Slavoj Žižek'ten “Hiçten Az”

“Hiçten Az”, politika hakkında çok fazla konuşan, sinema, edebiyat ve sanatın her dalına dair söyleyecek çok fazla sözü olan, söylemleriyle, girdiği tartışmalarla magazinin bir parçası, bir pop ikonu haline getirilmeye çalışılan bir felsefecinin, hiç de değişmeden, yürüdüğü yoldan başka bir yere sapmadan, takıntılarından vazgeçmeden kendini tekrar hatırlatma eseri. Cem Tunçer'in değerlendirmesi...

Slavoj Žižek'ten “Hiçten Az”
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 18.08.2015 - 14:21

Slavoj Zizek'ten “Hiçten Az”

Hegel, Lacan ve diğer ölümcül şeyler

Şüphesiz Zizek çağımızın en önemli, en provokatif, en “yamuk bakan” düşünürü. Yazdığı, söylediği, konuştuğu her şey artık olay olan, özel hayatıyla bile gündeme sıkça gelen bir tuhaf adam. Fikirleri ve açıklamalarıyla felsefeye yön veren, Fransız post-yapısalcı felsefeciler; Foucault, Derrida, Deleuze ile adı bir anılan, kıta felsefesi, edebi ve kültürel incelemeler, sinema eleştirisi gibi alanlarda adını sıkça duyduğumuz ve duyacağımız biri.

Daha çok, popüler kültüre dair Lacancı okumalarıyla anılan Zizek, felsefeci kimliğinin yanı sıra siyasi kimliğiyle de öne çıkıyor: O bir Marksist. Gezi Direnişi'nden Irak işgaline, 11 Eylül’den Holokost’a, global ekonomik krizlerden Charlie Hedbo saldırılarına dair görüşleri dilden dile dolaşırken yaşanan herhangi bir olağanüstü durumda gözler hemen ona çevriliyor ve bize doğru yolu göstermesi, şimdi yapmamız gereken şeyin ne olduğu gibi bir takım cevaplar bekleniyor kendisinden. Her konuda fikir sahibi olması, kendisine sorulan her soruya cevap vermesi kimi zaman başına iş açıyor olsa da Zizek’in vazgeçemeyeceği tek bir şey var: Konuşmak. Astra Taylor’ın 2005 tarihli belgeseli “Zizek!”te, ünlü düşünür bu konudan da bahseder ve en büyük korkusunun konuşmayı bir an bırakması halinde tüm insanların içinde bir şey olmadığını görebilecek olmasına değinir. Bu yüzden sanki içinde boşluk dışında bir şey olmayan biriymiş gibi davranır ve her zaman hiperaktiftir; sadece insanları büyülemek ve dolu olduğuna ikna etmek için. Enis Batur’un 19 Mart tarihli Cumhuriyet Kitap’ta yazdığı susmak ile ilgili yazıyı okuduğumda, aklıma Zizek’in bu söyledikleri gelmişti. Batur, aslında nasıl da az konuşmadığından, çok sustuğundan bahsederken, akla hiç susmayan bir Zizek imgesi gelmemesi imkânsızdı.

Zizek’le ilgili tartışılmayacak şey, muhakkak dinamizmi, enerjisi ve hareketliliğiyle felsefi ve siyasi tartışmaları ateşlediği ve bu alanları eleştirileri ve görüşleriyle çok daha canlı, hareketli, hayati bir alan haline getirdiği olmalı. Chomsky ile girdikleri tartışmayı hatırlayalım: Chomsky’nin Zizek’in anlattıklarını nasıl da “on iki yaşındaki bir çocuğa beş dakikada açıklayabileceğimiz düzeyinde” olarak nitelendirdiğini ya da teoriden çok gösteriş içerdiğini belirttiği, sonrasındaysa Zizek’in “empirik olarak bu kadar yanılan birini tanımıyorum” şeklinde verdiği cevabı.
Peki kim bu Slavoj Zizek?

50’den fazla kitabın ve sayısız makalenin yazarı; öncelikle oldukça üretken bir felsefeci. Yazdıkları yirmiden fazla dile çevrilen Zizek, birçok saygın üniversitede misafir profesör olarak ders vermekte. Akademinin yanı sıra, “Zizek!”, “The Pervert’s Guide To Cinema” ve “The Pervert’s Guide to Ideology” adlı üç belgeseli bulunan Zizek’in ilginç bir başka özelliği ise Slovenya Liberal Demokrat Parti’nin kurucuları arasında olması ve 1990'da, Slovenya başbakanı olmak için seçimlere girmesi. Ülkemizi de sıkça ziyaret eden felsefecinin son ziyareti, birkaç hafta önce son kitabı Hiçten Az sebebiyle İstanbul Modern’e oldu.

HEGEL VE DİYALEKTİK MATERYALİZMİN GÖLGESİ

Hiçten Az, Zizek’in Türkçeye Erkal Ünal’ın kazandırdığı eseri. Arka kapağında değinildiği gibi “bu kitap, ideolojik felsefi alanı meydana getiren dört ana konumun kapsamlı eleştirisine soyunuyor: bir yanda demokratik materyalizm ve söylemsel tarihselcilik; öte yanda bunlara tepkileri oluşturan New Age ‘Batı Budizmi’ ve Heidegger’de doruğuna varan transandantal sonluluk düşüncesi.” Kitabın üzerine şekillendiği iki tez ise bu dört konumun hepsinin de gözden kaçırdığı bir boyutun, Freud’un dürtü dediği şeyin boyutunun olduğu ve bu boyutun, modern öznelliğin bizatihi özünü gösterdiği. Giriş kısmında, Zizek katiyen ödün vermeden kitabın ikili tezini ayakta tutan temel dayanağın “utanmazca arlanmazca” Hegelci olduğunu belirtiyor.

Aslında iki yüz yıl sonra, Hegel’i yığınların arasından çıkarıyor Zizek. Hiçten Az’ın hedefi, Hegel’e dönmek değil, Hegel’i tekrarlamak. Zizek, kitabı ithaf ettiği iki dostu, Alenka Zupancic ve Mladen Dolar ile yaptıkları teorik çalışmalarda, yapıbozuma uğratılamaz nirengi noktası olarak Hegel-Lacan eksenini görür. Aşılmaz ufukları, Hegel’i Lacan (ya da Lacan’ı Hegel) üzerinden okumaktır. Zizek’in aklında hep bir Lacan ve Hegel olduğunu önceki kitaplarından biliyoruz. Bu kitap da, tabiri caizse Zizek’in naif bir rüyası.

2011'de yayımlanan “Hegel and the Infinite” adlı kitaba yazdığı giriş yazısının hemen başında Zizek, en katı Hegelcinin bile itiraf etmekten çekinmeyeceği bir şeyden bahseder: Hegel’den sonra bir şeyler değişmiştir ve gelen bu yeni çağla birlikte, yeni bir okumaya ihtiyaç duyulmaktadır. Hakiki bir tarihsel kopuşun ardından, geçmişe kolayca dönülemez, hiçbir şey olmamış gibi yola devam edilemez. Böyle yapılsa bile, aynı pratik hepten değişmiş bir anlam edinmiş olacaktır. Zizek, “Hegel and the Infinite” kitabının giriş kısmında da yazdığı gibi, Schoenberg’in atonal devriminden sonra geleneksel tarzda beste yapmaya benzetir bunu. Aynı benzetmeye, Hiçten Az kitabında da yer verir: “Geleneksel total tarzda beste yapmaya devam etmek mümkündü (ki hâlâ öyledir) ama yeni tonal müzik masumiyetini yitirmiştir, zira halihazırda atonal kopuş ile ‘dolayımlanmıştır’ ve dolayısıyla onun olumsuzlanması olarak işlev görmektedir. Yirminci yüzyıldaki tonal bestecilerde (örneğin Rahmaninov’da) indirgenemez bir kitsh unsuru vardır işte bu yüzden – geçmişe nostaljik bir tavırla tutunmayı andıran, sahte bir şey, tıpkı içindeki naif çocuğu canlı tutmaya çalışan bir yetişkin gibi.”

İçindeki naif çocuğa sarılmayı beceremeyen fakat Hegel’den de vazgeçemeyen Zizek, Hegel’i bulunduğu yerden çıkarıp yeni bir okumaya girişiyor. Henüz giriş kısmında, Zizek’in tanımladığı şekliyle bu kitap Hegel üzerine bir başka üniversite ders kitabı değil, daha ziyade bir “Süzme Embesilin Hegel Rehberi” denebilir: “IQ seviyeleri vücut ısılarına yakın olanlar için Hegel.” Kitabın iki temel gövdesinden biri Hegel, diğeri Hegel’in tekrarı olarak Lacan. Zizek’in iddiası, psikanaliz ve Hegelci diyalektiğin etkileşim içine girerek, birbirlerini kurtarabileceği, katılaşmış derilerini soyup hiç beklenmedik yeni bir şekil ortaya çıkarabilecekleri. Peki tarihsel kümelenmenin baştan sona değişmiş olduğunu akılda tutarak, bugün anlamlı bir şekilde hâlâ nasıl Hegelci olunabilir? Kitap bu soruya sırtını Hegel’e dayayarak cevap olma iddiasını taşıyor.

ANA EKSEN HER ZAMAN LACAN VE HEGEL

Kitabı elimize alır almaz, bu sefer farklı bir şeyle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyoruz. Zizek’in yazdığı en dolgun kitap; bin sayfanın üzerinde. Önceki İçki, Şeyin Kendisi, tekrar bir Şeyin Kendisi ve son kısım, Sigara. Bu dört kısım birbirinden, ara fasıllarla ayrılıyor. Bu ara fasıllar, bu felsefi mevzuların edebiyat, sanat, bilim ve ideoloji düzlemindeki ve Hegel/Lacan eksenine karşıt felsefecilerin eserlerindeki yansımalarını ele alıyor. “Hegel’in okuru olarak Marx, Marx’ın okuru olarak Hegel” gibi bölümlerde, Marx’ın Hegel’e yaptığı atıfların muğlaklığını tartışırken; Hegel’in zihin teorisinde deliliğin eşsiz statüsünü, Derrida, Foucault ve Descartes’ı barındıran Deliliğin Tarihi’nde Cogito gibi bölümlerde okuyoruz.

Bu kitabın Zizek’in yazdığı diğer kitaplardan farkı nedir diye bir soru sorulacak olsa, öncelikle gözümüze ilk çarpan, Zizek’in reel politikadan, özellikle son dönem kitaplarına oranla daha az bahsetmesi söylenebilir. Stalin ve Sovyet Rusya’dan bile az bahsediyor Zizek. Fakat her zaman yaptığı gibi kitap boyunca bizi bir konudan başka bir konuya, kuantum fiziğinden psikanalize, sinemadan edebiyata götürüyor. Bu yönüyle kitap Zizek takipçilerine istediğini veriyor; Platon’la açtığı sayfayı, Platon ile sofistler arasındaki ilişkiye, sonrasında pek tabii ki Badiou’ye götürüyor ve bizi çıkardığı nokta, Hegel ve Lacan oluyor. Takip edilen patikayı biraz somutlayacak olursak Mısır’daki küresel protestolardan başladığı bölümü, Platoncu ebedi özgürlük ideası ile özgürlük istencini ezme için eldeki tüm imkânları kullanmaya hazır şekilde iktidara körü körüne tutunma arasındaki çatışma olarak nitelendirip, sonrasında Platon’u Lacan üzerinden bir okumayla değerlendirme, hemen akabinde ise Hegel. Anti-Platonculuğun, Badio’dan hareketle nasıl da uzlaştırılamayacak düşmanları birleştiren olumsuz bir nirengi noktası oluşturduğunu aktaran Zizek, kitabın bu noktasında Badiou gibi, Badiou’den alıntılarla Platon’a dönüyor. Fakat kitabın ana ekseni her zaman, Lacan ve Hegel olarak kalıyor.

İÇİNDE YAŞAMIN SIRRI YOK

Zizek’in hemen her kitabında görebileceğimiz, bir Zizek klasiği olarak önceki kitaplarından yaptığı çokça alıntı da mevcut. Diğer kitaplarındaki örnekler ve nükteler, bu kitabında da tekrar ediyor, aynı nükteler üzerinden, Lacancı ve Hegelci bir çözümlemeye girişiyor Zizek. Kitabın bazı bölümlerinde, -örneğin Holokost üzerine olan bölümlerde- önceki kitaplarından sıkça alıntı yaptığını görüyor ve kitabı “belki de hayatımın esas eseri” olarak nitelendirmesinin sebebini de anlıyoruz: diğer kitaplarında bahsettiği birçok şey -ve daha fazlası-, bu kitapta da bulunmakta.

Hegel ve Lacan’ı bir köşeye koyacak olursak kitap boyunca, bizi kendisinden duyduklarımız da dahil olmak üzere, her türlü düşünce ve ideolojiyi sorgulama konusunda uyarıyor Zizek ve zihnimizde her şeyin konuşulabildiği özgür bir alan yaratıyor. “Hitler’in sorunu yeterince şiddetli olmaması, şiddetinin yeterince esaslı olmaması” şeklinde bir örnek verecek olursak; Zizek’e yabancı olanlar tarafından çokça tepki alan bu tarz cümleler, kitap boyunca bizlere Hegel ve Lacan’ın ışığında sunuluyor. Zizek bizi soru sormaya, düşünmeye, yamuk bakmaya tekrar ve tekrar, bin sayfa boyunca zorluyor.

Hiçten Az, bize tüm ihtişamıyla bir felsefeciyi sunuyor. Politika hakkında çok fazla konuşan, sinema, edebiyat ve sanatın her dalına dair söyleyecek çok fazla sözü olan, söylemleriyle, girdiği tartışmalarla magazinin bir parçası, bir pop ikonu haline getirilmeye çalışılan bir felsefecinin, hiç de değişmeden, yürüdüğü yoldan başka bir yere sapmadan, takıntılarından vazgeçmeden kendini tekrar hatırlatma eseri. Hiçten Az, Zizek’in hayatının eseri midir bilinmez fakat Zizek’in hakkını verdiği, üzerinde çokça çalıştığı bir kitap olduğu su götürmez bir gerçek. Kitap, Zizek’ten yeni bir söz söylemesini ve kendilerine yol göstermesini bekleyen bir kısım okuru tatmin edemeyebilir fakat Zizek’i bilenler ve takip edenler, ondan böyle bir kitap bekleyeceklerdir. İçinde yaşamın sırrı yok, kapitalizmin nasıl yıkılacağına dair kılavuzlar, reçeteler yok. Fakat buna dair okuru düşünmeye sevk etme, bu konu hakkında düşünülecek, tartışılacak yeni bir alan yaratma çabası çokça var. Bu, kitabın iddiasını ve kapladığı konumu hak ettiğini gösteriyor.

Hiçten Az/ Slavoj Zizek/ Çeviren: Erkan Ünal/ Encore Yayınları/ 1048 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler