Heves Kuşu Durmaz Döner

Zaman ve mekanın bulanık sularında bir zamansız olmanın derdidir sanat... Ömer Uluç'u zamana karşı çıktığı uzun yolculuğunda yapıtlarıyla anmaya devam edeceğiz.

Heves Kuşu Durmaz Döner
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 02.02.2010 - 13:15

“Sanat çizgisel bir ilerleme göstermez. Aydının yapamadığını sanatçı yapar. Ben bilgiden çok sezgilerimle konuşuyorum" diyen bir ressamın değişime tutkun yaşamından bize kalan, felsefenin sarmal kimyasını, ruhun incelikleriyle buluşturan resimleri ve bitmek bilmeyecek olan heyecanıdır artık... Ömer Uluç, kavramların dünyasını, Hayyam’ın veya Baki’nin sonra Sokrates ya da bazen Baudrillard’ın ve sayısız filozofun dünyasıyla kurulmuş bir ortak kanava olarak kurgularken; doğuyla batının geçişkenliğini, birbiri içine doğuşunu adeta bir tavır olarak yeniden okumanın peşinde olmuştur. “Seçmek” onun yaşam pratiğinde önemlidir çünkü görüntülerin insanın karmaşık doğasından süzülerek ve düşüncenin debdebeli kıyılarında dolaşarak kendini var ettiği an; ritüellerden, masallardan, mitlerden, anlatılardan beslenmiş ele avuca sığmayan bir ihtirasa dönüşmüştür. Hatta bu dönüşüm sadece tuvalde değil, yeryüzünde varlık teşkil eden her türlü malzemenin doğasında retorik katına yükselmek için bir araya gelmişcesine heyecan vericidir.

Ömer Uluç resimlerine baktığınızda, disiplinlerin baskın izlerine rastlarsınız zira bu izlerin herhangi bir ressam için olmasa da, düşüncenin son yüzyılda giderek yalnızlaşmasına inatla kendilerine özgü birer sesleri olduğunu da fark edersiniz. Bu sesleri renklerin ve boyutun birlikteliğiyle oluşmuş olduğunu hissedişiniz, izlediğiniz işle kendinizi yavaşça konuşuyorken buluşunuza neden olabilir. Bu bir delilik anı değildir aksine, Uluç için aforizmaların gücü neyse, sizin için de bu izleme sürecinde o aforizmalardan ve fragmanlardan etkilenmenin yarattığı aura o hisse yakın bir şeye dönüşmektedir. İşte bu ifadeye çalıştığım durum, boşluğun çelişkisine teslim edilmiş bir varlık halidir, varlığın boşluktan ödünç aldığı ve yaşatmaya direndiği, yalnızlaşmaya karşı durduğu, bilirken hissettiği bir uç alandır.

 

Yaratma cesareti

Ömer Uluç’un işlerine, sevip sevmeme noktasından bakmayı bir kenara bıraktığınızda görebileceğiniz en önemli ayrıntı, yaratma cesareti dediğimiz olgunun bu resimlerde hem fazlasıyla ciddiye alınmış hem de özgür doğasına bile sığmayan bir entelektüel tiye alış olduğudur. Bu resimlerde her şey, anlatılırken abartılmış bir düş gibidir. Kompozisyonların ve renklerin gücü, moderniteyle çağdaşlaşma arasında konumlanan toplumsal bir ‘arada kalış’ hikayesine hizmet edercesine etkin olma hali içindedir. Bu bir bakıma kendi iç hesaplaşmasına da tanık olduğumuz, hem batı hem doğu felsefesine, hem batı hem doğu varoluşuna yakın bir ressamın araladığı kapıyı da işaret eder gibidir. Varlıkların yapısı bozularak, değişime uğratılarak ilginç formlara dönüşmesi, ait olunan bir durumdan ayrıksı olmak, bağlardan ve sınırlardan uzağa savrulmak, değişmenin çelişkisine bakarken duyduğumuz irite olma duygusuna çağrılı ve bilinçli bir etki yaratması için figürlere dönüşmüştür.

Uzay boşluğunda savrulan varlık, sarmal yapılar, imajlara sığmayan bir salınım, resim tarihinin kategorize ettiklerinden özgürlüğün fetiş hali ve cazibesi uğruna uzaklaşıp savrulma arzusu, Uluç resimlerinde adeta birer şifredir. Bu nedenle Uluç için ‘figüratif’ demek bir hayli zordur. Sanatta daimi bir deformasyon ve özgül bir kusursuzluk, seçebilmenin içinde ise hep bir oluş ve yokluk duygusunun temsili olduğunu dolayısıyla karşıtların, çelişkilerin, aykırılıkların, bozgunculuğun, statükonun, yoğunlaşmanın, seyrelmenin, orada hem olmanın hem de olmamanın bir arada olduğunu sezebildiği bir sanat anlayışı olduğundan söz etmek yanlış olmaz.

Parçaların her biri farklı yerlere dağıldıklarında bile, yaşamda birbirlerinin çağıran ve kendi içlerinde bütünün enerjisine sahip olan şeyleridir. Ömer Uluç resminde kolajlar ve devinimler, birbirini hisseden parçaların kimi zaman soğuk ve korkunç yansımalarında bizim kendimizi el yordamıyla tanımlamaya izinli olmadığımız ve neredeyse itmeye zorlandığımız varlık hallerimizi reddimize kadar varan bir hisse karşı hazırlıksızlığımızı da açık eder.

 

Sanatın felsefeyle, kavramlarla olan ilişkisi

Uluç, “güncel sanat” ve “çağdaş sanat” tartışmalarının ortasında kavram kargaşasını ortadan kaldırmaya yönelik açıklıkla ifade ettiği görüşleriyle, kalıcılık derdi taşımayan ve sıraya dizilmiş benzer işlerle dolu olduğunu düşündüğü bir fabrikasyon döneminin yakıştırmaları olarak gördüğü güncel işlere karşı sıklıkla Mısır, Afrika, Uzakdoğu, Doğu, Gotik sanatlarını çağdaş sanat örneği olarak sunmaktan geri durmamaktadır.  Çağdaş sanat adı altında sanatçının ortaya çıkardığı ve mesel olarak kabul buyurduğu her işin sanat olarak sahiplenilmesini öngören kavramlara karşı bir seleksiyon gerektiğine vurgu yapan sanatçılar gibi Uluç da, modern ve çağdaş, güncel sanat ve sanat tartışmaları alanında argümanlarını netlikle ortaya koymuş ve sanatın felsefeyle, kavramlarla olan ilişkisini hiç ihmal etmemiştir.

Ömer Uluç… 1953 yılında Robert Koleji bitirdikten sonra mühendislik eğitimi almak için yurtdışına gidip ardından resim eğitimine devam etmiş, Londra, Paris, Meksika ve Nijerya’da bulunarak resim çalışmalarını sürdürmüştür. 1983’ten bu yana yılın belli zamanlarını Paris ve İstanbul’da geçirerek çalışmalarda bulunmuştur. Paris, Berlin ve İstanbul’da bir çok bienale katılan, yurt içi ve dışında sayısız sergi açan sanatçının 2005 yılında Baki’den alıntı ile “Heves Kuşu Durmaz Döner” adını verdiği ve kendi konuşma kayıtlarından seçtiği “Fragmanlar”la başlayan ve sayfalarını bir sergi mekanı olarak düşünerek tasarladığı kitabı belleklerde en çok yer eden işlerinden biri olmuştur.

Zaman ve mekanın bulanık sularında bir zamansız olmanın derdidir sanat… Ömer Uluç’u zamana karşı çıktığı uzun yolculuğunda yapıtlarıyla anmaya devam edeceğiz. 
   







 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler