Sıcağı sıcağına okumak
Mathias Enard'ın henüz piyasaya çıkmayan romanı Onlara Savaşlardan, Krallardan ve Fillerden Sözet'i okumaya başladım. Bir önceki romanı İstanbul'da bitiyormuş, bu bütünüyle İstanbul'da geçiyor: Michelangelo'nun, II. Beyazıd'ın çağrılısı olarak Haliç'e bir köprü yapmak (Leonardo'dan sonra) amacıyla gelişimin biraz belgesel tınılı romanı. 72 doğumlu Enard, Arapça ve Acemce biliyor, Barselona'da yaşıyormuş.
Kitaba sonra gelirsem gelirim, beni bir kez daha, sıcağı sıcağına okuma konusuna döndürdü. Kendi dilimde, ülkemde bile bir takipçi değilim ben, okur özelliğimle: Her yıl çıkan sayısız yeni kitaptan pek azını hemen okumaya kalkışırım. Yakın dostlara gönül borcu vardır, geciktirmeye gelmez, alınırlar. Neyse ki sayıları düşüktür, verimlilikleri de! Onlara, yazdıklarını merakla beklediğim için geciktirmeden okumaya giriştiğim bir avuç şairi ve yazarı eklemeliyim.
Sözün özü, sıcağı sıcağına okumak önde gelen tasalarım arasında sayılamaz pek. Edebiyatın, daha doğrusu yazılı metinlerin evrensel ölçekli sorunlarından biri, özgün dil ötesinde çeviriye muhtaç olmaları. Yeni filmleri, taze ürünlerin yer aldığı sergileri, kaydı gerçekleşmiş besteleri anı anına izlemek merak ve olanak çerçevesi oturmuşsa kolay. Yazılı metni, yazıldığı dilden okuyamıyorsanız bekleyeceksiniz.
Günümüzde, bir parça tecim şansı görülüyorsa, kimi yapıtlar gecikmeden temel dillere çevriliyor. Oradan, öteki dillere sıçrıyor ilgi. Gelgelelim, çoksatar gizilgücü olanları ayırırsak, son derece dar ölçeklerde geçerli o ilgi. Bazı yazı türlerinin, örnekse şiirin ve denemenin, sıcağı sıcağına çeviri yapılacak kadar benimsendiğini söyleyemeyiz. Meraklı sayısına bağlı yazının yazgısı. Bereket, gönül vermiş yayıncıların soyu hâlâ tükenmedi: Göze alıyorlar.
Geçen hafta, yeni çıkış iki şiir kitabını görür görmez edindim, ilk okuma seanslarımı yaptım - bir ikincisi gelecektir. Milo de Angelis'in Elvedâ İzleği 2005'te çıkmış İtalya'da; Zanzotto'nun Phosphenes'i ise 1983'te.
Arkadaşım Milo'dan haber alamaz olmuştum; eşi kanserden ölmüş, şiirleri doğrudan ağrı yüklü. Nasıl çevrilmiş kitabı, çok gecikmeden? Zor bir şiir değil Milo'nunki, etmenlerden biri belki; Viareggio ödülünü almış İtalya'da, ola ki ikincisi; Nous yayımlamış Fransa'da kitabı, gözüpek bir taşra yayıncısı.
Zanzotto'nun şiirleri tam anlamıyla çetin ceviz; 27 yıl gecikmeyle çevrilmeleri buna mı bağlı?
Er ya da geç, çevrilmişler gene de. Başka okurlara doğru kapıların açılması demek bu.
Yakın takip bağlamında sorun farklı ama. Zanzotto 90 yaşında; bu şiirleri 1975-81 arası yazmış, bugün hangi noktada olduğunu gösteremez kitabı (gerçi, sonraki dönemlerinin şiirleri daha önce çevrilmişti!). Milo de Angelis'inki öyle değil, geldiği yerin habercisi; bugünün şiiri konusunda fikir verebilecek ürünler arasında.
Sıcağı sıcağına okumak bazan bir gereksinmedir, yazan kişide özellikle. Yaş ilerlerken önemi gitgide azalsa da. Taze ürünü tazeliğinde tartmanın bir işlevselliği var ayrıca: Geçenlerde Unanumo'nun yıllar önce çevrilmiş ve kaybolmuş bir şiir kitabına rastladım sahafta; alacaktım, değer verdiğim bir yazar ne de olsa, karıştırdım, biriki şiiri okudum, vazgeçtim: Eskimiş buldum o şiirleri. Kitapla yayımlandığı yıl karşılaşsaydım (ki olanaksız: Henüz doğmamıştım!), bakış açım değişik olacaktı.
Bugünün şiiri, denemesi, romanı eskimeyecek mi elli yıl sonra? Bir kere, benim okur olamayacağım bir dönemden söz ediyorum, unutmayalım. İkincisi: Eskiyenlerin yanında eskimeyenler kalacak. Lorca eskidi mi?
Geliyor sıra, sıcağı sıcağına okunmaya. Yazdıklarımız başka dillere çevrilsin dileğinin altında farklı kaygılar duruyor; tanınmak, doğrulanmak, onaylanma duygusunu pekiştirmek, artık nasıl tanımlanırsa duygu ve düşüncelerimiz. Gecikmeden olsun istiyorsak, birazı sonucu görmek, tatmak için şüphesiz, birazı da kayma büyümesin diye. Orhan Veli'nin şiirleri geçen yıl çıktı Fransızcada: Çok geç değil mi? İyi şiir okuru, kitabı eline aldığında, benim Unanumo önünde düşündüklerimi düşünmeyecek mi?
Her şeyin bir doğru zamanı olduğu doğru.
Enard'ın romanını iki çırpıda aradan çıkardım. Düzgün ama düz bir anlatı. Baştan uca bir yatay eksende gelişiyor, dikey boyutu neredeyse yok gibi: Dolayısıyla derin bir yapıttan söz edemeyiz. Her kitap bir şeyler kazandırır, katar okura, şüphesiz; gene de hemen hemen sıradan bir roman okuduğum düşüncesine varmışsam sonunda, kendime bir parça içerlediğimi itiraf etmeliyim.
Neden, Botho Strauss'un Kongre'si beklerken, Enard'ın romanını elime aldım? Aslında zihnim enikonu yorgundu, hafifletmek istedim onu, demek uygun bir kitap seçmişim. Kongre, belli ki o koşullarda ve hızda okunacak romanlardan değil, yorgunu yokuşa sürmek olurdu Strauss'a girişmek.
Nicedir yazarların da okurların da gözde kategorilerinden birini oluşturuyor 'tarihsel roman'lar. Michelangelo ve İstanbul: Şık formül. Sessiz Ev ya da Beyaz Kale hizasında bir roman Enard'ınki; Benim Adım Kırmızı'nın altında, Yourcenar'ınkilerin ve Gülün Adı'nın çok altında kalıyor. Gerçeksilik andına sadık yazar, ön araştırmasını yapmış, bağlamı iyi-kötü tanıyor, gelgelelim roman yüzeyde seyrediyor hep. O haliyle pekâlâ 'iş' yapabilir: Ortalama okur için biçilmiş kaftan.
'Böyle bir şey' yazmaktan ödüm kopar benim. Kaynağında insan olma koşuluna ilişkin karmaşası beklemeyen bir metin kurmaya, bunun karşılığı bir yazma sorunsalı beklemeyen bir metin kurmaya silah zoruyla bile kalkışmayı aklımdan geçirmem. Hayat kesitleri, sık sık filizler peydahlar imgelem cephesinde: Pek azını 'sinopsis' haline getiririm, çoğunu 'fikir defteri'ne düşmekle yetinirim. Kaldı ki hemen tümü yukarıda çerçevelediğim tanıma az ya da çok uygun tohumlar içerir - yetmez birine, ötekine yönelmek için: Bir metin kurmaya niyetlenmek için fazlası gerekecektir: Önünde kıvrandığım 'Bir Su Masalı' dört dörtlük örnek işte: Gırtlağıma kadar doluyum o projeyle, girişeceğimden emin değilim oysa. Bir süre daha bekleyecek, elzemliğini tartacağım.
Enard'ın romanı, sıkıştırılarak basılsa, 100 sayfayı güç bela bulur. Bunun yerine, 50 sayfada yoğunlaştırılacak, ekonomisi buna uygun biçimde kotarılacak bir 'uzun öykü', eksikliğini duyduğum derinliği devreye sokamaz mıydı? Konuda o vaat var bana kalırsa: Yazarda o niyet ağır basmamış ki! Yukarıdan aşağıya inecek bir anlatı az sayıda okuru ilgilendirecekti, soldan sağa versiyonun daha geniş bir kitleyi çekeceği kesin - Enard'ın önceki kitaplarının cep baskılarının yapılmış olmasından belli hedefin ne olduğu.
Bu soy bir açmazı var edebiyatın.
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması