Kurt Vonnegut’tan üç yapıt üç çağrı!

Savaş karşıtı yazar Kurt Vonnegut’u savaşlar dünya halklarını bugün de kasıp kavururken, “yeniden okumak” istemez misiniz? Nazilerin Dresden’de esir aldığı yazar, sağ kalmayı başardığı 2. Dünya Savaşı cehenneminin anılarını yıllarca aklında tutup sonunda nasıl romanlaştırdı? Vonnegut, yıllar boyu çevre kirliliği, robotlaşma, ve hatta “kullanışlı din” elinde yok olmaya sürüklenen dünyayı kalemiyle işaretlerken, bugünleri mi görmüştü? Kendisinin de kabul ettiği nitelemeyle, “bilimkurgu yazarı” Kurt Vonnegut, doğumunun yüzüncü yılında Can Yayınları tarafından üç yetkin çeviriyle yayımlanan üç romanı ile yeniden aramızda: Mezbaha Beş (Çev. Hamdi Koç), Kedi Beşiği (Cem Akaş), Şampiyonların Kahvaltısı (Mahir Ünsal Eriş).

Yayınlanma: 12.06.2021 - 00:05
Abone Ol google-news

 

‘MEZBAHA BEŞ’

“Orada savaş vardı. Orada insanlar ölüyordu. Oluyor işte.”

İkinci Dünya Savaşı bütün dehşetiyle hüküm sürerken, 106. Tümende Amerikan piyadesi olarak görev yapan savaş karşıtı yazar Kurt Vonnegut, 19 yaşında Almanlara esir düşüp, Dresden felaketini yaşamış.

Yazar, “Mezbaha Beş” diye adlandırılan bir et deposunda gizlenerek sağ kalışının öyküsünden yola çıkarak oluşturmuş aynı isimli romanını.

Mezbaha Beş’de insan çoğu kez okuduklarına inanamıyor. Bunun nedeni, anlatılanların “inandırıcı olmaması” değil, yazarın bu romanda kullandığı farklı dil.

Sayfaları çevirirken Dresden’i yerle bir eden cehennem ateşini hem yüreğinizde hissediyor hem de “acaba bunlar gerçekten yaşanmış mıydı?” sorularını aklınızdan geçiriyorsunuz.

‘OLUYOR İŞTE!

Vonnegut en inanılmaz olayları art arda sıralarken, sözlerini “oluyor işte” diye bağlıyor, adeta “savaş halini” olağanlaştırıyor, aleladeleştiriyor:

“...Annesi Dresden yangın fırtınasında kavrulup gitmişti. Oluyor işte... Amerikalıda bir kiloya yakın elmas, zümrüt, yakut filan vardı. Bunları Dresden mahzenlerindeki ölülerden toplamıştı. Oluyor işte...

Çıktıkları geyik avında bir arkadaşı tarafından vurularak öldürülmüştü. Oluyor işte... Adamı çölde karınca tepesinin üstünde kazığa bağlarsın göz kapaklarını da kesersin ki ölene kadar güneşe bakmaya mecbur kalsın. Oluyor işte...

Orada savaş vardı. Orada insanlar ölüyordu. Oluyor işte...”

DRESDEN CEHENNEMİ VE ARKADAŞLAR!

Vonnegut, içinde yaşadığı ve sağ kalmayı başardığı Dresden cehennemini hep yazmak istemiş ama aklında yer edenlerle ortaya bir roman ortaya çıkarabileceğinden emin olamamış. Belki bu yüzden, “olayları birlikte yaşadığı farklı bir göz”e de başvurmak istemiş,

Mezbaha Beş’in ilk bölümünde, Dresden’de kader birliği yaptığı arkadaşlarını arayıp buluşunu anlatıyor:

“...Eski savaş arkadaşım Bernard V. O’Hare’e telefon ettikten birkaç hafta sonra gerçekten de onu görmeye gittim. 1964 senesi falan olmalı, duvarları ahşap kaplı bir odada ateşin karşısında iki deri koltuk hayal ettim şöyle, iki eski askerin oturup, içki içip sohbet edebilecekleri...”

İki arkadaş, yıllar sonra Dresden’e tekrar gidiyorlar. Savaşın dehşeti, belki bu sayede tam olarak ortaya çıkıyor:

“...Dresden’e, eski bir silah arkadaşım Bernard V. O’Hare’le 1967’de tekrar döndüm, bir taksiciyle arkadaş olduk, bizi savaş esiriyken geceleri kapatıldığımız mezbahaya götürdü... Ohio’nun Dayton ilçesine çok benziyordu, Dayton’dan daha fazla açık alanı vardı. Tonlarca insan kemiği toz olup toprağa karışmış olmalı...”

CESETLER, GÜLLER VE HARDAL GAZI!

Mezbaha Beş’te, savaşın bitişi şöyle dile getiriliyor:

“Ara ara çalışan yüzlerce ceset madeni vardı. İlk başta kötü kokmuyorlardı, balmumu müzeleriydiler. Ama sonra cesetler çürüdü ve sıvılaştı ve ortalık güller ve hardal gazı gibi kokmaya başladı...

Bir noktada bahar mevsimi geldi. Ceset madenleri kapatıldı. Bütün askerler Ruslarla dövüşmek için gittiler. Dış mahallelerde kadınlar ve çocuklar tüfek siperleri kazıyorlardı.

Billy’yle grubunun geri kalanı dış mahallelerdeki ahıra kapatıldılar. Sonra, bir sabah uyandıklarında kapının kilidinin açılmış olduğunu gördüler. Avrupa’daki İkinci Dünya Savaşı bitmişti. Billy ve ötekiler gölgeli sokağa çıktılar.”

‘KEDİ BEŞİĞİ’

“Kullanışlı bir dinin yalanlar üzerine inşa edilebileceğini anlayamayan biri bu kitabı da anlayamaz.”

Kurt Vonnegut, romanlarında bir yandan fantastik dünyalara kapı açarak okuyucuyu şaşırtırken, her fırsatta savaşı ve askerleri karalamaktan da geri durmuyor. Kedi Beşiği’nde genç yazar Jonah olarak karşımızda:

“...Ben daha genç bir adamken, iki karı, 250.000 sigara ve 750 galon içkiden önce... Adı Dünyanın Son Günü olacak bir kitap için malzeme toplamaya başlamıştım.

Kitap gerçeklere dayanacaktı, Hiroşima’ya ilk atom bombası atıldığı gün kimi önemli Amerikalıların neler yaptıklarını anlatacaktı.

Hıristiyanlıkla ilgili bir kitap olacaktı. Ben o zamanlar Hıristiyandım. Şimdi Bokonon’cuyum...”

‘BOKONONCULUK’!

“Bokononculuk”, Kedi Beşiği’nde epey yer tutan yeni din felsefesi, ancak Vonnegut’a göre, “Kullanışlı bir dinin yalanlar üzerine inşa edilebileceğini anlayamayan biri bu kitabı da anlayamaz.”

Askerler ve askerlik kavramına Kedi Beşiği’nde de tepki gösteriyor Vonnegut:

“West Point mezunuydu; burası genç erkekleri savaşta kullanmak üzere katil manyaklara dönüştüren bir askeri akademiydi...

Bir anlığına hazır ola geçti ve yeniden dayanılmaz derecede beyinsiz, mizahsız, vicdansız bir asker oldu, tıpkı askeri okulda öğrendiği gibi.

Eskiden her gün yüz kere gün doğarken, yemeklerde, her dersin başında, maçlarda, süngü idmanında, güneş batarken, yatma vakti geldiğinde tekrarlamak zorunda olduğu okul parolasını mırıldandı: ‘Yaparız,’ dedi. ‘Yaparız’.”

NE KEDİ VAR NE BEŞİK!

Tabii kitaba isim veren Kedi Beşiği’ni merak ediyor okur... Çocukluğunda “kedi beşiği” yapmamış olan var mıdır? İpleri parmaklarınızla şekillendirirdiniz, karşınızdaki de parmaklarıyla o şekillere dalıp çıkarak farklı biçimler elde ederken, oyun tam da “beşik” ortaya çıktığında çıkmaza girerdi değil mi?

Acaba Vonnegut dünyanın çıkmaza gidişini mi anlatmak istiyordu kalemiyle:

“Çocukların zıvanadan çıkmasına şaşmamak lazım. Kedi beşiği denen şey birinin ellerinin arasındaki çarpı işaretlerinden başka bir şey değil, çocuklar bu çarpı işaretlerine bakar, bakar, bakar... Ve? Ne kedi görürler ne de beşik.”

ŞAMPİYONLARIN KAHVALTISI

“Mavi-yeşil topun üzerindeki her bir yaşam formu ya ölüyordu ya da ölmüştü.”

Yazar, Şampiyonların Kahvaltısı’nda, kirlenme ve robotlaşmanın gölgesinde, “dünyanın yok olma süreci”ni irdeliyor. Vonnegut kitaplarında yinelenen ilginç karakterler “Yazar Kilgore Trout” ile “Dünya Dışı Yaratık Küçük Kago”, burada da karşımıza çıkıyor:

“Trout’un romanında anlatılanlara göre, Küçük Kago’ nun Dünya’ya gelişinin üzerinden yüzyıl geçmeden, bir zamanlar huzurlu ve nemli ve besleyici olan bu mavi-yeşil topun üzerindeki her bir yaşam formu ya ölüyordu ya da ölmüştü.

Her yerde insanların bir zamanlar yaptığı ve taptığı dev böceklerin kabukları vardı. Otomobillerdi bunlar. Her şeyi öldürmüşlerdi...”

PLASTİK ATIK YAŞAM!

Bilimkurgu üzerine yazan ama hiçkimse tarafından okunmadığına inanan Trout, kurgusal kent Midland City’e bir sanat festivaline gidiyor. Ancak festivalin yapıldığı bölgeye yaklaştıkça artan trafik sıkışıklığı nedeniyle arabadan iniyor ve bir beton dere yatağından geçmek istiyor:

“...Trout ayaklarını, içinden Sugar Creek’in aktığı beton dere yatağına soktu. O anda derenin yüzeyini kaplayan berrak plastik maddeyle kaplandı ikisi de.

Şaşıran Trout, maddeyle kaplı ayaklarından birini sudan çıkarınca plastik madde havayla temas edip anında dondu ve ayağını sedeften, sımsıkı bir bot gibi sardı.

Bu madde Barrytron fabrikasından geliyordu, atık sistemi pahalıydı, yoğun çalışıyordu ama karmaşık, bir dolu hurdadan ibaretti, Barrytron’dan dümdüz Sugar Creek’e uzanan, çalıntı bir lağım borusunu gizliyordu…”

Bilmem sizin aklınıza da hemen Marmara’yı kaplayan “deniz salyası” geldi mi? Ufukta görünen Kanalistanbul için de hayıflandınız mı?

VONNEGUT’UN TRAJİK YAŞAMI

Kurt Vonnegut, 50 yılı aşkın süren yazarlık deneyimine 14 roman, 3 kısa öyküler derlemesi, 5 oyun sığdırmış. Önceleri satmayan Vonnegut kitapları, sonraki yıllarda satış rekorları kırmış.

Gece muhabirliğinden itfaiyeciliğe, ürün tanıtımından öğretmenliğe pek çok dalda çalışan Vonnegut’un yaşamında kitaplarına da sıkça yansıyan pek çok trajik sayfa var.

Kurt Vonnegut, 1922’de, Indianapolis’te iyi para kazanan tanınmış mimar baba ile sosyetik ailenin kızının evliliğinden üçüncü çocuk olarak tam deyimiyle “ağzında gümüş kaşıkla” dünyaya geliyor.

1929 ekonomik buhranında ailenin şansı tersine dönüyor, oturulan ev dahil, bütün mal varlığı kaybediliyor. Vonnegut, bir anneler gününde ziyarete geldiği annesini uyku haplarıyla intihar etmiş olarak buluyor.

Vonnegut çocukluk aşkıyla yaptığı evlilikte üç çocuk sahibi oluyor ancak kızkardeşi ve eniştesini art arda kaybedince onların üç çocuğunu da evlat ediniyor.

İnsan düşünmeden edemiyor: “Acaba Vonnegut’un üretkenliğini kamçılayan bu zor yaşam koşulları mı oluyor?”

GELECEĞE MEKTUP

Peki, Kurt Vonnegut dünyanın hiçliğe doğru sürüklendiği bu karanlık süreci anlatırken acaba gelecekle ilgili hiç mi umut vermiyor?

Yazarın düşüncelerini ve önerilerini 1988’de Time Dergisi için kaleme aldığı, 2088 yılını hedefleyen mektubun özetinden okuyalım:

“2088’in bayanları ve bayları…

Umarım kör cahil optimistleri lider konumuna getirmekten vazgeçmişsinizdir. Şu an ihtiyacımız olan liderler, inatla yaşama tutunarak doğaya karşı nihai bir zafer kazanacağımızı iddia edenler değil, doğanın hırçınlığını ve makul ateşkes koşullarını dünyaya gösterecek kadar cesur ve zeki olanlardır.

Ateşkes koşulları şunlardır:

1. Nüfusunuzu azaltıp sabitleyin.

2. Havayı, suyu ve toprağı kirletmekten vazgeçin.

3. Savaşa hazırlanmayı bırakıp gerçek sorunlarınızla ilgilenin.

4. Hala yapabiliyorken çocuklarınıza ve elbette kendinize etrafınızdakileri öldürmeden küçük bir gezegende nasıl yaşayabileceğinizi öğretin.

5. Bir trilyon dolar harcarsanız bilimin her şeyi çözeceğine inanmayı bırakın.

6. Siz ne denli yıkıcı ve savurgan olursanız olun, torunlarınızın bir şekilde başka gezegenlere göç edip düzgünce yaşayacağını düşünmekten vazgeçin. Bu hem zalimce hem de aptalca.

7. Ve bunun gibi falan işte.”


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler