Generaller 'Balyoz'u anlattı

Orgeneral Bilgin Balanlı'nın da aralarında bulunduğu, Hasdal Cezaevi'nde, Balyoz davasında tutuklu 51 muvazzaf asker, gazetecilere mektup gönderdi.

Generaller 'Balyoz'u anlattı
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 24.04.2012 - 14:39

Balyoz tutuklularının imzaladığı 9 Nisan 2012 tarihli mektupta, Balyoz davasının bugüne dek geldiği aşama özetleniyor. “Balyoz Davası”nın, 2003 yılında dönemin 1’inci Ordu Komutanının Harp Akademileri Komutanı, Donanma Komutanı, İstanbul ve Bursa Jandarma Bölge Komutanları ile birlikte bazı subaylara “Balyoz, Suga, Oraj, Sakal, Çarşaf” adı verilen darbe planlan hazırlattığı ve bu planların 5-7 Mart 2003 tarihlerinde Ordu Komutanlığında yapılan bir seminerde örtülü olarak denendiği iddiası üzerine açıldığına dikkat çeken asker şu değerlendirmeyi yapıyor:

“Balyoz davası nedir?”

Balyoz davasının anlaşılabilmesi için şu nokta çok önemlidir. Balyoz davasının dayandırıldığı plan semineri iie seminerde provasının yapıldığı iddia edilen sözde ‘Balyoz’ ve ilgili diğer Güvenlik Harekât Planlarını mutlak suretle birbirinden ayırmak gerekmektedir. Çünkü Balyoz davasının iddianamesi incelenirse savcı tarafından seminer yapılması nedeniyle değil, fakat seminerde sözde Balyoz adlı bir planın örtülü olarak denendiği iddiası ile atslı suçlamanın yapıldığı görülecektir.

“Seminer niçin yapılmıştı”

Plan Semineri’nde, 1’inci Ordu’nun hasım ülkeye yönelik harekât, planı, olabilecek en kötü doruma göre tartışılmıştır. Yani, hasım ülkeyle cephede savaş varken ve Ordu’nun bazı birliklerinin de İç Güvenlik Harekâtı nedeniyle güneydoğudaki birlikleri takviye ettiği koşullarda, yine 1’inci Ordu Komutanlığının geri bölgesinde olabilecek karışıklıklara karşı, sıkıyönetim ilanını takiben alınabilecek tedbirler de görüşülmüştür. İki buçuk gün süren seminer süresince katılımcılar tarafından yapılan tüm sunumlar ve konuşmalar Ordu Komutanı’nın emriyle kayıt altına alınmış, CD ve kaset olarak Ordu Karargâhında saklanmıştır. Bu kayıtlar, yıllar sonra bazı işbirlikçiler tarafından karargâh dışına sızdırılmıştır.

“Balyoz Harekat Planı ne anlama geliyor?”


Sanıkların suçlanmasına neden olarak gösterilen sahte “Balyoz ve ilgili diğer Güvenlik Harekât Planları” inandırıcılığını artırmak için, 5-7 Mart 2003 tarihlerinde icra edilen seminerden yıllar sonra, 1. Ordu Komutanlığı Karargâhı’ndan sızdırıldığı anlaşılan seminerdeki gerçek konuşma ve sunumlardan alınışlar yapılmak suretiyle, art niyetli işiler veya gruplarca bilgisayar ortamında kurgulanıp üretilmiş, sahteliği duruşmalarda defalarca kanıtlanmış, yana çıktılarının dahi alınmadığı savcı tarafından belirtilen, tamamı imzasız sanal/dijital planlar ve bunlarla bağlantılı olduğu izlenimi verilen yazışmalardır. Seminerde yapılan sunum ve tartışmalarda, hiçbir şekilde “Balyoz” adı, bu planın ait planları olduğu iddia edilen Hava Kuvvetlerinin “Oraj”, Deniz Kuvvetlerinin “Suga”, Jandarmanın “Sakal” ve “Çarşaf” Planlarının adları aşla geçmemiş ve tartışma konusu olmamıştır. Çünkü bunların tamamı sahtedir. Bunu mahkeme tarafından çağırılıp dinlenen 31 tanık da teyit etmiştir. Ancak, tüm ispatlara rağmen, mahkeme ara kararlarında “tutukluluk hallerinin devamına” klişesi hiç bozulmamıştır. Bu durum, adalete olan güvenin sarsılmasına yol açmaktadır.

Ortada bir sahtecilik mi var?

Hem de en kaba haliyle ve bir büyük komplo olarak sahtecilik vardır. Bu planın, seminer öncesinde hazırlandığı ve seminerde tartışıldığı iddiasının gerçek dışı olduğu bilirkişi ifadeleri ve delillerle ispat edilmiştir. Aslında bu plan, 2008 yılından sonraki bir tarihte, 2003 yılında icra edilen seminerdeki gerçek konuşma ve sunumlarla ilişkilendirîlmek suretiyle, art niyetli kişiler veya gruplarca kurgulanarak üretilmiştir. Subayların/generalierin/amirallerin isimleri, yukarıda adları geçen sahte ve sonradan üretilen planlara yazılarak, haklarında suç üretilmiştir.

Önce seminer, sonra kurgu...


Evet aynen öyle. Seminerin bir kısmı cephede savaş devam ederken iç bölgede meydana gelen iç karışıklarla ilgili olaylara değinen bir senaryoya göre konuşulduğundan, yani diğer bir deyişle sıkıyönetim ortamındaki durumları tartıştığından sahteciler senaryoya göre konuşulanları gerçekmiş gibi göstermeyi kurguluyorlar. Bu amaçla gerçek belgelerin' arasına kendilerinin hazırladıkları bir takım sahte listeler, sahte görevlendirmeler yazıyorlar. Örneğin seminerde “sıkıyönetim esnasında halkın sağlık sorunlarına karşı tedbirler” konuşulmuşsa, sahteciler bu konuşmayla ilişkiliymiş gibi “bir darbe anında el konulacak hastaneler ve el koyacak subaylar listesi” hazırlayarak gerçek belgelerin arasına katıyorlar. Bu subaylar da o günün yüzbaşıları bu günün generallik ve amirallik sırası gelmiş değerli albayları oluyor. Mahkeme bu subayları sadece bir listede ismi var diye veya bu listeye göre hazırlanmış olduğu intihası yaratacak şekilde kaleme alınmış bir sayfa dijital, imzasız bir yazı gerekçesiyle tutukladığında o subayın bütün mesleki kariyeri son buluyor.

“Gerçek planlar ifşa oldu”


Ordu karargahından sızdırılan bu gerçek planlar maalesef çarşaf çarşaf ifşa oldu. Sahteciler bu komployu kurabilmek için Türkiye'nin olası hasım ülkeye karşı uygulayacağı bütün askeri planlarını açıklamaktan çekinmediler. Hasım ülke medyasında bu planlar yayımlandı ve Türk Ordusunun yetenekleri tartışıldı, TSK bu planlarını değiştirmek zorunda kaldı. Kimse bunun büyük bir milli güvenlik tehdîdi olduğunu görmek istemedi.

“İşin özü gözden kaçtı.”

Bu dava hakkında yazı yazarken ya da televizyonlarda yorum yaparken bazen bilmeden ama çoğunlukla bilerek darbe tüccarları tarafından başka davalara atıf yapılarak işin özü gözden kaçırılmaya çalışılmaktadır. 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan tarihlerini gündeme getirerek Balyoz davasını değerlendirmeye kalkmak, Balyoz davasını özünden uzaklaştırmaya, gerçeklerin üzerini örtmeye çalışmak demektir.

364 subay sanık

Bu davada 250’si tutuklu 364 Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu ve bir sivil yargılanmaktadır. Bunlardan yarısından fazlası halen görevde olan muvazzaf personel olup, 57’si ise her rütbeden general ve amiraldir. Yargılananların çoğu suç isnat adîleri tarihte Albay ve daha küçük rütbeli subaydılar, yani general veya amiral değildiler. Kamuoyundaki kocaman kocaman general ve amiraller tutuklandı söylemi esasen bir yanılgıdır. Tutuklananların çoğu o dönemin ve günümüzün en başarılı subaylarıdır.

“Albaylar hedef alındı”

Sahteciler, sahte planlarını 2008 yılı ve sonrasında hazırlarken, günümüzde generallik ve amirallik sıraları yaklaşan Albay rütbesindeki değerli subayları hedef almışlardır, ancak bunu yapabilmek için 2003 yılının yüzbaşılarını Balyoz adını verdikleri sahte bir planın içine yerleştirmişlerdir. Aynı şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerinin general/amiral olarak görev yapan komutanlarını da hedef almışlardır, ancak 2003 yılının Kurmay Albayı olan bu general ve amiralleri sahte bir planın içine monte etmişlerdir. Sahteciler, bu iftira ile istemedikleri subayları tasfiye etmek istemektedirler. Ayrıca henüz tutuklanmamış subaylara da gözdağı vermektedirler.

“Üst veri bilgisi değişebilir”


Üst veri bilgileri, bilgisayarda yaslan her bir yazının adeta kimlik bilgisi gibidir. Yani, yazının yazıldığı bilglsayarış şirket ismi, bilgisayar kullanıcısının ismi, yazının bilgisayarda oluşturulma ve son kayıt zamanları gibi bilgileri bîr bilgisayar otomatik olarak kaydeder ve bu kayıt tabiatıyla yazının yazıldığı zamanı ihtiva eden bilgileri içerir. Bu kayıt bilgilerinin tamamının değiştirilebilmesinin teknik olarak mümkün olduğu diğer raporlarla birlikte TÜBİTAK raporuyla da sabittir. Dolayısıyla içeriği sahte herhangi bîr yazının bilgisayarda üretilmesi ve üst veri bilgilerinin herhangi bir kişi adına düzenlenmesi rahatlıkla mümkündür. Bu davada yapılan sahtekârlık işte budur. Birileri, 2008 yılı sonrasında, bir bilgisayarda adınıza sahte bir plan düzenliyor, üst veri bilgilerinine adınıza düzenliyor, oluşturma ve son kayıt zamanlarına 2003 yılını yazarak, böylece suçlanmanıza ve tutuklanmanıza dayanak teşkil edecek gerekçeyi üretiyor. Bu sahtekârlığın da ötesinde vicdansızlıktır.

Savcı değişebilen bilgilere dayanıyor...


Savcıda oluşan kanaat, esas olarak, sahte planların değiştirilebilir üst veri-bilgilerine dayandırılmaktadır. Kanaat, tek bîr somut delille dahi desteklenmemiş ve hiç bir araştırma yapılmadan oluşmuş kanaattir. Ancak tutuklama ve suç isnadı için kanıtı olmayan bu kanaat yeterli sayılmıştır. Metin içerikleri, kurgu yapanlar tarafından öyle kaleme alınmıştır, ki seminerdeki gerçek konuşma ve sunumlarla îlişkilendirilmiş olduklarından savcı kanaatine dayanak oluşturmuştur. Oysa planlar, 2008 yılı ve sonrasında seminer referans alınarak kurgulanmış ve üretilmiştir.

TÜBİTAK eksik inceleme yaptı


TÜBİTAK da üst verilerin değişebileceğini ifade ediyor ama değiştirilip değiştirilmediği konusunu incelemiyor. Bilim adamı kimliğiyle bu raporu yazanlar bu eksikliği de bilirlerdi diye düşünüyoruz. TÜBİTAK görevlileri, CD’lerin içeriğinde bulunan dijital dosyaların, üretildiği, düzenlendiği ve son kaydının yapıldığı bilgisayar programları ile bu programların sürümlerinin neler olduğu, hangi dosyaların aynı bilgisayar ortamında oluşturulduğu konusundaki tespitleri göz ardı etmişlerdir. Hâlbuki bunları da araştırsalar, dijital verilerin hazırlandığı programlar 2003 yılında henüz kullanımda olmadığından suçlamaya esas verilerin 2003 yılından sonra hazırlandığını söyleyebilirlerdi.

Çelişkiler tutanaklarda


Örneğin sözde cami bombalamak içim 2003 yılında yapılan keşif raporlarında adı geçen bazı cadde ve sokak isimlerinin, 2008 yılında verildiğini gösteren İstanbul Büyükşehir Belediyesinin resmi yazısından bilginiz var mı? Âksaz’da gizli toplantıda olduğu iddia edilen deniz subaylarının o zaman diliminde yabancı bir limanda olması, sözde “gözaltına alınacak personel” isimlerinden oluşan üst verideki üniversite öğrencilerinden bir kısmının o tarihte henüz ortaöğretim çağında bulunması, bazı kurumlarda gösterilen personelin ise o kurumlara 2006 yılından sonra girmiş olduklarının resmen tespit edilmesi ya da sözde darbe hazırlığı için görev yapan gemilerin esasen o tarihte tersanede bakımda olması gibi daha nice sahtekârlıkları resmi duruşma kayıtlarında bulabilirsiniz. Yaratılan sözde planlarda ve yazışmalarda 1500’ün üzerinde sahtecilik yapılmıştır.

“Bağımsız bilirkişi talebi reddedildi”


Mahkeme, bu iddiaları doğrulayacak uzman veya bilirkişi çağrılması konusundaki talepleri ısrarla reddederek, sanıkların savunma hakkını engellemektedir. Ne yazıktır ki savcı, TÜBİTAK raporunu yeterli görmüş ve soruşturmanın genişletilmesine gerek duymamıştır. Sanıklar, sözde “Balyoz Darbe Planı”nın sahte olduğundan, 2006 yılı sonrasında sanıkları hedef alan bir organizasyon tarafından hazırlandığından ve 2003 yılında yazılmış gibi gösterilip haklarında suç üretildiğinden eminler. Bu iddialarını, ODTÜ, İTÜ, Yıldız Teknik Üniversitesi’nden ve ABD, yargı sistemine bağımsız bilirkişilik yapan Arsenal Danışmanlık’tan alınan raporlara dayanarak savunuyorlar.

Önemli ap ucu ‘Calibri’ yazı tipi


CD’lerdeki “Calibri” ve “Cambrîa” yazı karakterlerinin ilk defa Ocak 2007’de kullanılmaya başlandığı tespit edildi. Powerposnt dokümanlarının içinde bulunan XML (zip konteyneri) etiketleri 2006 yılı sonlarında kullanılmaya başlanmış. Gölcük’te ele geçen harddiskte, tarihi geriye çekilmiş, 120 dosya ve klasörün hard diske kopyalandığı anlaşıldı. Diske son yazılan 120 dosya ve klasörün, 8 Nisan 2008’de oluşturulmuş gibi görünmesinin, hard disk 8 Temmuz 2009’a kadar kullanımda olduğu için mümkün olmadığı ifade edildi. Dosyaların bir kısmı 2007’de piyasaya sürülen Microsoft Office 2007 programıyla üretildi.

“Mahkemeye uzman kişi getirdik ama”

5 ve 6 Nisan 2012 tarihinde yapılan duruşmalarda sanık avukatları toplu olarak “savunma hakkının engellendiği” gerekçesiyle salona girmediler. Mahkeme heyeti bu durumda sanıklar tarafından huzura getirilen bilirkişileri dinlemek zorunda kaldı. Blirkişiler dijital verilerin Microsoft 2007 ve sonrası sürümler ile yazılmasına rağmen CD’lerin oluşturulma tarihlerinin 2003 olarak görüldüğünü söylediler. Bununla birlikte incelenen CD’lerin tek seferde yazılabilirlik özelliği kullanılarak yazıldığını, dolayısıyla da CD’lerin oluşturma, değiştirme tarihi gibi üst bilgilerin sonradan değiştirilmesinin mümkün olmadığı bilgisini vererek bazı kesimlerin ileri sürdüğü “bu CD’ler güncellenmiştir” iddialarının gerçek olamayacağını belirttiler.

“Sanıklardaki intiba!”


Davanın gelinen bu aşamasında dahi, tüm taleplere rağmen bahse konu tespitleri inceletmek ve delilleri denetletmek üzere herhangi bir bilirkişi görevlendirmesine gitmek bir yana, bunların tartışılmasına bile müsaade edilmeden, mahkeme tarafından, duruşma savcısından esas hakkındaki mütalaası istendi. Savcı, yaklaşık 14 aydır sunulan delilleri ve savunmaları hiçe sayarak ve sadece iddianameye dayanarak mütalaasını vermiş, tutuklu ve tutuksuz tüm sanıklar için 15-20 yıl hapis cezası istemiş ve böylece davayı etkileyecek olan “maddi gerçeğin üzeri kapatılmaya çalışılıyor” intibası doğmuştur.

Sonuç olarak...

Sonuç olarak, yapılan sahtecilik tespitlerinden sadece birkaçının bu mektubumuzda anlatıldığı tüm maddi hatalara rağmen mahkemenin bahse konu delil değerlendirmesini yapmayarak savcının “esasa ilişkin mütalaasını” alma kararı; yaklaşık 14 aydır sunulan delilleri ve savunmaları hiçe saydığının bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir. İddianamede “darbeyi önlemiştir” denen eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın mahkemede tanık olarak dinlenmesi talepleri de reddedildi. Mahkemenin, savunmanın taleplerine hiç itibar etmemesi nedeniyle davada adil bir yargılama olmadığı net olarak ortaya çıkmıştır.

Sanıklar ne düşünüyor?


Türkiye’de aydınlar, bilim insanları, siyasetçiler, sivil toplum kuruluşları ve adaleti sağlamakla görevli kurumlar başlarını kuma gömme hakkına sahip değildir. Eğer bu konuda yukandâki ifadelere katılmayanlar varsa, içine şüphe düşmeiî ve gerçeği araştırmalıdır. Eğer yukandakiierin gerçeğin ifadesi olduğu biliniyor, susuluyor veya göz yumuluyorsa kamuoyunu doğru aydınlatma sorumluluğu yerine getirilmiyor demektir... Haksız ve hukuksuz olarak masum insanların bile bile rehin alınmalarını, “demokrasi adına yapılması gereken bir hareket” olarak görmek veya “başka çaresi yoktu, masum insanlar suçlansa da bu yapılmalıydı” diye düşünmek, doğru ve ahlaki olmadığı gibi hukuka uygun bir düşünce de değildir... Tüm dünyada “Türk Ordusu, basit bir komplo ile general, amiral ve subayları saf dışı edilebilir bir ordudur” şeklinde algı yaratılmış olacaktır. İşte bu tarihe ve çocuklarımıza bırakabileceğimiz en kötü mirastır ve Türk tarihine ihanettir. Ülkemizin geleceğini de ipotek altına alabilecek bu durumdan bir an önce kurtulmamız gerekmektedir.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler