Sesin rengi de var! Y. Bekir Yurdakul'un yazısı...

Kitapların ışık olup halaya durduğu okuma dünyama sızan ilk Yeşim Saygın yapıtı Bataklığın Kıyısındaki Ev’di. Sonra bir akşamüstü Hayaletli Gölün Çocukları seslendi penceremin altından. Ve el salladı Mızıkacı’yla Baykuş Yemini. Onca telaşın, yorgunluğun sakin bir sabaha ağması gibiydiler. Derken bir sabah erken çıkageldi Günlükte Saklı Sırlar...

Yayınlanma: 12.03.2021 - 00:03
Abone Ol google-news

İyi dokunmuş, el emeği bir kilimin her koyağını, her bir motifini, rengini, sesini, ışığını sezmek o güzelim desenlerin ustaca size bırakılmış boşluklarında dur durak bilmeden dolaşmak, onunla soluk almak, yola düşmektir iyi kitaplarla buluşmalar.

Bir de dilini kurmuşsa yazar, okuruyla göz hizasına vararak sohbete durmuşsa bitmesin istediğimiz bir yolculuktur çıktığımız; uzadıkça uzasın isteriz.

Dahası da vardır: Çok geçmez, bir de bakarsınız ki o kahramanların belki de aralarından biri sizsiniz, siz de o mekânda, o zamandasınız. Duygular, düşler, heyecanlar, düş kırıklıkları, başarılar, coşkular sizden anlar/ bölümlerle gülümser satır aralarında...

Bildiğinizi düşündükleriniz üzerine de ince, yumuşak fırça vuruşlarıyla dolaşır sözcükler. Damağınıza yeni dil tatları armağan eder. Bir merak istasyonunda bindiğiniz trenden bir başka heyecan istasyonunda indirir sizi.

Anılarının bir yerinde, ömrümce başka hiçbir neden olmaksızın yani salt kendim için bir şey okuyamadım, diyen Aziz Nesin’in, “Ne o, yine bir iş mi yoksa bu kez kendin için mi okuyorsun?” sorusuna boş verir, dümeni hayatın akışına bırakırsınız.

BİRLEŞİK DUYGU SİNESTEZİ

Çocukluğunda, ilkgençlik çağına doğru koşarken yaramazlık da yapar kimi kabahatleri de olur insanın. Sahi, okulu astığınız ya da söz verip de tutmadığınız olmadı mı hiç? Ateş de o çocuklardan biri işte. Resme de “feci” yeteneği var! (Korkmayın! Bu türden kullanımlara karşı tutumuyla da dil bilincini yapıt boyunca sergiliyor yazar.)

Ve okullar kapanınca babası getirip “boş kâğıt gibi sıkıcı” bir tatil kasabasına bırakıverir “cezalı” oğlunu. Ateş, yaz boyu burada kalacak, bir süre sonra uzaktan uzağa “Kumru” diye anacağı Bahar Hanım’ın işlettiği Mavi Şarkı Oteli’nde çalışacaktır da.

Bir anda sudan çıkmış balığa dönmüştür. Sıkıntılı günler birbirini kovalarken “meraklı kedi yavrusu gibi bakan” yaşıtı Arya’yla, hemen ardından onun arkadaşı Çilli’yle kesişir yolları. Arya için Ateş’in “sesi lacivert gridir, tıpkı kış denizinin hırçın dalgaları gibi.”

Yüzyıllar öncesinden duyulan sesiyle “Konuş ki seni görebileyim.” diyen Sokrates’i, radyo oyunlarıyla Konuş ki Göreyim Seni diye seslenen şair Behçet Necatigil’i anımsadım.

Arya için konuşmanın değeri salt ses tonu ya da sözcüklerle sınırlı değildir. Seslerin rengini de görmektedir o. Yani sinesteziktir. Bu farklılığın hem Arya hem de romanın bir başka kahramanı İnci için kurguya ustaca yerleştirildiğini belirtmeliyim.

Desen: CEYDA KARLI

İNCİ’NİN GÜNLÜĞÜ

Arya, eski bir itfaiye merkezini kafeye dönüştürüp işleten annesine yardımcı olmaktadır. Mekânı, “Vanilya ve kakao kokusu, vals yapan bir çift gibi hafif adımlarla dönerek kafenin içinde dolaşıyor, herkesi dansına katılmaya davet ediyordu.” diye tanımlayan yazar, günün akşama akan saatleri için de şunları söyleyecektir:

“Akşamüstünün kayıtsız aydınlığı, bahçede oturanların yüzlerinde geziniyor, kahkahalara eşlik ederek ağaçlara tırmanıyordu.”

Her satırı, birbirinden hoş yazınsal tatlarla yüklü macera sürerken Bahçıvan, Tikli Adam (Kemik), Can, ötekiler... Yum Yum’u da unutmamalı, birer birer alırlar sahnedeki yerlerini.

Arya’nın annesinin teyzesi İnci, halk arasında Ejder Ağzı denen bir obruğa düşüp kolunu kırar. Korku dolu saatler geçirdiği, duvarında sıralı sayılar olan bir mağaranın varlığını fark ettiği çukurdan kurtarılır. Ancak bir süre sonra hayata veda edecektir. Yıllar önce olmuştur bunlar.

İnci’nin, sinestezik olmanın yanında karşılaştığı her şeyin fotoğrafını çektiği müthiş de bir görsel hafızası vardır. On iki yıllık kısa ömrüne bir de renklerin kılavuzluk ettiği “günlük” sığdırmış, onu da kimseye vermemesi kaydıyla çocukluk arkadaşı Bahçıvan’a emanet etmiştir. İşte, maceramızda o defterin önemlice bir rolü var!

OBRUK, DEFİNE AVCILARI...

Yeraltı sularının yol açtığı mağaraların çökmesiyle oluşan, ülkemizde yaygın olarak Konya’da görülen obruklar; terk edilmiş eski maden ocağının galerileri, akarsularda ortaya çıkan sert akıntılar, gün gün başka güzellikler sunan deniz ve kıyıyla öpüşen orman, kafe ve butik otele eşlik eden her biri bilinçli olarak seçilmiş öteki mekânlar olarak çıkıyor karşımıza.

Obrukla maden ocağı arasında bir yerlerde yüzyıllar öncesinden gömülü olduğu söylenegelen mücevherleri kaçak kazıyla ele geçirmeyi tasarlayan define avcılarıyla maceranın ilgi çeken fotoğrafları tamamlanıyor.

İsteksizce geldiği bu kıyı kasabasında “rüzgâr, Mavi Şarkı’nın bahçesinde, çocuk gibi oradan oraya koştururken” kafede zoraki söylediği ilk sözcükleri “lacivert gri” Ateş’in; birkaç aylık macerasına, kurduğu ilişkilere, otelden kovulmayı başarırsa evine dönebileceğini düşünürken takındığı tutuma tanık olan okuru, düğümün çözülmesi aşamasında hoş sürprizler de bekliyor.

DOSTLUK VE DAYANIŞMA ÖYKÜSÜ

Kahramanlarını; ilgileri, becerileri, heyecanları, zaafları... kısacası duygu ve düşünceleriyle ete kemiğe büründüren, onlarda okurun da kendisini bulmasını sağlayan Yeşim Saygın, anlatı boyunca düşürmediği tempo, altını büyük bir ciddiyetle çizdiği doğal varsıllığımız ve değerlerimiz bağlamında da yine dikkate değer bir yapıt sunuyor bize.

Sonuç olarak bir dostluk ve dayanışma öyküsü anlatırken kıymetli bulduğu arkadaşlığı da zamanın eskitip silemeyeceğini anımsatıyor.

Ancak Günlükte Saklı Sırlar’ı bence asıl hep anımsayacaklarımız arasına sokan anlatımda yakaladığı incelik ve özgünlüktür.

Tatil bitip de ayrılık vakti geldiğinde Ateş’in veda sözcüklerinin rengini siz de merak ettiniz, değil mi? Öyleyse “güneş, görünmesini istediği güzellikleri aydınlatmaktayken” uzanın bu yapıta.

Günlükte Saklı Sırlar / Yeşim Saygın / Günışığı Kitaplığı / 208 s. / 10+ / 2021.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler