‘Siyasetçi gücünün azaldığını hissettikçe ötekileştirmeyi artırır’
“Toplumsal ayrışma, barış dilinden uzaklaşma tarih boyunca hiçbir topluma hayır getirmemiştir. Bu toplumlarda kadın en mutsuzdur. Çünkü sağduyusu yüksektir. Kadınlarımız yorgun ve bıkkın. Ben de bunlardan biriyim... İnsan hayatlarının hoyratça savrulduğu zamanlarda şiddetin artması normaldir. En kolay yolu da kendinden güçsüze yönelmektir; kadına, çocuğa...”
Müjde Ar’ın izleyicisiydim önce; eğlencelik, uçucu yapıtların egemen olduğu dönemde, belki de “risk” alıp hakiki sorunları beyazperdeye taşımaya çabaladı. Ardından sözünü sakınmayan, aydınlanmacı tavrıyla tanıştım. “Deli Aysel”in kızı, gericiliğe itirazını her alanda dile getiriyordu. Baskı düzeninin farklı biçimlerde sanatçıları ele geçirdiği sinsi kurgularla tuzağa düşürdüğü dönemde “boyun eğmedi” Müjde Ar.
Dostluk günlerimiz başlayınca, örneğin kızım Nisan’la nasıl arkadaşlık ettiğine tanık olunca, ayrıca sevdim Müjde’yi.
İlkeleri net, inancından ödün vermeyen, kimsenin peşine sorgusuz takılmayacak pırıl pırıl bir kadın. Emek hareketine verdiği yürekten desteğin yanında, kadın hareketine kattıklarını da saygıyla anıyorum. Ekranda ettiği ve bal gibi “ifade özgürlüğü” dahilinde olan sözlerinden ötürü yargılandı ve hüküm giydi. Cezası ertelendi, susmaya mahkûm edildi anlayacağınız. Ama o, söz konusu kadınlar olunca, yine vicdanının sesine kulak verdi, haykırdı...
Demokrasi öcüleştirilirse...
- Bunca çalkantılı toplumsal süreçte isminizi tüm çevrelerde saygı ve sevgiyle korudunuz. Sinemanın devrimci kadın imgesi olarak varlığınızı sürdürüyorsunuz. Giderek muhafazakâr, belki ikiyüzlüleşen toplum hakkında ne düşünüyorsunuz?
İsveçli psikolog, psikoterapist Bärbel Wardetzki “Narsisizm, Ayartma ve İktidar” isimli eserinde, politik narsisizm ve “güçlü lider” karizması etrafında gelişen popülizme parmak basıyor. Bunu yerinde bir tanımlama olarak görüyorum. Bugünkü toplumsal duygu olarak bizimle örtüşüyor.
İnsanda var olan korku, endişe, ölüm, açlık, üreme vs. siyasi narsizmin arkasına sığınarak nefes almaya çalışır. Hele siyaset tamamen bir güç gösterisine dönüşüyorsa...
Demokrasi, insan hakları, düşünce özgürlüğü gibi kavramlar öcüleştirilirse güce destek, buna kapılan insanlar için daha rahatlatıcıdır. Çünkü onun yerine düşünen “güç” vardır. Az gelişmiş toplumların yaşamı kolaylaştırma çabasının karşılığı bu güçtür.
Ama siyasetçi gücünün azaldığını hissettikçe ötekileştirmeyi artırır. Toplumsal ayrışma, barış dilinden uzaklaşma tarih boyunca hiçbir topluma hayır getirmemiştir. Bu toplumlarda kadın en mutsuzdur. Çünkü sağduyusu yüksektir. Kadınlarımız yorgun ve bıkkın. Ben de bunlardan biriyim...
Burada kastettiğim; toplum şöyle ya da böyle oldu demek yerine demokrasiyi baş tacı edip bunun üzerinden konuşmaktır. Ben ülkemde bu kavramın yerleştiğini düşünmüyorum. Çünkü insan gelişen bir varlıktır. İnsanı geliştirecek olan yegâne şey demokrasidir, özgürlüklerdir.
Yeni Yılmaz Güney çıkmıyor
- Çok önemli toplumsal sorunları, incelikle anlatan filmlerde oynadınız. Bugünün eğlencelik filmlerine bakınca, sizin ne denli önemli görev üstlendiğiniz bir kez daha ortaya çıkıyor. Karşılaştırma yaparsanız, sinemanın bu içerikten yoksun halini nasıl değerlendirirsiniz? Sizin için bugün anlatılması gereken öyküler nelerdir?
İçerikten yoksun olmasının nedeni, solun güçsüzlüğünden kaynaklanıyor. Niye bir yeni Yılmaz Güney çıkmıyor? 12 Eylül’ün üzerinden silindir gibi geçtiği bir soldan bahsediyoruz.
Film yaptığım yönetmenler toplumsal aydınlanmanın temelinde kadın - erkek eşitliğine inanan kişilerdi. Ortak paydalarda buluştuk.
Sinemanın her türlüsü yapılır. Kimi filmleri ben “klip sineması” diye yorumluyorum. Bunlar yapılsın tamam da Nuri Bilge Ceylan filmini 20 bin kişi seyrediyorsa buradaki sıkıntı toplumsaldır.
Sinema her dönemin filmini yapacaktır, eminim. Bu, tarihsel bir süreçtir.
- Kadına yönelik şiddetin bunca azgın olduğu bir döneme daha önce rastlanmamıştı sanırım, bunu nasıl yorumlarsınız? Özellikle erkek egemen dilin hukukta da yönlendirici olması hakkında ne düşünürsünüz?
İnsan hayatlarının hoyratça savrulduğu zamanlarda şiddetin artması normaldir. En kolay yolu da kendinden güçsüze yönelmektir; kadına, çocuğa.
Kadın ve çocuğu öfke çıkarma aracı olarak görmekte siyasetin rolü vardır. İnsanı değersizleştirmek olgusu var oldukça burada hedef öncelikle kadın ve çocuk olur.
Sanat hep özgür olmalı
- Sanatçıların zorlu sınav verdiği dönemler oldu. Darbe süreçleri başta olmak üzere, toplumun dönüşümünde yaptıkları ve yapmadıklarıyla yaşamı doğrudan etkilediler. Bu bağlamda bugünün sanatçısına düşen görev nedir? Özellikle ifade özgürlüğü bağlamında görüşünüz nedir?
İfade özgürlüğü olmadan ne sinema ne sanat ne de demokrasi olur. Özgürlüklerden yoksunluk toplumu boğar. O nedenle her zaman sanatın özgür ve özerk olmasını savunuyoruz.
Hani şu “Eyy” falan “Eyy” filan var ya, ben “Ey Özgürlük” diyorum, Nâzım’ı anarak.
- Sinemanın teknolojisi gelişiyor, salonlar güzelleşiyor, ancak önümüze dikilen sert bir sansür yasası var. Bu koşullarda sizin geçmişte yaptığınız türden filmler çekilebilir mi? Bazı sanatçılar ölçü koyar, siz bunlardan birisiniz, sürece dair gözleminiz nedir?
İnternet denilen gerçek yok edilmedikçe (ki edilemez) sinemaya sansür düşüncesi saflıktır. Yaşadığımız sansürlerin uzun vadede hiçbir önemi yoktur.
Müjde Ar, annesi Aysel Gürel ve kız kardeşi Mehtap Ar’la birlikte...
Delilik ve özgürlük
- Eskiden “şöhrete giden yol yönetmenin yatağından geçer” anlayışı(!) egemendi. Bugün tüm dünyada bir isyan, haykırış başladı, kadınlar başlarına geleni açıkça anlatıyor. Dün ve bugün değişen, değişmeyen nedir çalışma koşullarında? Oyuncular da işçiyse eğer, erkek ve kadın işçinin durumunu nasıl yorumlarsınız?
Hollywood ile Yeşilçam’ı karşılaştıramayız. Gönüllü birliktelikler normaldir. Çok şükür sinema dünyamızda henüz bir sapığımız yok.
Sevgili Duygu Asena toplumdaki “kadının adı yok”a karşı çıkan en cesur kadınlardan biridir. Annem de hem can alıcı meseleleri sözleriyle dillendirmiş hem de erkek egemenliğiyle dalga geçmiştir.
Kendini “Deli Aysel” diye tanımlaması boşuna değildir. Annem bu anlamda deliliği özgürlük olarak görürdü. Kimseyi takmamıştır fakat her alanda kadın-erkek eşitsizliğinden mutsuzdu. Kadınlar onun deyimiyle “boynu bükük menekşeler”di.
Ben de 8 Mart vesilesiyle Cumhuriyet okurlarıyla annemin; “Tarlada, fabrikada, sahnede, masa başında, tezgâhta, onurla çalışan bütün emekçi genç kız kardeşlerime...” ithaf ediyorum diye başladığı, BİR GENÇ KIZ YETİŞİYOR adlı şiirini paylaşıyorum.
BİR GENÇ KIZ YETİŞİYOR
Dökmeyin çiçeğini
- kırmayın dallarını)
Her evde her yuvada
Bir genç kız yetişiyor
İtmeyin yalnızlığa
Bu bitmeyen kavgada
Bir genç kız yetişiyor
Bir genç kız cıvıl cıvıl
Bir genç kız ışıl ışıl
Bir genç kız pırıl pırıl
Varlığını aşıyor
Alnında gururuyla
Teriyle emeğiyle
İnançla güveniyle
Bir genç kız yetişiyor
Gölgelerler ruhunu
Törpülenir umudu
Ne tuhaf zevk ne duygu
Bir genç kız yetişiyor
Güç dolu fidan gibi
Boğmayın ümidini
Kırmayın filizini
Bir genç kız yetişiyor
Sofrada emeği var
Küçük henüz kuş kadar
Bir aslan yüreği var
Bir genç kız yetişiyor
Hata ediyorsunuz
Dil uzatmayın ona
Siz küçülüyorsunuz
Bir genç kız yetişiyor
Bilmiyor kötülüğü
Bilseydi büyür müydü
Tüm dost diller ters döndü
Bir genç kız yetişiyor
Sarsılmaz doğru yürür
Her destan böyle büyür
Çelme takan sürünür
Bir genç kız yetişiyor
Yılma genç kız doğrusun
Gerçeğe koşuyorsun
Emekçisin sabırsın
Sen devleşen yarınsın
‘200 YILDIR ÇOK ALACAKLIYIZ’
- Yazık ki hâlâ kadın cinselliği üzerinde süren tartışmalar var. Salt aileye hapsedilen kadın fikri son derece tehlikeli olmasına karşın, kimi kadınlar kendi eliyle bu tutsaklığa boyun eğiyor, bu konuda ne dersiniz?
Kapitalizm erkeğin “zulmüne alkış tuttukça kadın ezilmeye mahkûm mudur?” diye çok düşündüm, işin içinden çıkamadım.
Şu bir gerçek; erkekler dünyayı yönetemiyor, cinsiyet kotası diyerek bize yutturuyorlar, fakat koltuklarından ayrılamıyorlar. Başarısızlık ölçü olmuyor. Cezayir Cumhurbaşkanı 82 yaşında, İsviçre’de yoğun bakımda, “beni seçin, valla bu son” diyor.
Ertem Eğilmez’in bir lafı vardı; “kızım bu koltuklarda oturan öyle bir şeydir ki oraya zamkla yapışmak ister” derdi. “Hani kalkarsa kıçındaki koltukla kalksın” diye devam ederdi. Yakında erkekler doğurup evde oturacak, dünyayı “yöneten kadınlar kurtaracak”. Karşı cinse bizden kota mota da yok. Çünkü 200 yıldır çok alacaklıyız.
Kadın tutsaklığa korkudan boyun eğiyor. Koruma ya da uzaklaştırma kararı aldırmış bir kadın sokağın ortasında öldürülüyorsa ve bu yılda birkaç yüz kadınsa nasıl korkmasın? Bu noktada devletin yetersizliği ortaya çıkıyor.
BİTTİ
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama