Sağlığın Pazara Geldiği Dönem...
Temel insan haklarından birisi olan sağlığın, çağdaş hekimlik öğreti ve uygulama ilkeleri üzerine yerleştirilmesi zorunluluğunu hem ekonomik anlamda hem de riske edilen toplumsal sağlığımız anlamında derin boyutta algılamaya başladık. Sınırlı ekonomik kaynakları olan ülkemizde halk sağlığı ve sağlık seviyesinin arttırılması için önceliklerimizi belirlememiz ulusal zorunluluğumuz, borcumuz ve hatta acilimizdir.
Global olarak tüm dünyada toplum sağlığını tehdit eden risk faktörü şunlardır:
1. Düşük veya fazla kilo, 2. Korumasız seks yapma, 3. Yüksek kan basıncı, 4. Tütün kullanımı, 5. Alkol kullanımı, 6. Sağlıksız içme suyu, 7. Sanitasyon ve hijyen bozukluğu, 8. Demir eksikliği, 9. Katı yakıtların dumanı, 10. Yüksek kolesterol ve şişmanlık, 11. Kazalar (Trafik, işyeri, ev), 12. Terör eylemleri ve savaşlardır.
Toplumların ölüm ve sakatlık yükünün tamamına yakınını belirleyen bu faktörlerle mücadele etme halk sağlığı politikalarının temelini oluşturur. Toplumumuzdaki sağlık algılaması ise bu risk faktörlerinin doğal sonucu olan sağlığın kaybının ilaç, tıbbi malzeme, tıp teknolojisi ve insan emeği kullanarak rehabilite edilmesidir. Üstelik bu kadar külfetin sonucu tam iyilik hali değil sakatlığın devamı veya ölüm şeklindedir.
Sağlığın koruyucu hekimlik bağlamında düşünülmesinin ekonomik karşılığı, çokuluslu sermaye şirketlerinin kârlarının düşmesidir. O zaman aklımıza gelecek en büyük soru sağlığımızın önündeki en büyük engelin ilaç, tıbbi malzeme ve yüksek tıp teknolojisi pazarlayan çokuluslu sermaye şirketleri mi olduğudur. Cevap kuşkusuz ‘Evet’tir. Sadece dillendirmede sorun vardır.
Sağaltım politikaları
Toplum sağlığını riske eden bu faktörlerle mücadele ederken şu an uygulanan politikalarla bedensel ve ruhsal olarak sağlıksızlaştırılmış toplumumuzun sağaltımı da elbet zorunluluğumuzdur. Sağaltım işinde doğru organize olabilmek için toplumumuzun gerçeklerini bilmek zorundayız. Toplumumuzun gerçekleri sadece demografik analizler üzerinden yapılamaz. Sağaltım işinde doğru strateji, epidemiyolojik analizler yapmak, toplumun hastalık yükünü bilmek, ekonomik ve finans analizleri yapmak, sağlık teknolojilerinin değerlendirme ve kontrolünü yapmak üzerine kurulur. Yine doğru sağaltım politikaları için hastalık mücadelesi ve sağaltımda kullandığımız yöntemlerin maliyet / etkinlik oranını bilmek zorundayız. Şöyle ki tüberküloz için uygun vaka bulma ve tedavisi, kalp-damar hastalıklarının düşük maliyetli ilaçlarla koruma ve tedavisi, tütün mücadelesi, genişletilmiş aşılama programları, HIV virüs yayılımını engelleme, kazalarla mücadele vb. gibi yöntemlerin harcanan dolar bazında para karşılığında ölüm ve sakat kalmadan kazandırdığı yıl bazında yaşam süresi en yüksek olup bunlar gelişmekte olan toplumlarda anahtar yatırım öncelikleridir. Anahtar yatırım önceliklerinin fakirlik indeksinde azalmaya etkileri de tartışmasız olup, Çin, Hindistan, Tayland ve Vietnam gibi halk sağlığı yatırımlarının önemini algılamaya başlamış ülkelerde bu yatırımların fakirlik indeksinde de anlamlı düşüşler yaptığı tespitlidir. Doğru toplumsal sağlık seviyesi arttırma politikaları görüldüğü üzere ilaç satarak ve teknoloji pazarlayarak çalışan özel teşebbüsün kontrolündeki kamu ve özel hastaneler üzerinden yapılmaz. Özel teşebbüs demek kâr ilkesi demektir. Kâr sağlama stratejileri ise piyasa kuralları içinde belirli olup bunlar:
Gerçek ihtiyacı olan bölgeden ziyade müşteri potansiyeli yüksek bölgelere yatırım; reklam, toplumsal korku ve hezeyanlar yaratarak hasta çekmek; gebelik, yaşlılık, çocuk gelişimi, sosyal sorunların yarattığı bunaltılar vb. gibi durumları hastalık formatına dönüştürerek suni talep artışı oluşturmak; teşhis boyutunda gereksiz teknoloji ve mükerrer işlemler ile teknoloji suiistimali yapmak; gereksiz tedaviler yapmak vb. şeklinde sıralanmaktadır. Toplum sağlığı koruma ve kontrolünde maliyet/etkinlik oranı düşük politikaları uygulayarak başarıya ulaşan Küba’nın çalışmaları tüm dünya toplumları için örnek olabilecek boyuttadır.
Küba’da kişi başı yıllık gelir 3.000 dolar olup, kişi başı yıllık gelir yönünden bütün dünya ülkeleri arasında son üçte birlik bölüme girer.
Küba sağlıkta başarı hikâyesini kişi başı 200 dolardan az bir sağlık harcaması bütçesi ile gerçekleştirmiştir. Küba sisteminin yegâne gücü tüm popülasyonu etkileyen yüksek volümlü müdahalelere dayanmaktadır. Günümüz itibarıyla yaşam beklentisi ABD ile aynı ve bebek ölümü daha da düşüktür. Küba’nın sağlık başarısının arkasındaki bir başka etmen de tıpkı Çin’de olduğu gibi, beslenmeye, özellikle de çocuk ve anne beslenmesine önem vermesidir. 1970’li yıllarda Küba’da kalp-damar hastalıkları ölüme sebep olan en ciddi hastalık grubunu oluşturmaktaydı. 1970 ile 2002 yılları arasında uygulanan programın neticeleri alınarak kalp-damar hastalıklarından dolayı ölümler yüzde 45 azalmıştır. Bir başka önem verilen konu insanların eğitimidir.
Özellikle kadınların eğitimine ağırlık vererek, sağlık da dahil, birçok konuda aşamalar kaydetmiştir. Okuma yazma oranı yüzde 97 olup hem eğitim hem de sağlık topluma tamamen ücretsiz verilmektedir. Özetle, Küba’da devrimin 40 yılda sağlık alanında yaptıkları “atla deve” değildir. Altyapıya, beslenmeye, kadınlar ağırlıkta olmak üzere eğitime önem verilmesi, tüm nüfusa parasız ve eşit sağlık hizmeti sunulması, bu hizmeti sağlayacak sağlık örgütlenmesi. Sonuç; Dünya Sağlık Örgütü’nün ifadesiyle, “2000 Yılında Herkes İçin Sağlık Hedefleri”nin Küba’da 15 yıl önce gerçekleşmesi!..
Kişi başı milli gelir
Dünya Sağlık İstatistikleri 2008 yılı verilerine göre, Türkiye’de kişi başı milli gelir 9060 dolar ve kişi başı sağlık harcaması 592 dolar olarak bildirilmiştir. Övünülerek anlatılan bu harcamaların ve gelir seviyesinin karşılığında, toplumsal sağlık seviyemizin, gelir seviyesi orta seviyede olan ülkelerin sağlık seviyesi ile benzer olması beklentisi içinde olmamız doğaldır.
Oysa durum tam tersi olup Türkiye’nin dünya ülkelerinde sağlık sıralamasındaki yeri, gelir sıralamasındaki yerinden 51 basamak geridedir. UNDP (United Nations Development Programme) 2006 yılı verilerine göre, ülkelerin insani gelişme indeksi sıralamasında Türkiye 92. sıradadır. Bu sıralamada bizim üzerimizde olan birkaç örnek ülkeyi Bulgaristan, Romanya, Lübnan, Ürdün, Tunus olarak sıralayabiliriz.
Olayın tercümesini ise sağlık alanında, diğer alanlarda da olduğu üzere ulusal kaynaklarımızın uluslararası sermayeye peşkeş çekilmesi olarak yapabiliriz.
Sağlık alanında ulusal politikamız, halk ile bütünleşmiş, kararlı, tam gün, bilimsel mücadele yöntemlerinin kullanıldığı ve en önemlisi sağlığın günlük politika malzemesi olarak kullanılmadığı stratejiler üzerinde oluşturulmalıdır. Topluma öğretmemiz gerekli en önemli öğreti, çağdaş hekimliğin sağlığın korunması ve geliştirilmesi üzerine inşa edilmesi zorunluluğu olduğudur. Sağlığı pazardan çıkarmak ancak ve ancak devrimci bir zihinle başarılır.
Prof. Dr. Gülümser HEPER
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- Dönmek isteyen gençler için şartını açıkladı
- 'Seküler müdür kalmadı'
- CHP'nin ilçe başkanından açıklama!
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü
- ‘Kartlar bloke edilebilir’ uyarısı!