Ölümünün 25. Yılında Ruhi Su'yu Anlamak
Ruhi Su siyasal nedenlerle uzun yıllar yasakçı bir sanatçı olarak yaşadı. \t\t27 Mayıs devrimiyle gelen göreceli demokratik ortamda onun yeniden sahne aldığını görüyoruz. 1975’e gelindiğinde ise Sümeyra Çakır’la Dostlar Korosu’nu kurarak çoksesli müziğe yöneldi. Birçok ürün “El Kapıları” başlığı ile bir araya geldi. Alanlar, salonlar artık onlarındı. Parti gecelerinde ve toplantılarında dinletileriyle kitlelere eşlik ediyordu.
Kara trenle bir Anadolu yolculuğundayız. Kara bir kış günü ve tren hıncahınç dolu... Yol üstünde uğradığımız kimi duraklarda yolcular aşırı kalabalık nedeniyle kapısından binemedikleri trene pencerelerinden girmeye çalışıyorlar. Bizler daha Haydarpaşa Garı’nda zar zor bulduğumuz bir kompartımana sıkışıp kalmışız.
Yolculuğumuz, kışın Ağrı Dağı’na tırmanmak için Erzurum üzerinden Doğubeyazıt’a değin uzanıyor. Tren Erzurum’a yaklaşırken kompartımanın kapısında elinde sazıyla hayalet gibi bir genç belirdi. Diğer elinde de bir tomar kâğıt... Bizlerden sıkışıp oturmak için yer verilmesini rica etti. Yerel ozanlardan birisiymiş ve geçimini sağlamak için içinde kendi dörtlükleri bulunan bu kâğıtları hem satarak ve hem de içindeki türküleri okuyarak Doğu Anadolu trenlerinde gezinmekmiş işi.
Âşık ve kompartımandaki diğer yolcularla bir süre sessiz kaldık. Yolculardan biri: “Gardaş bir türkü çığır da dinleyek hele” önerisiyle bu sessizliği bozdu. Âşık kıpırdana kıpırdana önce yerine yerleşti, arkasından sazı dizlerinin üzerine alıp yanık bir uzun havayı seslendirmeye başladı:
Erzurum dağları da kar ile boran
Almış dört yanımı da dert ile verem
Sizde bulunmaz mı da bir kurşun kalem
Yazıp ahvalimi de dosta bildirem.”
Yıllar sonra, sanırım 70’li yılların başında, bu uzun ve yanık havayı Ruhi Su’dan kendine özgü yorumuyla dinledim. Bu basbariton sesin ağzında bu yanık hava adeta bir çığlığa dönüşmüştü. Gerçekten Ruhi Su’nun sesinde türküler ağıt da olsa, sevinç de olsa başka bir tat veriyordu insana. Ve ben bu yanık havayı yeniden dinlerken, Doğu’ya giden o kederli demiryollarındaki yolculuğumu anımsadım...
Anadolu ekininin vazgeçilmez kalıtıdır türkülerimiz, ezgilerimiz. Bunlar kırlardan koşarak gelip bugün kentlere ulaşmışsa, bunda Ruhi Su’nun yadsınmaz bir payının olduğu bilinmelidir. Çünkü o, kentlere oturmuş Osmanlı saray müziğinin yanına halk müziğini de oturtmayı becermiş ender sanatçılarımızdan biridir. Hem de bunlara kendine özgü yorumuyla çağcıl ve devrimci bir boyut kazandırarak...
Ender sanatçılarımızdandı
Bunda kendisinin opera eğitimi almış olmasının da etkileri olmuştur kuşkusuz. Gelin bu değişimi Ruhi Su’nun kendi değerlendirmesinden öğrenelim bir kez de: “Batı müziği eğitimi gören ve kendi müziğini yapmak isteyen herkes gibi ben de bu pınarın başına geldim. Kendi hisseme düşen taraftan içiyorum. Bu öyle bir içki ki, içtikçe insanın aklını başına getiriyor.”
Ruhi Su kendisiyle ilgili bu değerlendirmeyi 1942 yılında Radyo dergisinde yapıyor. Aynı yıl Ankara Devlet Konservatuvarı Şan Bölümü’nü, sonradan ünlü bir soprano olacak Saadet İkesus’la birlikte birincilikle bitiriyor. Opera yaşamının yanına şimdi türküler de eklenmiştir. Sesi, Ankara Radyosu’nda 15 günde bir yayımlanan bir izlencede bütün Türkiye’de yankılanıyor. Ama söylediği türkülerini Alevi nefeslerinden seçtiği ve komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle bir süre sonra radyodaki işine son veriliyor. Bu uygulamanın gerekçesindeki haksızlığın nedenlerine inecek değilim. Ama Ruhi Su’nun sanatsal yönü denli politik bir kişiliğinin de olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Nitekim 1951 TKP operasyonlarında gözaltına alınır. 1952-1957 yılları arasında 5 yıl cezaevinde yatar. İkinci eşi Sıdıka Su ile bu cezaevi günlerinde tanışır ve kaldığı hücrenin penceresinden kibrit yakarak birbirleriyle iletişim kurarlar. Cezaevi koşullarında gerçekleşen bir nikâh sonunda evlenirler. İlginçtir, o günlerde aynı yazgıyı paylaşan Behice Boran ve Nevzat Hatko nikâh tanıklarıdır.
Cezaevlerinde törpilenmiş ömür
Cumhuriyet Türkiyesi’nin yapısal bir özelliği midir ya da tarihsel bir rastlantı mıdır bilinmez ama yüzyıllık tarihimizin yetiştirdiği nice yazar, düşün insanı ve sanatçının yaşamöyküsünün bu bağlamda bir benzerliğinin bulunmasıdır. Acılarla, çilelerle dolu bir yaşam ve cezaevlerinde törpülenmiş bir ömür... Bu acı gerçek seslendirdiği nice türkünün içinde de kendini duyurur. Örneğin Pir Sultan Abdal’dan alıp söylediği “Ben de Şu Dünyaya Geldim Sakinim” şiirinin bir dörtlüğünde bu şikâyetini şöyle dile getirir:
“Ben de vekil ettim Bar-i Hüda’mı
O da kulu gibi zulüm ede mi
Orda söyletirler bir bir adamı
Kalsın benim davam, divana kalsın.”
Ruhi Su’nun trajedisi daha doğduğu gün başlamıştır. 1912’de doğduğunda Doğu’da Osmanlı - Rus savaşı bütün hızıyla sürüyor, savaşın acımasız ve yıkıcı etkileri doğduğu kent Van başta olmak üzere bölgenin tüm kentlerini yakıp yıkıyordu. Böylesi bir savaş ortamında yaşanan Ermeni tehciri nedeniyle ailesini yitirir. 1915’te, daha üç yaşındayken yetim ve öksüz kalır. Çocuksuz bir ailenin yanına evlatlık olarak sığınır ve ilk adı da Mehmet’tir.
Van’da o yıllar diğer Doğu kentleri gibi açlığın, yoksulluğun ve umutsuzluğun pençesinde kıvranmaktadır. Bunlar yetmiyormuş gibi bir de ağır ve çetin hava koşulları, karakışın kar ve ayazı yaşamayı zorlaştırmaktadır. Aile Mehmet’i de yanlarına alarak Adana’ya göç eder. Ama ne yazık ki Adanada Fransız işgali altındadır. Çukurovalıların “kaç kaç” olarak betimledikleri böylesi bir işgal altında nice Çukurovalı gibi bu aile de ovanın üzerine kanatlarını açmış bir kartal gibi duran Toros Dağları’na sığınır. Ve Mehmet’in dağlarla, ovalarla daha küçük yaşta tanışıklığı böylece başlamış olur. Belki de yaşamın acımasızlığına karşı bir ömür boyu yüksek bir direnme gücüyle karşı koymasında böylesi bir ortamda yetişmiş olmasının da büyük etkisi olmuştur.
Adana’ya döndüklerinde Mehmet’i Öksüzler Okulu’na verirler. Eğitimsel müziğe burada başlar ve yöneldiği ilk müzik aleti kemandır. Ama bu uzun sürmez. Dönemin Başbakanı Recep Peker’in yayımladığı bir genelge gereği, öksüz çocukların askeri okullara alınması gerekmektedir. Mehmet de İstanbul Halıcıoğlu Askeri Okulu’na yazılır ve Ruhi adını da burada alır. Burada da fazla kalamayacaktır. Asıl özlemi olan sanat ve müzik dünyasına kavuşmak için Ankara Müzik Öğretmeni Okulu’na yazılır. Burayı bitirdikten sonra Ankara Cebeci Ortaokulu’nda, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde bir süre müzik öğretmenliği yapar. Bu süreç onun sanat dünyasında tırmandığı ilk basamaklardır. Daha sonra Cumhurbaşkanlığı Orkestrası, Devlet Operası’nda çalışır. Sol düşünce ve görüşlerle tanışıklığı belki de böylesi bir ortamda gelişmiştir diyebiliriz.
Nâzım Hikmet’in şiirde gerçekleştirdiği sanat ve siyaset ustalığını Ruhi Su da müzikte büyük bir başarıyla denedi. Çünkü ezilen, sömürülen, soyulan halkının sesi olmayı yeğlemişti. Yunus Emre, Köroğlu, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal gibi halk ozanlarının yapıtları onun sesinde ve sazında yeniden yaşam bulurken, Alevi-Bektaşi ekin ve geleneğinin ürünleri de daha geniş toplum kesimleriyle tanışma şansını yakalamıştı.
Anadolu insan sevgisini ve felsefesini türkülerle günümüze taşırken ne demişti: “Benim kâbem insandır. / Kuran da kurtaran da / İnsan oğlu insandır.”
Ruhi Su siyasal nedenlerle uzun yıllar yasakçı bir sanatçı olarak yaşadı. 27 Mayıs devrimiyle gelen göreceli demokratik ortamda onun yeniden sahne aldığını görüyoruz. 1975’e gelindiğinde ise Sümeyra Çakır’la Dostlar Korosu’nu kurarak çoksesli müziğe yöneldi.
En Çok Okunan Haberler
- Emekliye iyi haber yok!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- Dönmek isteyen gençler için şartını açıkladı
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- ‘Kartlar bloke edilebilir’ uyarısı!
- CHP'nin ilçe başkanından açıklama!
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü
- İkinci elde 'Suriyeli' hareketliliği