Kefen Giyenler / Kefen Giydirenler

Kefen Giyenler / Kefen Giydirenler
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 25.06.2011 - 06:08

İlhan Selçuk için yazılan yazılara bakınız. Hemen tümü, bu “cani terörist”in, azgın ve kızgın, iflah olmaz bir aydınlanmacı olduğunu yazdılar.

Derisi yüzülecekti, ama ömrü vefa etmedi. Ziverbey Köşkü’nde ellerinden ve kollarından yatağa zincirlenmiş, Alaman kurt köpeğiyle dalaştırılmış ama durmamış, dingin ama derinden, -Vecihi Timuroğlu’nun sözleriyle- Kemal Atatürk’ün aydınlık duvarı Sol’u duraksamaksızın örmüştü.

 

Şimdi İlhan Selçuk yok. Ben, ikinci, dindirilemez mutsuzluğumu yaşıyorum. Hemen her gün önümüze konan, gizli ve gizlenmiş, kimisi hileden döllenmiş çözümlerle ülkenin büyüyen ve üst üste yığılan sorunları ortasında yerimizi, yörüngemizi yitirmiş olmanın boğuntusuyla boğuştuğumuz için. Özgür olmasak da özgürleşmek için üstünde savaşım verdiğimiz yurdumuzu şurasından burasından yitirmeye yargılandığımız, ulusal iradenin içerden ve dışardan tutsaklaştırıldığı bir sürece kilitlendiğimiz ve her gün biraz daha körleştiğimiz için. Gün gün yoğunlaşan bir karanlıkta, İlhan Selçukun her sabah Penceresinden doğan güneşin, bir daha ışımamak üzere boğulmuşolması gibi bir boğulma bu.

Yineleyebilirim:

Bunca bunaltılı ortamda, insan, kimi zaman kendini mutlu duyumsayabilir. İlhan Selçukla aynı çağda, aynı ülkede yaşamış olmanın içten duyumsattığı bir mutluluktur bu. Kederli, bunaltılı, sıkıntılı, yorgun da olsak, zihnimizdeki ışıltı, içimizdeki belirsiz sevinç, yüzümüzdeki gülüş biraz odur, o olduğu içindir.

Ekmekçi-Çelenk-Selçuk yok

24 Şubat 1989da, Dedeman Otel’de, Çağdaş Gazeteciler Derneğinin 1989 Onur Ödülünü İlhan Selçuk adına aldığım törende yaptığım konuşmanın son satırları bunlar. İlhan Selçukun Onur Ödülü plaketini almak için beni görevlendirdiği masayı anımsıyorum. Masada: İlhan Selçuk, Halit Çelenk, Mustafa Ekmekçi ve ben. Dört kişiyiz.

Şimdi Ekmekçi yok.

Halit Çelenk yok.

İlhan Selçuk yok.

Onlarla aynı çağda, aynı ülkede yaşamanın ve aynı masada kadeh değdirmenin içten duyumsattığı mutluluk, bugün bana acı veriyor. Onları yitirmenin, yitirmiş olmanın değil, yalnız kalmanın değil, karanlıkta kalmanın acısı bu. Aydınlanma aydınlığının,ışıkla, ampulile karartılması gibi bir körleşme de denebilir buna.

Bu süreç şöyle de sürdürülebilir:

12 Haziran (2011) akşamı, Balkon Konuşmasında yineleyecektir yola çıkarken giydiği gömleği. Oylarını yüzde ellinin üstünden aşırmış olmanın coşkusuyla, Beyaz gömleğimizi giydik, öyle çıktık bu yola!diyor, aynı coşkuyla ve aynı amaçla, yığınlar alkışa boğuyordu onu.

Kaç kez işitmiştik. Beyaz kefenimizi giydik, bu yola öyle çıktık!diye. Balkonda, beyaz kefen giydirilmiş olan Menderesi, Zorluyu, Polatkanı biraz kısık sesle anmış olsa da kefen giyip yola çıkmanın ne olduğunu, beyaz gömlekin, kefen olduğunu duyumsatmıştı kendisini coşkuyla alkışlayanlara.

Hemen ertesi gün, sözcü bakan,kefenyerine ikame edilen gömlekinbeyazsöylemini açıklayacaktı. Belleğimde kaldığı kadarıyla,Şimdi bizimanayasamızı çıkaracağızdiyordu. Bundan önceki anayasaların,bizim(yani kendilerinin) anayasası olmadığını duyurarak.

Şeriat hukukuna uyarlı\t\tbir anayasa

Irakın ABD tarafından işgaliyle mükellefolanların, Türkiyede uygulanmaya koydukları sanalanayasa, şeriat hukukunun belirlediği bir anayasaydı. Zamanının ABD Dışişleri Bakanı olan Powell, Türkiye ve Pakistandaki İslam Cumhuriyetleri gibi, Irakta da bir İslam cumhuriyeti olacağını söylemiş, Türkiye ve Pakistandaki gibi Irakta da anayasanın şeriat hukukuna göre, Kuran hukuku çerçevesinde olacağınısözlerine eklemişti. (Aktaran: Prof. Dr. Zeki Arıkan, Cumhuriyet, 20 Haziran 2004.) Bir başka anlatımla, var olan anayasa, laik olsa da uygulanan anayasa, Powellın açıkladığı gibi, laik değil, şeriat hukukuna uyarlı bir anayasaydı.

Cumhuriyet ise bugün de, Saidi Nursinin söylemiyle, şekil ve resim olan Cumhuriyetdeğil, asrı saadette, yani halifeler döneminde olduğu gibi dindar manada bir İslam cumhuriyetiydi.

Kemal Atatürkün Türkiye Büyük Millet Meclisi toplantı salonunda yer alan Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!sözü, 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı’nda (2004) yerden yere vurmuş olan Tayyip Erdoğanın Başbakan olmadan önce, Tutturmuşlar, laiklik elden gidiyor Bu millet istedikten sonra tabii elden gidecek, sen bunun önüne geçemeyeceksin ki…” (aktaran: Işık Kansu, Cumhuriyet, 30 Haziran 2003) sözleriyle birlikte değerlendirildiği zaman, bugün bizimdiyecekleri anayasanın laikdeğil, teokratik bir anayasa olacağı açıktı.

İmamhatiplilerin, Kuran kursu öğrencilerinin, tarikat ve cemaat üyelerinin sayılarına oranla oylarını arttırmış olması nedeniyle, belirtelim ki, seçmen, oyunu, bir dinin, mezhebin, tarikatın ya da cemaatin üyesi olarak değil, ulusun (milletin) üyesi olarak verir.

Bu oy, öznel bir isteğin değil, nesnel bir iradenin, ulusal iradenin ürünüdür, dolayısıyla ulusun ulus olarak varlığının korunması ve geleceğinin güçlendirilmesi amacıyla milletvekillerine devredilmiş siyasal bir iradedir. Bu irade, seçen açısından olduğu gibi, seçilen açısından da anayasa ve yasalarla belirlenmiş ve sınırlandırılmış bir irade devridir. Bunun, bir dinin, bir mezhebin, bir tarikat ya da cemaatin ulus üzerinde egemenlik tesisine olanak veren bir yetki olarak kullanılması, yalnızca laik sistemden teokratik sisteme geçişin değil, demokratik sistemden faşizme geçişin de kapısını aralayacağı gözlerden uzak tutulmamalıdır.

Bunun, hukuk dilinde, yetkin söylemi, 2004 yılında, Çankayadan gelmişti. 19 Mayıs mesajında, devletin siyasal, sosyal, hukuksal, ekonomik hiçbir alanının din kurallarıyla düzenlenemeyeceğinibelirten Cumhurbaşkanı Sezer, egemenlik hakkıilemilletin verdiği yetkinin mutlak (sınırsız) bir yetki olmadığını açıklama gereğini duymuştu.

Hukukun Çankayadan ayrılmasıyla başlayacak olan süreç, bir gece, sabaha doğru, İlhan Selçuku yatağından alacak elleri-kolları bağlı güvenlik birimlerinin önüne koyacaktı.

Bugün daha iyi anlıyoruz ki, terörü, somut anlatımıyla, Kürt etnik ayrılıkçı hareketin, yani PKKnin döktüğü kanı durdurmak amacıyla oluşturulan ve Türkiyeyi bir bütün olarak tek bir savcının kapsam alanına alacak olan özel yargılama yasası, özel savcı, özel yargıç, özel yargı, özel yargılama, özel cezaevi ve özel uygulama ile ve Powell ile yapılmış gizli anlaşmalarla, PKK bilinçli olarak söndürülmeyecek, aklın ve bilimin egemenliği yolunda güçlenen laiklik prangalanacaktı. Öteki adı aydınlanmaydı, aklın ve bilimin aydınlığında insanlığı aydınlatanlardı teröristolarak söndürülecek olan...

Özel yasa, özel yakalanma emriyle, ilk kez, ilk önce, gece yarısı, özel yasanın özüyle özdeş baş teröristi, İlhan Selçuku yatağında yakalayacak, evinden alınan el bombaları, Kalaşnikoflar, bir adet atom bombası, üç makineli tüfek, Hizbullahın bodrumda unuttuğu üç çürümüş cesetle, güvenlik güçleri tarafından sorguya çekilecekti.

Beyaz kefenleriyle yola \t çıkanlar

İlhan Selçuk için yazılan yazılara bakınız. Hemen tümü, bu cani teröristin, azgın ve kızgın, iflah olmaz bir aydınlanmacı olduğunu yazdılar. Derisi yüzülecekti, ama ömrü vefa etmedi. Ziverbey Köşkünde ellerinden ve kollarından yatağa zincirlenmiş, Alaman kurt köpeğiyle dalaştırılmış ama durmamış, dingin ama derinden, -Vecihi Timuroğlunun sözleriyle- Kemal Atatürkün aydınlık duvarı Solu duraksamaksızın örmüştü.

İlhan Selçukun bu son yolculuğu olmuştu. Ne için alındığını, niçin sorgulandığını bilen olmadı. Ama Silivri her şeyi apaçık aydınlatmaya yetti. O zaman da yazdım: İlhan Selçuk ölmedi, öldürüldü diye.

Şimdi de eklemek isterim: İlhan Selçuka kefen giydirenler, beyaz kefenleriyle yola çıkmış olanlardı.

Muzaffer İlhan Erdost- TİHAK / Türkiye İnsan Hakları Kurumu Başkanı


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler