Kötü Suat

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın çekmecesi meğer ne kadar doluymuş. Ölümünden çok sonra gün ışığına çıkarılan metinlerinin hepsi birbirinden ilginç, bu anıtsal yazın ve kültür kişimizin dünyasını, sanatını daha iyi tanımak açıdan önemli.

Yayınlanma: 27.05.2020 - 21:07
Abone Ol google-news

Her kesimden insanın okuması gereken bir yazarımızdır Ahmet Hamdi. Bizi kendimizle, geçmişimiz, geleceğimizle yüzleşmeye çağıran bir aydındır. Bu bakımdan Huzur romanı en çarpıcı yapıtlarından biridir. Huzur’u sevenler iki yıl önce çok sevinmişlerdi. Çünkü Suat’ın Mektubu (Dergâh yay, Şubat 2018) yayınlanmıştı.

Tanpınar bilimcisi diyebileceğimiz Handan İnci çok güzel hazırlamış kitabı. Kapak da çağrışım yaratıcı. Suat olarak düşünebileceğimiz bir adamı belki Beyoğlu’nun bir arka sokağında yürürken arkadan görüyoruz. Pardösüsü iki yana açılmış, öyle bir şekil oluşmuş ki, yarasa geliyor aklıma.

Zaten son zamanlarda hep aklımda. İnsan - hayvan dengesini bozan Çinlilere koranayla yanıt verdiği söylenen yaratık. Belki de meşru müdafaa! Gel gelelim, insan, yaşama tarzı ve tipi dolayısıyla yarasayı, Batman dışında, genellikle kötünün simgesi gibi görmüştür. Bu çerçevede Suat’ı yarasa olarak düşünmek pek yanlış olmaz herhalde.

Handan İnci, inceleme niteliğinde bir yazıyla Huzur’da Suat’ın yerini, anlamını pek güzel anlatıyor, yeniden baştan sona geçiyor romanı, okuru yeni metnin başına kadar getiriyor. Handan İnci’nin verdiği bilgilere göre, Huzur tefrika olarak yayımlandığında Suat silik bir ikincil kişiymiş. Kitap olarak çıktığında roman, Suat’ın temel kişilerden biri olarak yenilendiği görülmüş.

Huzur romanını Suat’sız düşünmek güçtür. Suat olmasaydı Huzur’un derinliği epey azalmış olurdu. Tanpınar romanı bakımından gerekeni yapmıştır Suat’ın yaşam alanını genişletmekle. Ne ki, Mümtaz hiç hoşlanmamıştır bu gelişmeden eminim.

MÜMTAZ VE SUAT

Mümtaz’ı, yakınları, kanatları olmayan bir melek sayar. Suat ise Mümtaz’ı çeken “zalim ve güzel” bir mıknatıstır. “Şeytan” dediği Suat, Mümtaz’ın insana ve hayata ilişkin olumlu düşüncelerinin, mistik arayışlarının, aşkının ölümcül düşmanıdır. Sanki tek görevi Mümtaz’ı çökertmektir. İntihar ederken, Mümtaz’ın ruhunu da öldürmek, “bütün hayatı kötüleyen” biri olarak kendinde hayatı yok etmek peşindedir. Kimine göre, Suat bizim kültürümüze aykırı bir tiptir. İlk bakışta, Dostoyevski’nin Ecinniler romanından çıkıp Huzur’u basmış bir uğrudur. Bizim geçmiş kültürümüz açısından bakarsak, ifrittir Suat. TDV’nin İslam Ansiklopedisinde şöyle tanımlanır ifrit: “Arapça ‘afr kökünden türetilmiş olup “kurnaz, şerir, çetin, yaratılışı güçlü, kızgın ve öfkeli kimse” mânasındadır. İfrit, bu anlamları dolayısıyla cin ve şeytanlar için olduğu gibi mecazi anlamda kötülük ve şeytanlıkta aşırı giden insanlar için de kullanılır.” Suat itici olduğu kadar çekicidir. Bazen Mümtaz onda şeytanın isyan etmeden önceki melek halini görür gibidir. Mümtaz Suat’ı İsa gibi çarmıha gerilmiş de düşünür. İnsanın kusurlarının toplamıdır Suat, İsa gibi bütün günahların kefaretini o ödemektedir.

TERS İSA

Bana göre, ters İsadır Suat. Çarmıhta ölürken “Niye beni terkettin Baba?” diyen İsa dirildiğinde sanki insanları kurtarmaya değil, onlardan öç almaya yönelmiştir. Romanın anlatıcısı Suat için “çok okur ve cesur düşünürdü” der. Mümtaz’ın, “bir zamanlar elden bırakmadığı Ahdi Atik”teki bilgi ağacının, o ünlü ağacın Şeytan ile özdeşlenmesi, günah ile bilginin örtüşmesi gibidir Suat’ın entelektüelliği. Tanpınarca söylemeye çalışırsak, Suat, itiraz ve inkırazdır.

Tanpınar’ın “küçük bir eser” olarak düşündüğü Suat’ın Mektubu’nda yazınımızın bu aykırı / ayrıksı karakterinin iç dünyasını daha iyi tanımayı, tanıtmayı hedeflediği anlaşılmaktadır. Huzur’da Suat intihar etmeden önce Mümtaz’a “her şeyi izah eden bir mektup bırakmıştı.” Mümtaz’ın sık sık okuduğu “Bu her şeyle alay eden bir sinizm ile, iç benliğe maledilmiş azaplarla dolu uzun bir mektuptu. Mümtaz onu okudukça Suat’ın kendisini çok derinden yakaladığını hissediyordu. Fikirlerinden hiçbirine iştirak etmiyordu. Fakat azabını paylaşıyordu.”

Mektubu okurun okuyamaması biçimsel açıdan bir eksikliktir. Tanpınar’ın bu eksikliği gidermek istediği anlaşılmaktadır. Ancak, ortaya çıkardığı mektup metnini romanla bağdaştıramadığı için çekmeceye atmıştır, bence; romanın gerektirdiği mektup bu değildir. Romana göre bu mektubun Mümtaz’ı uçuruma iten son dokunuş olması gerekir. Oysa mektup ilerledikçe Suat’ın günah çıkarmasına dönüşür.

Mektubun Suat’ın yargılandığını düşlediği Kafkaesk bölümü pek etkileyicidir. Sonunda Suat, “Yazık ki insanın ufku insan... Hâlbuki sadece Allah olmalıydı.” derken, insanı ayarttığı için özür dileyen şeytan gibidir. Huzur’da Mümtaz’a, “Seni bırakmam. Benimle geleceksin.” diyen Suat’tan farklıdır.

Suat’ın Mümtaz’ın alter egosu olduğu söylenir hep, ama daha derine inersek, Suat, Tanpınar’ın dünyasında henüz keşfedemediğimiz karanlık bir köşenin yansımasıdır.

Bana Tanpınar’ın “Yarasa” şiirini anımsatır: “Renkten ve ışıktan örülmüş tenin / Nolur nolur biraz ben de unutsam, / Kapanıp üstüne boş gecelerin / Bir mezar hüznünde seni uyutsam. // Yıllardır sürükler beni peşinden / Daha kuvvetlidir bu korku benden, / Sanırım kurtulmam yine elinden / Bir duman, bir gölge, bir vehim olsam. // Ne zaman kapansam kendi kendime / Bu hayal asılır kirpiklerime / Ve gelir asılır sanki derime / Geceden bir çığlık gibi yarasam.”

Nedir yarasaların insanlardan çektiği? Onları rahat bıraksak da Suat gibi kendi karanlığımızla kendimiz bir yüzleşebilsek... Yoksa daha da fena olacak.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler