Mine Söğüt: İtirazı olan anlatıcı! Feridun Andaç’ın yazısı
Mine Söğüt, protest bakışı olan bir anlatıcı. Bunu isyan düşüncesi olarak alabilirsiniz. Yeryüzü insanını mağdur eden her şeye dönüktür bakışı. Öyle ki; giderek günceli / gündemi izlerken herkes adına konuşan kişiye dönüşür. Gören, duyan ama konuşmayanların saklı tuttuklarına bakışın öfkesini de hissedersiniz onun yazdıklarında.
Mine Söğüt, dip dalgası olan anlatıcıdır. Yazarken “ben”sel bir bakışı da olsa; sözü hep “biz”edir. Gezinen gözdür onun anlatıcılığını bize taşıyan. Yani görüp ettikleri, sezinledikleri, okuma biçimlerinden çıkardıklarıyla gelip karşımızda durur Mine Söğüt. O duruşu uyarıcıdır, hatta yer yer öfkeli, kışkırtıcı...
Yakın zamanda yazdığı bir yazısına göz attığımızda, bir yerinde şöyle der.
“Okuduğunu anlamayan... Anlamak istemeyen... Ya da ön yargılarla okuyan bir kalabalığın varlığı tek başına bir sorun değildir. Sorun, bu okuduğunu anlamayan kalabalığın aklının ve iradesinin iktidarın sorunlu niyetlerine alet olmasıdır.” (*)
Eleştirisi, ironik söylemi onu üslupçu yazar hanesine taşıyor. Rayından çıkan bir toplumun sapmalarını gösterir bize, Söğüt.
Her şey onun gözerimindedir. Toplumun sürüklenişi, insanın yabanlaşma hali... Dahası çözülüp, kamaşan bilinç ve hayatlar. Onun yazılarına yansıyan bakışından bize taşınan bilinç ışığında, aydın olma (bilinci) sorumluluğunun sorgusu ve uyarısı vardır.
Söğüt, bir konuşmasında şunları söylüyordu:
“...ben korkularımızı gözden geçirmeyi ve ayıklamayı öneriyorum. Ama bu çok zor bir şey. Korkuları ayıklamak için köklü değerleri gözden çıkarmanız gerek. Vatan, aile, din... Kendi onayladığınız sinsi iktidarların, yine size karşı bir silah olarak kullanıldığı bu mevcut kutsalları hem koruyup hem de iyi bir dünya düşleyemezsiniz. Mülkiyet ve mahremiyet kavramlarının insanlık tarihinde nasıl biçimlendiğini ve bu kavramların kutsallaşmasının bedellerini görmezden geldiğiniz sürece, ne hatalar değişir ne de o hatalardan bir ders çıkarmak mümkün olur.” (**)
Eğer “başkaldırı edebiyatı”nı yüzyılımızda yeniden tanımayacak olursak, tedirginliğin, sığınışın ötesinde kavramlarla karşılamamız gerek.
René Char’ın şu sözü sanırım buna alınlık olmalı; “Bir şeyi sorgulamak üzere dünyaya gelmeyenler ne saygı hak eder, ne de sabır...”
Evet, “çağımızdaki insan ıstırabı sorunu” böylesi bakışı kuşanan yazarın çıkış noktası olmalıdır. Bu anlamda Mine Söğüt güncele / gündemde olanlara yüzünü dönerken; bilinç aydınlığıyla “cüretkar” sözler ediyor... Onun farkındalık yaratan bakışı da işte bu “asi ses”inin tınısındadır.
Alayına İsyan (***) yazıları, onun bir anlatıcı olarak manifestosu niteliğindedir. Okuru sarsalamak, hatta onun yaşama yolunda sapmalar açmak için kışkırtıcı bir söylem kurduğunu söyleyebilirim.
İnsanın insandan, yaşadığı zamandan ve kendinden yola çıkarken yapması gerekenin ilk yüzleşme olduğunu sıklıkla hatırlatır bize. Eğer hayata ve geleceğe dair bir umut beslemek istiyorsanız, sorgulayın her şeyi, yüzleşmekten korkmayın dercesine kendi yazı adasını kurar.
“GERGEDANLAŞAN” BİR DÜNYA!
Mine Söğüt, Gergedan: Büyük Küfür Kitabı’nda (****) bize, histeri nöbetine kapılmış bir toplumu ve insanını anlatır.
Bize, bizim halimizi gösteren (birbirine ulanan) metinler olarak da okuyabiliriz. “Kendisizleşme hali” diyorum ben buna. Yani kendi olamamanın yıkıcılığı.
Anlatıcı olarak Mine Söğüt’ün öfke içeren dili; kutsalın sorgusunu içerir: Varlık ve zaman sorgusu... Aile... Ahlak... İnanç... Devlet... Ve elbette o “tekil”/”kişiselci”, henüz “birey” olamayan insan...
Zaman sorgusu, çağ yangını içinden bakışı getiriyor. O nedenle kitabın ilk anlatısı “Aile ölüyor”u “bir oyun metni” diye nitelendirmesi de çözülen / sığlaşan bir dünyadaki “kutsal”ın ilk sorgusunu taşır: Anne / baba / kutsal çocuk...
DAYATILAN REDDEDİŞ...
Toplu hisleri ve salgının nüvelerinin neler olabildiğini gösterir bize, Mine Söğüt. Tıpkı Eugène İonesco’nun oyunu Gergedanlar’da gösterdiği gibi, salgının nerelerde nasıl uç verdiğinin öykülerini anlatır.
Yaşananları, olup bitenleri bir seyirci gibi izlemek. Ele geçirilen insan... Her kesimden / sınıftan... Devletin / sistemin ideolojik aygıtlarıyla bunu gerçekleştirme... Adım adım salgına dönüşen bu “işleme”, bir süre sonra vasatlaştırır her bir şeyi. Sıradanlaşma ve kanıksama hali.
Bir metafor olarak “gergedan”, Söğüt’ün öykülerinde “gadre uğrayan”dır; yani mağdur. O kendi halinde sürüklenen insanın gene insanlar tarafından yoldan çıkarılışı, yabanlaştırılması. Kötülük...
Her birine yansıyan ana tema. Dönüşen insan... Her haliyle sizi huzursuz eden gerçeklikler çıkar karşınıza. “Göç” sorgusu. Anlatılan insanlık durumlarında karşımıza çıkan da bu.
Her bir öykü sorgulayıcı olmakla birlikte, bize yaşadığımız zamanın büyük resminin içindeki o karmaşık dünyaların gerçekliğini gösterir.
İTİRAZI OLMAK...
Onun protest bakışının ardında yatan en temel düşüncedir; sorgulama, eleştiri, sürüleşmemek ruh karmaşasına tutulmamak için kaçınılmaz olandır bu.
Alayına İsyan yazıları bu anlamda bir anlatıcının yaşamak/yazmak manifestosudur. Onun hayata, edebiyata nasıl baktığının kitabesidir;
“Düzenin hoyratlığına başkaldıran insanla, düzeni kuran ve onaylayan aynı insandır. Uygarlık tarihi o yüzden, isyanlarla yazılır ama isyanlarla şekillenmez.” (s. 37)
Mine Söğüt, varlığın varoluşunun sorgusunda bir anlatıcı. Kendi izini / yolunu / sesini kuran, rengi olan iyi bir hikâye anlatıcısı.
(*) “Burada Yazar Ne Demek İstemiştir?” / 21 Nisan 2021-– Cumhuriyet.
(**) “Külliyen Özgür Olsam Söyleyeceklerime Dayanamazdınız” / Aynur Kulak / Artful Living / 28 Mart 2020.
(***) Alayına İsyan / Mine Söğüt / Can Yay. / 261 s. / 2020
(****) Gergedan: Büyük Küfür Kitabı / Mine Söğüt / YKY / 115 s. / 2019.
En Çok Okunan Haberler
- Op. Dr. Dericioğlu başında poşetle ölü bulundu
- 500 bin TL'nin aylık getirisi belli oldu
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- Suriye'de herkesin konuştuğu ölüm listesi
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- Erdoğan'dan işgale 'isimsiz' tepki
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Suriye'nin yeni başbakanından ilk açıklama