ali
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 27.11.2011 - 07:20

Yorgunlar. Ahmet Mümtaz Taylan migren krizinden çıkıp, bir an önce ikinci provaya yetişmenin hesabını yapıyor. Songül Öden, sabahın altısında çıktığı dizi setinden müzikalin provasına atmış kendini. Tuba Ünsal, “Ben giderim o gider, peşimde tıntın eder” diyerek anlattığı kızı Sare’yi dizi setine olduğu gibi provaya da getirmiş, nefes almaya fırsat bulduğu araları çocuğuyla solumak için... Bunların arasında bir de biz çıkıyoruz karşılarına röportaj için... Ancak ne bizden ne de koşturmacadan şikâyetçiler. Çünkü Türkiye müzikalinde önemli bir yere sahip Keşanlı Ali Destanı için çıkardıkları oyun öyle iyi hissettiriyor ki kendilerini. 32 kişilik kadroyla sahnelenecek oyunu Maslak TİM’de izleyebilirsiniz ama önce yönetmeni Ahmet Mümtaz Taylan, Zilha karakterini canlandıran Songül Öden ve Olga’yı oynayan Tuba Ünsal’a kulak verin...

- İlk ne zaman izlemiştiniz Keşanlı Ali Destanı’nı, sizde nasıl bir iz bırakmıştı, ne düşünmüştünüz?

Ahmet Mümtaz Taylan: Sahnede izlediğim ilk Keşanlı, Yücel Erten’in Ankara Devlet Tiyatrosu'nda sahnelediği yorumdu. Keşanlı ile ilgili bilinmesi, anlaşılması gereken her şeyi anlamış, öğrenmiştim.

Tuba Ünsal: Ramazanda TRT’de izlemiştim Engin Cezzar ve Gülriz Sururi’nin oynadığı diziyi. Hiç sahnede izlemedim. İyi ki izlememişim, çünkü kafamda yer eder, objektif bakamazdım. Şimdi sıfırdan yaratıyorum oynarken.

Songül Öden: TRT’deki diziyi izlemedim ama “Ben bir küçük hanfendüyüm” parçasını söylerdim sokaklarda. Keşanlı belleğime bir şekilde kazınmıştı, bir efsaneydi. Üç sene önce Şehir Tiyatroları’nda izleyince çok keyif aldım.

- 1964’ten bugüne sahneleniyor Keşanlı Ali Destanı; sinemaya uyarlandı, şimdi yeniden dizisi çekiliyor. Siz de müzikal yapıyorsunuz. Nedir insanı onun peşine düşüren sizce? Neden aradan geçen 50 yıla rağmen unutulmadı?

A. M. Taylan: Sadece gününün değil, tüm zamanların Türkiyesi’ni anlatmak, resmetmek bakımından hep taze ve sarsıcı olabildiği için elbette. Yalçın Tura’nın kült müziklerini ve defalarca iyi sahnelenmesini, oynanmasını da unutmamalı. Seyircinin ilgisini hiç kaybetmeyen ve doğrusu çok da zengin sayılamayacak yerli müzikal literatürümüzün nadide bir örneği olarak kendini koruyabiliyor.

S. Öden: Çok samimi, yani karton bir kahraman olan Ali’nin ve Zilha’nın aşkına olan inanç ve söylediği şeylerin maalesef, hâlâ geçerliliğini koruyor olması. Çünkü hala kartondan kahramanlar var, hak etmediği alanı kaplayan, efsane haline gelmiş, tanıdığımızda neden orada ve bu kadar saygı duyulduğunu anlamadığımız, çarkı döndüren insanlar hala var günümüzde.

- Siz neden bu oyunu sahnelemek istediniz?

A. M. Taylan: Çok kez başarılı biçimde sahnelenmiş bir metnin, yeniden sahnelenmesinde, olmazsa olmaz bir rekabet duygusunun saklı oluşunun cazibesinden... Bir tür meydan okuma duygusu, tatlı bir sanatsal rekabetten söz ediyorum tabii. Oyun için önerilen kastın çekiciliğini de ekleyeyim.

- Gerçekten de oldukça kalabalık ve önemli isimler var kadroda. Nasıl belirlediniz?

A. M. Taylan: Çoğu Sadri Alışık Tiyatrosu’nun seçimi. Çekici olan kasta, bir kaç isim de ben ekledim ve kadro tamamlandı.

- Sizler bu kadroya nasıl dahil oldunuz?

S. Öden: Ben daha evvel Sadri Alışık Tiyatrosu’yla oynamıştım. Hocalık da yapmıştım. Teklif geldiğinde çok mutlu oldum. Bir kere çok güzel bir oyun ve çok güzel bir kadın kahraman. Sinemada ve tiyatroda kadın kahraman çok az.

T. Ünsal: Çiğdem Erken’le başka bir müzikalde çalışırken tanıştık. Bu oyundaki madam rolü için Çiğdem arayıp, ne dersin, dedi. Deliririm, dedim!

- Bu kadar çok hafızalarda yer etmiş, oynanmış bir oyunu yeniden sahneye koymak stresli bir iş; her şeyden önce daha öncekiler kadar, hatta daha iyi bir oyun sahneleme sorumluluğu getiriyor. Böylesi bir stres yaşadınız mı?

A. M. Taylan: Stres değil de ekstra bir motivasyon fırsatı diyelim dilerseniz. Yönetmenlik bir tür meydan okuma biçimidir biraz da! Yeni bir okumayla, eski olduğu iddia edilen bir metni, bir kez daha ilginç ve izlenilir kılmak, karşılaşmayı isteyeceğiniz eğlenceli türden bir sorunlar silsilesidir. Zor ve heyecan verici bir ödev!

- Ya sizler için?

T. Ünsal: Evet, bu oyun çok sergilendi, ses getirdi ancak bizim oyunumuzun sergileniş biçimi o kadar farklı ve o kadar güzel ki... Epiğin epiği bu oyun. Aslında biz Keşanlı Ali Destanı’nı oynamaya çalışan Sineklidağ ahalisini oynuyoruz. Yani aslında ben Olga’yı oynamaya çalışan Sarı Kızım. Oyuncuya çok alan veren ve oyuncuyu yönlendiren bir yöntem bu. Diğer Keşanlı oyunlarını unutturacak.

- Oyun içinde oyun izleteceksiniz bize, neden seçtiniz bu yolu?

A. M. Taylan: Daha önce denemek kimsenin aklına gelmediği için. Dramaturg dostum Aylin Alıveren ile açık biçim üzerinden yürüttüğümüz Keşanlı okumamız, sahneleyişe yeterince su taşımamıza yetince, denemeye karar verdik. Çok iyi vakit geçirdik, her düşümüzü uygulamaya zaman yetmedi ama gerçekten eğlendik. Şimdi sıra, bunu seyircinin beğenisiyle test etmekte.

- İktidar, aşk ve çıkar ilişkileri... Sineklidağ mahallesinden Türkiye panoraması çıkarıyor oyun. Oyundan bugüne bakınca ne görüyorsunuz?

A. M. Taylan: O zamandan bugüne ülkemizde oyuna mevzu sosyal ve siyasal profilin çok değiştiğini söylemek kolay değil. Boyut ve şekil değiştirmiş olsa bile, o dönem sorunlara zemin teşkil eden sosyal-siyasal çarpıklıklar varlığını sürdürüyor. Hala kahramanlara düşkünüz, hâlâ gelir dağılımı adaletsizliği sürüyor, mahalle baskısı hayatlar söndürüyor. Kadınların maruz kaldığı şiddet ve uğradığı eşitsizlikler, azalmak bir yana her geçen gün artıyor. Belli ki biz Keşanlı Ali Destanı’nı daha uzun süre eskitemeyeceğiz.

Fırsat buldukça yaşıyoruz...

- Karakterlerinizde size en yakın ve en uzak olan özellikler neydi?

S. Öden: Zilha güçlü, hırçın, renkli bir gecekondu kızı. Çok basit hayalleri, özlemleri var; evlenmek, çocuk doğurmak gibi. Ancak bunlara kavuşabilmesi bile çok ütopik, zaten acı olan o. Zilha'nın en benden olmayan yanı çok dışa dönük olması. Genel olarak tanımayan insanlarca soğuk bulunurum. Zilha'ysa duygularını en ilkel haliyle dışa vuruyor... Başka ne olabilir?

T. Ünsal: Delisiniz ikiniz de... Samimisiniz, içtensiniz.

- Ya Olga ve siz?

T. Ünsal: Bana uzak düşen şey, çok kadınca olması.

S. Öden: Hesapçı, kitapçı olması da; sen öyle değilsin.

T. Ünsal: Hem nemrut, çok disiplinli ve sinirli.

- Müzikal, oyuncunun sınırlarını en zorlayan oyun türlerinden. Çok fazla enerji ve emek istiyor. Bir yandan ikinizin de dizisi var, siz bir de çocuk büyütüyorsunuz, bunların arasında bir de bu müzikal için nasıl vakit buluyorsunuz?

S. Öden: Çok zor... Bu kadar yoğun çalıştığım ilk tecrübem, çünkü tiyatro yaparken dizi, dizi yaparken de tiyatro yapmıyordum. Şimdi arada yaşamaya, beşeri faaliyetlerimi gerçekleştirmeye çalışıyorum (Gülerek). Yine de şikâyetçi değilim, sahnede olmanın insanı ayakta tutan bir adrenalini var.

T. Ünsal: Rol teklif edildiğinde, Ahmet Mümtaz’a çok istiyorum ama çocuğum var, dizim var demiştim. Çok kahrımızı çekti.

- Peki sizce değiyor mu bu koşturmacaya, size ne kazandırdı bu proje?

T. Ünsal: Songül’e bir ödül daha kazandıracak (gülerek)... Benim için böyle deli dahi bir yönetmenle çalışmak oyunculuk tecrübelerime çok şey kattı. Ekibimiz de on numara. Bütün o strese, koşturmacaya rağmen sahneye çıktığımda o kadar iyi, her şeyi unutmuş hissediyorum ki...

S. Öden: Bana Tuba gibi çok mütevazı ve yaşıtım bir arkadaş kattı. Çok dinamik, saygılı bir ekiple çalışıyorum. Çok tatlı bir yönetmen kattı hayatıma. Hem sonra, koşuşturma arasında yaşamayı da öğretti. Bütün hayatım altüst oldu ama her şartta yaşanabiliniyormuş (gülerek)...


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon