Sınırıma Dokunma...
Türkiye-Suriye sınırındaki mayınlı alanlar önce temizlettirilecek ve aynı şirket veya gruba 49 yıllığına organik tarım yapmak üzere bırakılacakmış. Birazcık tarih bilen herkes bu kadar uzun süreli bir toprağın verilmesinin ne kadar ağır sonuçlar oluşturduğunu bilir. Bilmeyenler Osmanlı tarihini okusun. Ben olayın tarımla ilgili yönlerini ele alacağım. İsterseniz önce bu ihaleyi yapacak olan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek neler söylemiş, gazeteden okuyalım:
“Şimşek, söz konusu arazilerin mayından temizlendikten sonra neden yöre halkına tarım amaçlı dağıtılmadığı yönündeki eleştirilere de ‘Bundan önce toprak reformu çerçevesinde, bu türden dağıtımlar yapıldı. Ama tarım alanlarının verimli kullanılması anlamında optimal bir ölçeğe hiçbir dönemde ulaşılamadı. Tarımın da en büyük sorunlarından biri ölçeğin küçük olması’ karşılığını verdi.”
Bir kere Türkiye’de hiçbir zaman köklü bir toprak reformu yapılmamıştır. 1945 Toprak Reformu Kanunu toprak ağalarının muhalefeti ile karşılaşmıştır. 1950’de işbaşına gelen Demokrat Parti aslında reforma muhalefet eden toprak ağalarının girişimi ile kurulmuştu. Toprak Reformu Kanunu’na bağlı olarak dağıtılan arazinin yüzde 96.6’sı Hazine arazisi, sadece yüzde 0.5’i şahıslardan kamulaştırılan araziydi. Yasanın öngördüğü kuruluş ve işletme sermayesi sağlama, canlı ve cansız demirbaş verme hükümleri göz ardı edildi. Bu yüzden kendilerine toprak verilenlerin büyük çoğunluğu verimli aile işletmeleri kuramadılar. (Saim Kendir, Toprak Reformu Kongresi, 2005, TMMOB)
Sonraki çabayı 1973’te görüyoruz. 19 Temmuz 1973’te “Toprak ve Tarım Reformu Kanunu” yürürlüğe konuldu. Sadece bir il, Şanlıurfa ilk uygulama bölgesi olarak ilan edildi. 75 bin aile toprak edinmek için başvurmuştu. Toprak dağıtımı ve topraklandırılanların örgütlenmesi ve desteklenmesi için tüm hazırlıklar yapılıyordu. CHP-MSP koalisyonu, Kıbrıs harekâtından sonra iktidarı terk etti. Nisan 1975’te Adalet Partisi-Milli Selamet Partisi- Milliyetçi Hareket Partisi (1. MC) koalisyonu iktidarı devraldı. Yasayı amaçları doğrultusunda etkin bir biçimde uygulayan teknisyenler saf dışı edildi. Yasa yürürlükte idi, kamulaştırmayı durdurmak olmazdı; ancak yavaşlatılabilirdi. Yavaşlatıldı. Göstermelik ufak dağıtımlarla sadece 1218 aileye toprak verildi. DSİ’nin açtığı kuyular için satın alınan pompalar bağlanmadı, sulama yapılmadı, traktörler ve tarım makineleri çürümeye terk edildi, kooperatifleri desteklemek için oluşturulan fonlar siyasi amaçlarla kullanılmaya başladı. (Saim Kendir, aynı yayın)
Görülüyor ki Maliye Bakanımızın sözünü ettiği reformlar sürekli torpillenmiştir. Çok az sayıda çiftçiye toprak dağıtılmış ve bunlar da hiçbir şekilde desteklenmemiştir. 1973’lerde Şanlıurfa’da bir araştırma için bulunuyorduk. Köyleri ikiye ayırıyorlardı. Ağa köyleri ve köylü köyleri. Köylü köylerinde daha önceki reformda yetersiz de olsa toprak alan köylüler yaşıyordu. Ağaların boğucu baskısına rağmen arazilerini koruyabilmişlerdi. Optimum işletme genişliği denilen ise neoliberal saplantılarla kötüye kullanılan bir kavrama dönüşmüştür. Eğer bu mayınlı arazi tek bir firmaya verilecekse 306 bin dekarlık bu arazide Güneydoğu Anadolu’nun en büyük ağası yaratılacaktır. Bu mudur optimum işletme?
Türkiye’de ve dünyada köylü işletmelerin ortadan kaldırılmaları için gerekçe ölçek ekonomilerine dayandırılmaktadır. Bu ölçek fetişizminin gerçeklerle ilişkisi çok zayıftır. Köylü işletmeleri hem daha yoğun emek kullanırlar hem de yoğun emek gerektiren sebze, meyve gibi ürünleri ve hayvancılığı seçerler. Bu nedenle köylü işletmelerinde alan verimliliği daha yüksektir. Ancak emek verimliliği böyle olmayabilir.
Küçük işletmelerin ölçek sorunu, daha üst aşamalarda girişimlerin, kamu yatırım ve hizmetlerinin ve kooperatiflerin yardımıyla aşılabilmektedir. Örneğin eğer makineler kiralanarak kullanılabilirse veya makine parkları geliştirilebilirse, devlet sulama kanalları ve diğer tarım hizmetlerini iyi götürebilirse ve kooperatifler iyi örgütlenebilirse köylü işletmelerinin pekâlâ verimli çalışması mümkündür. İsrail’de gördüğüm bir ‘moşav’ kooperatifinin bulunduğu köyde, öğretmene ait küçük bir kümeste kooperatifin desteği ile aynı kaliteli yemler kooperatif tarafından kümese getiriliyor ve yemliklere dolduruluyor, yumurtalar kooperatif tarafından alınıp ihraç ediliyordu. Bu küçük kümeste teknoloji ve verimlilik diğer büyük kümeslerle aynı idi. Öğretmen kooperatifin girdi, pazarlama ve teknolojik gelişmede sağladığı destek ile kümesin işlerini kolaylıkla ve yüksek verimlilikle yapabilmekte idi. Kapitalist işletmecilere göre köylülerin bir avantajı da yaşadıkları yere sadece maksimum kâr sağlanacak yerler olarak bakmamalarıdır. Köylüler çevrenin koruyucusu olmaya daha çok eğilimlidirler.
Bu arazilerin tümünde organik tarım yapılamayacaktır. Hem güneyden Suriye sınırında hem de mayınlı alanın hemen kuzeyinde, ilaç ve gübreye dayalı endüstriyel tarım yapılmaktadır ve mayınlı alan bazı yerlerde çok daralmaktadır.
Gerekli tampon bölge birçok noktada bulunamayacaktır. Bu arazileri işletmek üzere alacak şirketin büyük bir işletme kuracağını da zannetmiyoruz. Modern marabalar edinmek isteyecektir. Halbuki bu topraklarda en az 35-40 bin yoksul köylü geçinebilir.
Topraksız veya az topraklı Türkler, Kürtler, Araplar, Süryaniler; hadi bu defa birleşin ve toprak edinme hakkınızı savunun, yabancı şirketlere bu toprakları kaptırmayın. Yoksa yeni bir ağanız olacak.
Sınırıma dokunma!
Prof. Dr. Tayfun Özkaya Ege Üniversitesi Ziraat Fak.
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'