Gavin Fridell'dan 'Kahve'
Gavin Fridell, “Kahve” kitabında, son iki yüz yıldır kahvenin dünya kapitalist sistemindeki izlerini takip ediyor. Devletlerin, büyük kapitalist piyasaların ve ulus-aşırı şirketlerin, dünyanın en yoksul çiftçilerinin ürettiği kahve çekirdeği üzerinden piyasaya, topluma ve tarıma nasıl müdahil olduklarını çok yerinde örneklerle açıklıyor.
Kahvemizi yudumlarken...
Artık her yerde, her türden kahvenin kokusu çalıyor burnumuza; evde, kütüphanede, kampüste, çarşıda, pazarda, sokakta ve tabii ki yeni zamanların tüketim çılgınlık mabedi AVM’lerde. Nerede olursak olalım, artık kahve bir zaruri tüketim kalemine dönüşüyor. Kahvehaneler değişiyor, kahveciler değişiyor ve en önemlisi kahve tüketmenin enva-i çeşit kokusu dağılıyor dünyanın dört bir yanına. Yemen ve Brezilya kahvelerinin yanına onlardan daha iddialı çeşitler ve üreticiler dâhil oluyor. Bütün dünya, iklim, kültür, toplumlar ve kuşaklar değişirken kahvelerimizin de değiştiğini pek çok zaman fark etmiyoruz. Oysa kahve, birkaç asırdır dünyanın en mühim gıda emtialarının başında yer alıyor.
Pek tabii, bunda, kahvenin tarihsel-kültürel arka planının yeni zamanın ruhuyla olan ilişkisi kadar, değişen kuşak, iletişim ve tüketim kalıplarının yarattığı kültürel kodların da etkisi söz konusu.
KAHVENİN HİKÂYESİ
Gavin Fridell, Kahve kitabında, son iki yüz yıldır kahvenin dünya kapitalist sistemindeki izlerini takip ediyor. Devletlerin, büyük kapitalist piyasaların ve ulus-aşırı şirketlerin, dünyanın en yoksul çiftçilerinin ürettiği kahve çekirdeği üzerinden piyasaya, topluma ve tarıma nasıl müdahil olduklarını çok yerinde örneklerle açıklıyor. Devletlerin ve devasa şirketlerin müdahalelerine açık bir ürün olarak kahvenin, fincanımıza doluncaya kadar, Afrika’dan Latin Amerika’ya, Uzak Asya’dan Avrupa ve Kuzey Amerika’ya uzanan geniş coğrafyada, üretimden markalamaya, tahmisçilerden perakendecilere ve kahvehanelere değin hangi politikalardan süzüldüğünü anlatıyor.
Fridell’a göre, kahve çekirdeği üretiminin uluslararası tekellerin denetimine geçmesinin ardında, kapitalist bir ekonomi politiğin devletlerle olan derin ilişkileri uzanıyor. Ama bunlar, kahvesini yudumlayan kahve tutkunlarının pek farkında olmadığı hususlar genellikle. Kahvenin eski (Brezilya, Kolombiya) ve yeni oyuncularının (Vietnam) küresel siyaset ve kapitalist piyasayla olan karmaşık ama hep yoksullar aleyhine olan ilişkilerini ortaya koyuyor. Kahve, Bu denli güçlü sembol bir emtianın tüketiciye verdiği keyif kadar görünmeyen ya da son zamanlara kadar pek sözü edilmeyen Güney Amerika’daki ormanların yok edilmesine veya Vietnam’da, devletin kahve ihracatındaki gelirin önemini fark etmesinden dolayı, uygulanan ekim politikalarının köylüler üzerindeki yıkıcı sonuçlarına kadar pek çok önemli detayı son derece akıcı bir üslupla sunuyor.
Fridell, uzun kolonyal tarihin kahveyle ve onun yükselen kapitalizmle ilişkisini Latin Amerika plantasyonlarından akan yoksulluğun, piyasalarda nasıl devasa kâr seline dönüştürüldüğünü açıklıyor aynı zamanda. Diğer yandan, daha âdil ve yoksulları gözeten bir kahve piyasasının mümkün olabileceğine ve bunda devletlerin denenmiş ve muhtemel rollerine de vurgu yapıyor. Yoksul kahve çekirdeği üreticilerden tahmisçilere ve oradan fincanlarımıza dolan karşı konulmaz keyfin görünmeyen, karanlık yüzüne ışık tutuyor.
KAHVE VE KÖLELİK
Dünyada, Türkiye dâhil, gelişmekte olan ekonomilerin ve toplumların yeni kültürel kodlar, yaşam tarzları ve teknolojinin sınırsız imkânlarını kullanan görsel kampanyaların etkisiyle bir kahveye hücum furyası söz konusu. Kahve’nin Türkçe baskısı için yazdığı önsözde Fridell, Türkiye’nin kahve piyasasındaki hızlı ve etkileyici yükselişinden de söz ediyor. 2013’te dünyadaki ilk otuz kahve tüketicisi ülkeden biri Türkiye. Yeni mekânların ortaya çıkışı, yeni tüketim kalıplarını yaratmaya devam ettikçe, her yeni kuşağın daha farklı kahve kültürlerine sahip olmaya başladığını da vurguluyor. Ve bunlara paralel, Türkiye’nin kahve ithalatı da âdeta fırlıyor. 1990-2013 arasında Türkiye’nin kahve ithalatının yüzde 500 arttığını, oysa aynı dönem bu oran Almanya’da yüzde 55, Birleşik Devletlerde yüzde 29! Fridell, bu rakamlara bakıldığında Türkiye’nin gelecek on, on beş yıllık sürede dünyanın en çok kahve tüketen ülkeleri arasında yer alacağını söylüyor.
Kahve’de Fridell, küresel markaların ikiyüzlü politikalarına da odaklanıyor. Kendini çok sevecen, insan ve çevre dostu imajlarla parlatan pek çok küresel kahve markasının aslında hem güneyde hem de kuzeyde kendi çalışanlarına karşı nasıl inceltilmiş bir sömürü ve baskı düzeni kurduklarını ortaya çıkarıyor. Mesela, çok ünlü ve artık neredeyse Türkiye’deki her kentte de şubeleri bulunan bir kahve zinciri markasının, tüketiciye “adil ticaret” ya da çevreci etiketleriyle reklamlar yapıp nasıl piyasada tekelleştiğini, yoksul Güneyli üreticilerin elinden çok ucuza (kahve çekirdeğinde kilo başına rayiç değer 1 Doların üstünü çok nadir görüyor) aldıkları kahveyi çok fahiş fiyatlara satarken aynı anda arka planda birçok çevresel felakete kapı araladığını, kölelik koşullarında çalışmanın, ucuz emeğin ve katı sendika karşıtlığının en büyük destekçisi olduğunu da öğreniyoruz.
Fridell, Kahve’de bütün bu geniş ve güncel perspektifi sağlam bir tarihsel arka planla birlikte okuyucuyu hiç sıkmayacak bir üslupta anlatıyor.
Kahve / Gavin Fridell / Çeviren: Semih Çelik / Vivo Yayınları / 198 s.
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- 6 asker şehit olmuştu