Siyasal Partilerde Kadro Sorunu
Politikanın yalnızca iktidarın elde edilmesi ve onun sağladığı yararların paylaşılması olarak görülmemesi gerekir. Politikanın amacı, temelde \t çıkar ve düşünce farklılıklarından doğan iktidarı elde etmeye yönelik çatışmaya indirgenmemelidir.
Bir siyasal partinin gücü özellikle programının yeterliliği, inandırıcılığı, ülke sorunlarına somut çözümler getirmesi, örgütün güçlülüğü, temel konularda yaklaşım birliği ve kadrosunun yaygınlığı, etkinliğiyle ölçülür. Bu üç konu birbirini destekleyen ve birbirinden güç alan öğelerdir. Birinin güçsüzlüğü ve yetersizliği, öbürlerini de olumsuz yönde etkiler.
Bu yazımda güncelliğini koruyan bir konuda, genelde siyasal kadro sorunu üzerinde durmak ve özelde de bu alanda CHP’nin durumunu irdelemek istiyorum.
Sayın Ali Sirmen 14 Eylül 2010 tarihli yazısında, 12 Eylül referandum sonuçları Kemal Kılıçdaroğlu’nun yakaladığı ivmenin önemli olduğunu göstermiştir, fakat bu yeterli değildir diyor ve CHP oylarının yıllardır yerinde saymasının örgütlenme modelinden kaynaklandığını vurguluyarak şu konuyu öne sürüyor: 1973 yılında dağa taşa “Başbakan Ece-vit” yazarak Karaoğlan’a iktidar yolunu açan dinamik parti kadrosundan çok uzakta olan bugünkü CHP, otuz yıl önceki dinamizmini yakalayıp, aşmak ve güçlü, etkin bir kadro oluşturmak zorundadır. Sirmen, CHP’nin sorununun liderlik değil, kadro sorunu olduğunun altını çiziyor. Sayın Sirmen’in görüşlerine katılıyorum.
Aristo’ya göre insan siyasi bir yaratıktır ve onu öbür tüm yaratıklardan ayıran temel nitelik de insanın siyasi oluşudur. “Doğru” hiçbir kişi ya da kuruluşun tekelinde olmadığına göre, doğruyu bulmakta insanların her konuda, bu bağlamda siyasal konularda da düşüncelerini belirtmesi, bu doğrultuda örgütlenebilmesi demokratik düzenin vazgeçilmez önkoşullarıdır.
Çağdaşlaşma çabası içindeki toplumlarda önderliğin çok önemli bir işlevi vardır. Ancak siyasal bir örgüte de dayanmadan topluma yön vermek, önemli atılımların toplumca benimsenmesini sağlamak olanak dışıdır. Bu nedenle çağdaşlaşma doğrultusundaki siyasalarda bir önder kadar bir siyasal örgüte de gereksinim vardır. Örgütleşme, siyasal iktidara ulaşmanın önkoşullarından biridir. Siyasal örgütleşme ise, siyasal partiyi gerekli kılar.
Atatürk dönemi
Atatürk büyük bir komutan, devlet kurucusu ve inanmış bir devrimcidir. Ancak Atatürk, aynı zamanda usçu ve güçlü bir siyasacıdır. Bu nedenle devrimin oluşumu ve uygulama sürecinde birlikte olduğu, birlikte hareket ettiği, dayandığı ve danıştığı bir kadrosu vardır. Bu kadro İsmet İnönü, Mahmut Esat Bozkurt gibi sağduyu sahibi, ayağı yere basan ve aynı zamanda devrimci atılımlara katkıları olan kişilerden oluşmaktaydı. Diyebiliriz ki, Atatürk döneminde siyasal yaşamın hem ilerici hem de istikrarlı olması önemli ölçüde “önder kadrosu”nun ulusallığından, dinamizminden, kararlılığından, tutarlılığından ve yüksek niteliğinden kaynaklanıyordu. Atatürk ve onun “devrimci kadrosu”nun özellikleri, siyasal sistemin alabilirliğini (kapasitesini) arttırıcı ve çağdaşlaşmayı hızlandırıcı bir öğeydi. Bu kadro amaç ve araçta birlik içindeydi. Amaç çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmaktı. Araç ise ulusal güce, us’a ve bilime dayanarak cumhuriyetçi, halkçı, ulusçu, devletçi, laik ve devrimci ilkeler doğrultusunda çalışmak ve çaba göstermekti. Ancak hemen belirtmek gerekirki o dönemde siyasal istikrarın varlığı yalnızca önderlik özelliklerinin üstün niteliklerine bağlanamaz. Çünkü o günkü Türkiye’de halk yeterince bilinçlenmemişti. Henüz çağdaş bir toplumun sınıfsal yapısı oluşmamıştı. Hükümet halktan gelen isteklerin, yoğun özlemlerin baskısında değildi. O yıllardaki birlik ve istikrarın “önder kadro”nun özellikleri dışında da nedenlere dayandığını ve ülkenin henüz çağdaşlaşmanın bazı aşamalarına ulaşmamış olmasına da bağlı olduğunu Barbara Ward şöyle dile getiriyor: “Tek parti sistemine karşın Türklerin özgürlüklerine sahip oluşlarını, onları birleştiren ülkü birliğinde aramak gerekmektedir. Batı’da genellikle varsayılan bir konuda, partiler arasındaki büyük ayrılıklar, toplum yapısındaki derin farklılıkları yansıttığı oranda (örneğin, Fransa’da komünist sol ile tutucu sağ arasında hiçbir zaman kapanmayacak olan ayrılık) demokratik sistem kolay işleyemez bir duruma gelmektedir. Birlik sağlayarak özgürlük yaratan tek bir parti ile acaba Türkler demokrasi konusunda yeni bir örnek mi getirmiş oluyorlar? Ancak herhalde, gerçek, bu kadar yalın da değildir. Türkiye’deki birlik bir yönden gönenç içinde çağdaşlaşmış ulusçu bir cumhuriyet yönetimi yaratma konusundaki ortak amaçtan doğmakta, öte yandan ise Batı’da sanayileşmiş toplumların karşılaştığı sorunların Türkler için henüz yarınların sorunları olmasından doğmaktadır.” (1)
Bugünkü Türkiye
Barbara Ward’ın sözünü ettiği yarınlar bugündür. Çağdaş bir toplumun sınıfsal yapısının ana hatlarıyla ortaya çıktığı ülkemizde siyasal kadroların oluşmasında geçmişe göre çok daha fazla sorunlarımız olduğu kadar çok daha geniş olanaklarımız var. Siyaset ortaklaşa oluşturulur.
Yalnızca belirli kesimlerin tekeline bırakılamayacak kadar da bir ülkenin bugünü ve yarını için yaşamsal bir uğraştır.
Hiçbir örgüt siyasal partiler kadar her toplumsal katmandan ve kesimden insanların bir arada çalışmasına olanak vermez. Bu nedenle oluşturulan parti kadrolarının seçkinci özellikler taşıması gerekmez. Aydın mı, halk adamı mı? Dürüstlük mü, beceri mi daha önemli? Daha çeşitli nitelikler de sıralayabiliriz. Bunların hepsi önemli ve gereklidir çünkü demokrasilerde insanlar ve değerler eşdeğerdedir.
Gerçek demokrasilerde “değerler” hiyerarşisi yoktur. Bu da aydının siyasal yaşamda yapıcı işlevini küçümsemek anlamına gelmez. İşçi ya da köylü, ya da düşünür olmak eşdeğerdedir; hepsinin bir siyasal partinin bünyesinde yeri ve payı olmalıdır.
CHP gibi özellikle sol eğilimli siyasal partilerimizin kadrosu ve örgütü ülkemizin toplumsal katmanlarını, kadınlarımızı ve gençlerimizi en iyi bir biçimde bünyesinde örgütlemeye, bu doğrultuda kadrolarını oluşturmaya özen göstermelidir. A.D. Lindsay, yalın bir dille “Uzmanlar her zaman ayakkabının neresinin vurduğunu bilemez, sundukları reçeteler her zaman sorunları çözemez”(2) diyerek halk-aydın bütünleşmesinin, işbirliğinin önemini, halk adamının da siyasa oluşturmaya katılma gereğini vurgulamaktadır.
Bugünkü siyasal yaşamımızda öne çıkan eleştirilerden biri güçlü bir muhalefetin oluşmamış olduğu doğrultusundadır. Bir siyasal partinin programı, örgütsel yapısı kadar, “kadrosu” da sürekliliğini, inandırıcılığını ve yapıcılığını etkileyen özelliklerdir. Ülkemizde en uzun geçmişi olan ve çağdaşlaşma atılımlarının itici gücünü oluşturmuş bir parti, CHP’nin son 30 yıldır kadro yetersizliği ve parti örgütünün dinamizmini yitirmesi nedenleriyle toplumdaki gücü azalmıştır.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin genel başkanlığına gelmesi son aylarda CHP politikalarına bir canlılık getirmiştir. Ancak tek bir “kişi”den gerekli tüm atılımları gerçekleştirmesi beklenemez. CHP’de “kadro” sorunu temelde henüz çözülmüş değil. Kılıçdaroğlu dışında halk nezdinde etkili olabilecek bir siyasetçi yok. Bir başka deyişle etkin, saygın bir ikinci adamlar grubu yok. Tüzükte tek adamlığı güçlendirmek için yapılan değişiklikler hâlâ duruyor. Değişim olmadıkça örgüt bugünkü gibi zayıf kalacak. Beklentiler, kadınların, gençlerin ve işçi kesiminin, halk adamının bu kadroda daha yaygın bir biçimde yer alması doğrultusundadır. Politikanın yalnızca iktidarın elde edilmesi ve onun sağladığı yararların paylaşılması olarak görülmemesi gerekir. Politikanın amacı, temelde çıkar ve düşünce farklılıklarından doğan iktidarı elde etmeye yönelik çatışmaya indirgenmemelidir.
Politika aynı zamanda ülkenin büyük sorunlarına eğilme işlevini de görür. Politika yalnızca kuvvet, iktidar, gerçekler gibi boyutlarıyla da ele alınmamalıdır. Bluntchli’nin de belirttiği gibi politika gerçekçi olmalıdır; politika idealist olmalıdır. İşte birbirini tamamladığı zaman doğru, birbirinden ayrıldığı zaman yanlış olan iki ilke. Siyasal partilerimizde oluşmuş ve oluşacak kadroların politikayı bu açıdan da değerlendirmelerinin hem ülkemiz ve hem de partilerimiz açısından sayısız yararları olduğu inancını taşıyorum.
(1) Barbara Ward; Turkey. London: Oxford University Press, 1942, s. 59.
(2) A.D. Lindsay, The Modern Democratic State. London: Oxford University Press, 1947, s. 270.
En Çok Okunan Haberler
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- Esad'a ikinci darbe
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!