Ölüm teknelerine ‘hayır’ diyenlerin mücadelesi: ‘Crossing no more’

‘Crossing no more’ liderleriyle buluşan Cumhuriyet, mültecilerin ilk günden beri amaçladıklarını, Büyük İstanbul Otogarı’ndaki ablukayı, Ankara’daki Davutoğlu görüşmesini ve otobüslere bindirildikten sonra tekrar sokaklara terkedilen binlerce mülteciyi konuştu.

Ölüm teknelerine ‘hayır’ diyenlerin mücadelesi: ‘Crossing no more’
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 27.09.2015 - 17:26
 
‘Crossing no more’ hareketi, Türkiye’nin dört bir yanından ve komşu ülkelerden binlerce insanın Avrupa ve Türk hükumetine ölüm teknelerinde boğulmak istemediklerini duyurma çabasıydı. Edirne’de büyük bir buluşmak için sosyal medya üzerinden organize olan birkaç arkadaşın başlattığı bu hareket, başladığı günden itibaren hükumet tarafından büyük bir kuvvetle bastırılmaya çalışıldı. Hareketin liderleri Ahmet Al-Amin, Kenana Al-Kurdi ve arkadaşlarıyla Taksim’de buluşan Cumhuriyet, mültecilerin ilk günden beri amaçladıklarını, Büyük İstanbul Otogarındaki ablukayı, Ankara’daki Davutoğlu görüşmesini ve otobüslere bindirildikten sonra tekrar sokaklara terkedilen binlerce mülteciyi konuştu. Aldıkları sayısız tehditten ve caydırma operasyonlarından son derece yorgun düşen grup, hareket hükumet tarafından bastırıldıktan sonra bile hayallerinden ve insani taleplerinden vazgeçmiyor. Kendileri, aileleri ve ülkelerinden kaçan binlerce insan için yaşanılabilir bir gelecek ve eşit şartlar istiyorlar. 
 
- En başından başlayalım. Bu hareket nasıl başladı? Neden şimdi?
 
Ahmet: Bizler, sosyal medya üzerinden tanışan bir grup arkadaş olarak, ülkelerimizden kaçtıktan sonra sürekli bu zor durumdaki insanlar için bir şeyler yapmaya çalışıyorduk. Burada çok fazla problem var, aç kalan, evleri olmayanlar var. İnsan kaçakçılığına, organ mafyalarına, fuhuşa zorlananlara, eğitim alamayan çocuklara ve ölüm teknelerine dur demek için tek ses olmaya çalışan bir girişim olmak istedik. Aylan Kurdi’nin fotoğrafıyla tüm dünya ayaklandı. Son aylarda artan tekne ölümleriyle insanların kaçmak için ne kadar çaresiz olduğunu tüm dünya gördü. Biz de tam bu sırada Edirne’de bu durumla ilgili bir toplantı düzenlemeye karar verdik, sesimizi insanların ölüm teknelerine binmesine göz yuman Türk hükumetine, ve Avrupa’ya duyurmak için.
 
- Bu ne zamandı?
 
Ahmet:  13-14 Eylül’de bir sürü insan Edirne’ye gitti. 15’inde ise otobüs firmaları biletleri iptal etmeye başladı ve insanların şehirler arası hareket etmesini engelledi. İdari ekip olarak Esenler’e gittiğimizde büyük bir sürprizle karşılaştık. Çok fazla aile gelmişti, orada 2000 kadar kişi vardı. Otobüs firmaları ve özel güvenlik bizi engelleyince ‘saat 10’a kadar izin vermezseniz Edirne’ye yürüyeceğiz’ dedik. Bizi oradaki Camii’ye yürüttüler. Önce bizlere özel araç ayarlayıp Edirne’ye götüreceklerinin sözünü verdiler. Sonra bir anda çevik kuvvet polisleri geldi, insanları oraya kapattı, barikatlar kurdular. Vali ve Emniyet müdürü geldi.

‘Bu insani bir durum, siyasi değil’

- Onların size söylediği şey neydi?
 
Ahmet: Camii’nin bitişiğindeki karakolda toplantı yaptık. Dağılmamız için bizi ikna etmeye çalıştılar . Dediler ki, ‘Yarın Başbakan’la görüşeceksiniz. Sizi Ankara’ya götüreceğiz.’ Ankara’ya gitmemiz 3 gün sürdü. Bu sırada sayımız giderek arttı, 4000’e yakın kişi olduk. Gazze’den bile kalkıp gelen, evlerini bırakan, eşyalarını satan insanlar vardı. İnsan sayısı arttıkça alınan önlemler de arttı. Demir kapılar koydular, Camii’ye giriş çıkışı engellediler. Bizleri korkutmaya çalıştılar. Kapıya bir tane TOMA geldi. Sivil polisler aramıza karıştı. İçeride gerginlik yaratan bazı gruplar türemeye başladı. Türk aksanıyla Arapça konuşan, nereden geldiklerini sorduğumuzda kem küm eden ve uzaklaşan insanlar vardı. Bazı gruplar, siyasi hareketlerin parçaları olarak içeride kavgalar çıkarmaya başladı. Fakat biz ‘hepimiz kardeşiz’ deyip bunlardan uzak durmaya çalıştık. Kol kola girip duvara dayandık. Biz hep bunu dedik: ‘Bu insani bir durum, siyasi değil.’ Bir süre sonra kendimizi hapishanede gibi hissetmeye başladık. İçeri gelen yemek oradaki ihtiyacın yüzde 25’ini karşılamaya yetmiyordu. Açlık grevi yaptık, polis müdahale etmekle tehdit etti. Bir tek o gün yeterli yemek geldi. Hamile bir kadın, 8 aylık çocuğunu düşürdü. Kimse ona yardım etmedi. Aramızda geçekten hasta, ilaç ihtiyacı olanlar vardı. 
 
Usame:  Esenler Belediye Başkanı geldi, ben Türkçe bildiğim için söylenilenleri duydum. Sadece fotoğraf çektirmeye gelmiş, ‘Öyle bir geldik, bakalım neymiş’ dedi. Yaşananlara tamamen duyarsızdı.
 
- Bunun dışında ne gibi tehditler aldınız?
 
Usame:  Ölüm teknelerini organize eden, mafya tipli insanlar aradılar, ‘sizi öldüreceğiz, çocuklarınızı kaçıracağız’ dediler. Tabii kişi başı binlerce dolardan yüzlerce insan biniyordu o teknelere. Sonra vazgeçtiler, ölmek istemediler. Bende ‘Crossing no more’ başlamadan hemen önce İzmir’deydim. Adamın tekiyle anlaşmıştım, tekneye binecektim. Sonra bu proje sayesinde vazgeçtim ve İstanbul’a geldim.
 
Bu sırada Arap televizyonunda Avrupa’nın 120,000 mülteci kabul edeceği haberi geliyor. Herkes ayağa kalkıp birbirine sarılıyor. Sonradan bu haberin Türkiye’deki mülteciler için değil, çoğunlukla Yunanistan ve İtalya’ya sığınmış mülteciler için olduğu, yani Avrupa içerisinde  bir ‘tekrar dağıtılma’ durumu olduğu ortaya çıkacak
 
Ahmet Al-Amin, 'Crossing no more' hareketinin kurucularından
 
Davutoğlu görüş(eme)mesi
 
- Davutoğlu görüşmesine kimler gitti? Ne kararlar alındı? Orada neler oldu?
 
Kenana: 3 günün sonunda Ankara’ya gideceğimiz söylendi. Biz bir liste verdik, pasaportların fotoğrafları çekildi. Aramızda karar veren ve bu işin içinde başından beri olan 6 kişinin ismini verdik. Sonra ellerimize bilet tutuşturdular, ‘bu insanlar gidiyor’ dediler. Gidenler arasında ben ve Ahmet dışında çok aktif olmayan, bizim adımıza konuşamayacak insanların isimleri vardı. Çok şaşırdık. Toplamda Edirne’den Fadi ve 3 kişi, bizden de 4 kişi gitti. Ankara bir tür oyun gibiydi. Gittiğimizde ben, Ahmet ve Fadi’yi (asıl liderler) diğerlerinden ayırdılar. Diğerlerini Ahmet Davutoğlu’nun yanına aldılar. Sonrasında sıranın bize geleceğini sanıyorduk, ama bizleri Davutoğlu’yla görüştürmediler. Birkaç temsilciyle görüştük. Yaşanan büyük bir oyundu.
 
- Peki alınan karar neydi, Otogar’a dönüp orada bekleyen binlerce insana neler dediniz?
 
Kenana: ‘Söz veriyoruz, 3 güne bir şeyler yapacağız. Ama sizin de dağılmanız lazım, pazartesiye kadar dağılın yoksa müdahale edeceğiz’ dediler. Avrupa izin verince hepinize bedava uçak bileti alıp oraya göndereceğiz dediler. İnsanlara bunu söyledik ve bizi alkışladılar. Fakat dağılmamız gerektiğini söylemeye çekindik. Biz hükumetle çatışmak istemiyorduk ve bize söyleneni söyledik, fakat insanlar bu habere hiç sevinmedi. Bizi tehdit eden, saldırmaya çalışanlar oldu. Hükumetten para aldığımızı, kişisel anlaşmalar yaptığımızı, Avrupa vizesi aldığımızı düşünenler oldu. Kendini öldürmekle tehdit eden, kendini yakacağını söyleyen çaresiz insanlar gördük. Grupta bize karşı cephe alanlar arttı.  Bazı arkadaşlarımız dayak yedi.
 
Usame: Pazartesi gecesi bizi oradan kovmadan önce bize misafirhaneler ayarlanacağı söylendi. Listelere isimler, telefon numaraları, herkesin geri gönderileceği yerler yazıldı. Otobüsler geldi, insanları aldılar. Sonra onlara kamp falan olmadığını söyleyip, yolun ortasında durup, sokaklara bıraktılar. Otobüsler insanları alıp rastgele parklara, köşelere bıraktı. Tek amaçları topluluğu dağıtmaktı. 
 
 
Kenana Al-Kurdi, Istanbul'a gelmeden önce Mardin Kızıltepe'de Suriyelilerin yaşadıkları problem üzerine çalışıyordu ve 2800 kadar aileye yardım ederek onların umudu olmuştu.
 
Türkiye’nin çözümü: Otobüslere bindirip sokaklara dağıtmak
 
Ahmet: Gidin bakın Aksaray’a, Fatih’e, herkesi buralara bıraktılar. Ta Osmaniye’deki kampa götürülecekler bile yolda indirildi. Oraya gidenler için yer yoktu, oradakilerin bizlerin geleceğinden haberi yoktu. Otobüsler bir anda duruyor, ‘hadi inin bakalım’ diyorlar.
 
Usame: Pendik’te bir Kızılay kampına gittik, oradakilerin de geleceğimizden haberi yoktu. Kızılay yardıma ihtiyacı olanlara iğrenerek yaklaştı. Uyuz olan bir adam vardı, kaşınıyordu, yardım etmesi gerekenler nefesini tutarak adama uzak durmasını söyledi. Hayvan gibi davrandılar. Yaşananlar çok acıklıydı, açık alanda soğukta, betonda uyumaya çalıştık o gece, sonra da orayı da terk etmemiz söylendi. Söz vermişlerdi, ama yalan söylediler, herkesi kandırdılar. Dağıttılar. İzmir’e giden bir sürü insan oldu, Edirne’dekilerden de İzmir’e giden bir sürü kişi olmuş. Bu insanlar ölmeyi göze almışlar, Avrupa’ya gitmek istiyorlar. Amacımız ölüm teknelerinin, insan ticareti yapanlarının önüne geçmek, mücadelemiz devam edecek.
 
- Peki size inanan ve gruba dahil olanlar şu anda neler diyor? Kandırılan bütün insanlar?
 
Ahmet: Herkes bizi arıyor, sizi hala destekliyoruz diyorlar, kimsenin evi yok, parası yok ama birbirine yardımcı olmaya çalışıyor. Bizi hala tehdit edenler de var, sizi öldüreceğiz diyorlar. Korumamız yok, imkanlarımız yok, ama mücadeleye devam edeceğiz. Sabırlıyız, kararlıyız, yardım eden herkesten Allah razı olsun, herkese çok teşekkür ederiz. Bunu her zaman söyledik, bizim için en büyük kucak Türkiye’dir, ama bu şekilde yaşamaya devam edemeyiz. Biz sadece Suriyeli değiliz, evi savaş tarafından parçalanmış herkes, bizi destekleyen herkes, tüm dünya bu grubun bir parçası.
 

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler