Söz büyüğün sus küçüğün / 1
Çağdaş çocuk yazını geleneksel yaklaşımdan farklı olarak okuyucusunu önemsiyor, yüceltiyor, sorunlarını dile getiriyor, yetişkinlerle eşit hakları olan birey olarak kabul ediyor.
Geleceğimizi nasıl tasarlıyoruz, çocuklarımıza nasıl bir yatırım yapıyoruz, yarınlara nasıl bir kuşak kazandırıyoruz? Bu dizide insan yetiştirme sanatına çocuk yayınları açısından bakarak temel eğilimleri ve sorunları çıkarmaya çalışacağım. Medya kültürünün ağırlık kazanmasıyla okuma kültüründen her ne kadar günden güne daha da uzaklaşıyorsak da çocuklar ve gençler için üretilen yayınlar hâlâ piyasa edebiyatının başını çekiyor. Özellikle büyük kentlerdeki okullarda sık sık kitap günleri, fuarlar açılıyor, çocuk yazarları davet ediliyor, çocuklarla yazma ve okuma atölye çalışmaları yapılıyor. Devlet okullarında bile çeşitli sivil kuruluşların desteği ile bu tür etkinliklere az çok yer veriliyor. TÜYAP Kitap Fuarlarında da çocuklara ve gençlere yönelik programlar ve etkinlikler son yıllarda giderek arttı. Gazetelerin de çoğu, çocuk ve gençlik edebiyatı tanıtımlarına geniş çapta yer veriyor. Bütün bu gelişmeler ilk bakışta çok sevindirici bile olsa nicelik/nitelik tartışmasını da beraberinde getiriyor.
Çünkü belirleyici, çocuklarımıza ne sunduğumuz ve onlarla nasıl bir diyalog kurduğumuz, çocuk yayınlarının günümüzde dev bir örümcek ağı gibi her yeri kaplayan tüketim ve medya dünyasına karşı nasıl bir alternatif oluşturduğu. Günümüzde sanal-gerçek türlü imge ve görüntülerle güzel, çekici, heyecanlı, iç gıcıklayıcı, korkutucu, gerçekçi, fantastik çeşit çeşit dünyalar sunuyor bize.
Yaşamımızı televizyondaki görüntülerden çeşitli bilgisayar oyunlarına, boyalı magazinden reklamlara değin kuşatan yüz binlerce görüntü ve imge, düşünme, duyma ve algılama biçimimizi, kısaca tüm kişiliğimizi kuşkusuz yoğun bir biçimde etkiliyor. Doğal olanın giderek yok olduğu, düşünme, düş görme ve duyumsama yetilerinin hızla değişen algılamalarla kısa süreli uyarılara, yüzeysel izlenimlere, anlık coşkulara, sabun köpüğü yaşantılara indirgendiği bu dünyaya acaba çocuk yayınları hangi pencereden bakıyor? Çocuklara nasıl ulaşmaya çalışıyor, bunu başarabiliyor mu? Düşündürme, düş gücünü geliştirme, dil duyarlığı kazandırma, duyarlığı geliştirme, yeni dünyalar açma gibi değerleri gerçekleştirebiliyor mu? Çocuk ve gençlik yayınlarını değerlendirirken bütün bu noktaları göz önüne almak gerekiyor.
Çağdaş çocuk yazını
Günümüzde çağdaş çocuk yazınından söz ettiğimizde çocukları önemseyen, ciddiye alan, yaşadıkları ortam ve koşullarla hesaplaşmadan kaçınmayan, onların dünyalarını bulgulamaya, sorunlarını dile getirmeye çalışan, gereksinmelerine yanıt arayan bir yaklaşımı anlıyoruz. Batı’da, çocuk ve gençlik yazınının yaklaşık otuz yıldır yaşadığı değişim, çocuğa yaklaşımda geleneksel yaklaşımlardan ayrılan yepyeni bir anlayışı gündeme getiriyor. Bu anlayış çocuğu yücelten ya da korunması ve yoğurulup biçimlendirilmesi gereken bir varlık olarak görmüyor, yetişkinlerle eşit hakları olan bir birey olarak kabul ediyor ve kişilik gelişimine her şeyden çok önem veriyor. Çocuğa korumacı ya da otoriter bir yaklaşımla hep yukarıdan bakan, bir şeyler dayatmaya çalışan otoriter ve didaktik anlayışın yerini çocuğu anlamak, tanımak, bulgulamak yolunda bir yaklaşım alıyor.
68 kuşağının eğitimde köklü reformlarla birlikte getirdiği bu anlayışın uzantısı olarak çağdaş çocuk ve gençlik yazınında her tür konu işlenilebildiği gibi, o zamana değin tabu sayılan tüm sorunlar ve çelişkiler de ortaya dökülüyor. Sözgelimi ataerkil aile yapısı ve otoriter eğitimin çocuklar üzerinde baskıcı etkileri, seksizm, çocuk cinselliği, cinsel istismar, çevre kirlenmesi, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı, şiddet, savaş, ölüm, özürlü olma gibi konular görülmemiş bir açık yüreklilikle ele alınıyor.
Yetmişlerden sonra çocuğun iç dünyası keşfediliyor, çocuk bakışı, çocuğa özgü olan bulgulanırken çoğulcu bakış, çocukta büyüğü, büyükte çocuğu bulgulama, çocuk dünyasının hem çocuklara hem de büyüklere seslenen renkli dünyasının derinliklerine inme, kurmaca ve gerçeğin iç içe girmesi, oyun oynama olgusunun vurgulanması, metinlerarası etkileşim vb. eğilimler belirleyici olmaya başlıyor.
Sansürün kıskacındaki çocuk edebiyatı
Türkiye’de sanat ve kültürün her alanında olduğu gibi çocuk yazını alanındaki gelişimler de sıkıştırılmış bir zaman süresi içinde aynı anda yaşanmakta. Ağırlıkta olan geleneksel çocuk yazını anlayışının yanı sıra çocuğun dünyasını bulgulamaya çalışan çağdaş yaklaşımlar çocukları sımsıkı kuşatan medya kültürüyle iç içe gelişiyor. Gene de çocuk ve gençlik yazınının yetişkin yazınıyla karşılaştırdığımızda önemli bir ayrılık olduğunu görüyoruz. Çağdaş yazın anlayışı yaşadığımız ortam ve koşullarla yoğun bir hesaplaşmayı dile getirdiği gibi, demokratik gelişmeyi tıkayan engellere karşı bir kutup oluşturuyor. Bu nedenle de sürekli olarak soruşturma, yasaklanma, sansür, saldırı, tutuklanma vb. baskılara maruz kalıyor. Demokratikleşmenin sancılarını yaşayan tüm ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de yazar kendini karşı koyan, direnen, demokratik haklar ve düşünce özgürlüğü için savaşan aydın kesiminin sözcüsü olarak görüyor. Çocuk ve gençlik yazınında ise durum farklı. Resmi ideolojinin, tutucu eğilimlerin ve geleneklerin etkisi bu alanda tüm yoğunluğuyla yaşandığı gibi, bunun dışına çıkan yazarlar ayrıksı kalıyorlar. Öte yandan cinsel ayırımcılık ve cinsel istismar, şiddet, özürlülük, hastalık, ölüm gibi çocuk ve gençlerin yaşamında da belirleyici olan sosyal ve varoluşsal sorunlar büyük oranda tabu konular olarak göz ardı ediliyor.
Baskı altındaki minikler
Çocuk ve gençlik yazınının yeterince gelişememesinin toplumumuzda yerleşik olan çocuk imgesine bağlı olarak çeşitli nedenleri olduğu söylenilebilir. Bunların başında feodalizmin izlerini süren otoriter toplum ve devlet yapısı, baskıcı eğitim anlayışı, ataerkil aile sistemi ve İslam geleneğinin uzantıları geliyor. Bu anlayış çocuğu kendi kişiliği olan bir birey olarak görmez, çocuğu yalnızca işlevsel bağlamda aileye ve topluma getireceği katkılar açısından değerlendirir. Bu anlayış çerçevesinde çocuk tepeden inme kurallar ve yasaklamalarla hem yoğurulması ve biçimlendirilmesi, hem de korunması gereken bir varlık olarak görülür. Bu açıdan da sorular sorarak dış dünyaya açılması, özgür ve bağımsız düşünmeyi öğrenmesi, özgüven kazanması engellenir. Okumaya yeni başlayan çocuklar için hazırlanan resimli öykülerde bile bu anlayışı gözlemleyebiliyoruz.
Kümesin dışındaki yaşamı merak edip çiftlikten ayrılan meraklı civcivin başına gelmedik kalmaz. Ya tilkiye yem olur ya da canını zor kurtarıp bir daha kümesten dışarı çıkmamaya karar verir. Çocuğu kendi kişiliği ve yaratıcı gizilgücü olan bir birey olarak değil de, baskıyla ya da tatlılıkla, korkutarak ya da ödüllendirerek ehlileştirilmesi gereken yabanıl bir varlık olarak gören bu anlayış, “Eti senin kemiği benim”, “Büyüklere saygı küçüklere sevgi”, “Kızını dövmeyen dizini döver” vb. özdeyişlerimizde de kendini açıkça belli eder.
Çocuklar yönlendiriliyor ve biçimlendiriliyor
Bu nedenle çocuk için üretilen yazında da çoğu kez öğreticilik ilkesi ağır basıyor. Yazarlar kendi ideolojileri ve dünya görüşleri doğrultusunda çocuğu yönlendirmeye ve biçimlendirmeye çalışırken çocuğu anlamaya ve keşfetmeye çalışma, onun sorunlarına eğilme gibi bir anlayıştan uzak düşüyorlar. Böylece çocuğun yaşadığı binlerce sorun sözgelimi ekonomik sorunlar, geleneklerin baskısı, medyanın olumlu ve olumsuz etkisi, aile baskısı, çevre sorunları, terör ve şiddet olayları, çağdışı eğitim sisteminin baskısı, cinsel sorunlar vb. ya görmezden geliniyor, yok sayılıyor ya da piyasa yazınının kalıplaşmış anlayışı içinde tüketiliyor.
Parmak sallayan bir öğreticilik
Çocuk yazınıyla yetişkin yazınındaki çocuk imgesi arasındaki bu ikilemin nedeni, çocuklarla ilişkimizdeki otoriter ve korumacı yaklaşımın yazarların yaratıcılıklarını özgürce kullanmalarını engellemesi. Yaratıcı bir yazar bile söz konusu çocuk olunca kolaylıkla parmak sallayan bir öğretmene dönüşebiliyor. Otoriter bir yaklaşımın uzantısı olan gelenekçi yaklaşımların çıkış noktası çocuk ve çocuğun dünyası değil, yazarın eğitimci yaklaşımıdır. Eğitim odaklı çocuk yazınının en tehlikeli yanı, kolaylıkla ideolojik güdümlemelerin etkisi altına girebilmesidir. Yazar böylelikle kendi görüşü doğrultusunda çocuğa belli doğruları aşılamayı amaçlar. Bu nedenle dünya görüşü birbirinden ayrılan yazarların yapıtlarını incelediğimizde gene de ortak bazı noktalar saptayabiliyoruz.
Yaşamın şematik bir iyiler-kötüler karşıtlığına dönüştürülerek ve kesin doğruların ve yanlışların savunulmasından çocukların gerçekleriyle uzak yakın ilgisi olmayan şablon bir dünyanın yaratılmasına, parmak sallayan bir öğreticilikten her tür mantıksızlığa ve saçmalığa, usdışı çözüm önerilerinden farklı olana düşmanlığa ve saldırganlık ve şiddete değin bir sürü ortak nokta göze çarpıyor. Yayın piyasasının önemli bir bölümünü de son yirmi yıl içinde giderek sayıları artan dinci yayınlar oluşturuyor. Türk gücünü ve Müslümanlığın en üstün din olduğunu anlatan vurdulu kırdılı çizgi romanlarından, savaş öykülerine, ibret verici korku öykülerinden çarpıcı kahramanlık öykülerine yer veren destanlara değin, çocuklara geniş bir yelpaze sunan dinci yayınlar, gene şematik bir iyiler kötüler çatışması çerçevesinde gelişen psikolojik ağırlıklı gençlik romanlarıyla da gençlere ulaşmaya çalışıyorlar. Dinci yayınların çoğu kez Eğitim Bakanlığı’nın çıkardığı kitapların ideolojisiyle örtüştüğünü görüyoruz.
En Çok Okunan Haberler
- Op. Dr. Dericioğlu başında poşetle ölü bulundu
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- ‘Hepinize test yapalım, bakalım kim ne kadar geçiyor!’
- Erdoğan'ı protesto eden gençlere işkence iddiasına yanıt
- Suriye’de şeriatın sesleri!