'Tarih bilincimizin gelişmesi hayli engellenmiş'

Dünya tarihinin son büyük imparatorluğunun Anadolu'dan Trakya ve Balkanlar'a geçişini anlatan Trakya Güneşi'ndeki tüm tarihi karakterler, Murat Tuncel'in sözcükleriyle okura iç dünyalarının kapılarını açıyor. Tuncel, epik dili sayesinde bazen bir dağı, güneşi, bulutları, bazen de kuşatılmış bir kalenin içinde ve dışındakilerin korku ve umutlarını konuşturuyor. Tuncel'le kitabı üzerine söyleştik.

'Tarih bilincimizin gelişmesi hayli engellenmiş'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 03.05.2012 - 09:05

-Trakya Güneşi, Osmanlılar ana başlığı altında yayımlanacak seri romanların ilki. Bu ilk kitabınızda Osmanlıların Anadolu'dan Trakya ve Balkanlar'a geçişini anlatıyorsunuz.

Sizi bu zorlu, riskli ve uzun çalışmaya başlatan etki nedir?


' Edebiyat başlı başına zorluklarla dolu bir sanat dalı. Edebi türlerin de ayrıca kendi doğaları içinde zorlukları var. Roman türü kimilerine göre her şeyi içinde barındırır görülse de aslında fazlalığı kabul etmediği gibi türlerin en tuzaklısı da. Tarihi roman yazımı ise bu tür içinde özel bir konuma sahip, çünkü yazarına özel tuzaklar kurar. Bütün bunları bilerek böylesi zorlu ve sorumluluk isteyen bu işe kalkışmamın en önemli iki nedeni var. Birincisi, bizim tarihi romanlarımızı bizim yazmamız gerektiğine inancım, ikincisi de bugüne kadar yazılı tarihi romanlarımızın hemen hemen hiçbirinin dünya edebiyat sahnesinde görülecek kadar güçlü ve kabul edilir olamayışı. Bunlardan başka yıllar önce Azra Erhat'ın bir makalesinde dediği gibi 'Bu topraklar üzerindeki taşları konuşturmak' isteği beni bu zorlu çalışmaya iten başka bir nedendir.


'Konuya çok boyutlu ve tarafsız bakmaya çalıştım"

- Peki, Trakya Güneşi'ni neden okumalı okuyucu?


- Bu sorunuza ilk romanın önsözünden bir alıntı yaparak yanıt vereyim. Orada okuyucuya seslenirken 'Bu romanları okurken okuyucu Osmanlı yayalarının ayak bastığı her yere onlarla gidecek, ahiyanirum, bacıyanirum ya da gaza birliklerinin serdengeçtileri gibi hiçbir engel tanımadan gece gündüz ilerleyecek, şövalyelerin ölüm makineleri akıncı delileriyle serüvenden serüvene koşacaklar. Ama koşarken de her adımının ötesinde kendilerini bekleyen yeni ölümleri merak edeceklerdir. Okuyucular bu romanları okurken, romanlardaki metinlerin bir roman metninden çok şey olduğunu kısa sürede anlayacak, bazen felsefeye yolculuk yaparken, bazen sosyolojik olayların içinde kendilerini bulacak, bazen tek boyutlu tarihler üzerine düşünürken, bazen arkeolojinin gizemli kazılarına katılacak, bazen Arapşah'ın, bazen Yezdi'nin Timur'uyla yüz yüze gelecek, bazen İbn-i Haldun'un özdeyişlerini mırıldanacak, bazen Antiphon'un düşünce denizinde yüzecek, çoğu kez de Osmanlı ilimdarları, beyleri ve padişahlarıyla söyleşeceklerdir. Tabii onların görünen ve görünmeyen çevreleriyle de' diye kısa bir açıklamam var. İşte bu yazılanlar nedeniyle ve okuyucu kendini zenginleştirmek için bu romanları okumalı.

- Osmanlı'yı anlatan tarihi romanlar genellikle Osmanlı cephesinde geçer, siz Trakya Güneşi'nde her iki tarafa da neredeyse eşit olarak yer vermiş, olayları her iki tarafın gözü ve bakışıyla anlatmışsınız. Bir tarafta Süleyman Paşa, diğer tarafta Palaiologos ile Kantakuzinos ve yakın çevreleri.

- Bu roman serisini yazmaya karar verdiğim zaman yazacağım romanların yazılmış diğer romanlardan farklı olması gerektiği düşüncesini benimseyerek çalışmaya başladım. Bugüne kadar yazılan romanlar söylencelere dayalı, tek tek kahramanlar yaratılarak yazılmış ve genelde ötekileştirme kültünü işleyen anlatılardı. Ben böyle kolaycı bir yöntemle ağırbaşlı edebiyata ihanet edemezdim. O nedenle yıllar süren araştırmalar sonunda yazmaya karar verdiğim bu yapıtlara hem edebi bir kimlik verebilmeye hem de olayların geçtiği coğrafyadaki sosyolojik yaşamların da bir haritasını çıkarmaya çalıştım. Bu da benim konuya çok boyutlu ve tarafsız bakmamı sağladı. Karşıtlıkları vererek karakterleri okuyucu usunda kalıcı kılmaya çalışırken bizi ve bizden öncekileri de ötelememeye dikkat ettim. Bu topraklar üzerinde yaşanmış sosyal yaşamları verirken de sosyolojiyi oluşturan toplum ve toplulukların bize bıraktıklarına sahip çıkmaya çalıştım. Bunları yapabilmek için de romanlarımda iki yönlü bir kurgulama yaptım. Bu hem romanın biçimine hem de içeriğine zenginlik kattı. Ayrıca okuyucuya roman kahramanlarımın niteliklerini karşılaştırma olanağı verdi.

- Trakya Güneşi'nde sizi en çok etkileyen karakterler hangileri?

- Romanda okuyucunun kabullenebileceği ve okuyucuda kalıcı olacak karakterler yaratmak benim için çok önemli. Bu nedenle bir karakteri yaratana kadar çok sıkıntı çekerim. Karakteri yaratırken onun karşıtını da düşünürüm. Eğer yarattığım karakter romanın baş karakteri olacaksa onun karşıtı olan karakter de ona eşit niteliklere sahip olmalı diye düşünürüm. Çünkü bir karakter kahramansa onun mücadeleye gireceği karşıtı da en az onun kadar becerikli ve hünerli olmalı. Öyle olmazsa zaten yarattığınız karakter de kahraman olamaz. Bu romanlardaki karakterlerin çoğu bilinen karakterler olduğu için benim fazla katkım olmadan sayfalardaki yerini aldı. Çoğu bilinen nitelikleriyle var. Bilinmeyen ve yeni yarattıklarım ise bilinenlere meydan okuyacak niteliklerdedir. O nedenle bir anlamda tüm karakterlere eşit mesafede durmayı tercih etmiştim. Fakat Trakya Güneşi'nde baş kahraman olan Süleyman Paşa ile kır atı en fazla beni etkileyen karakterler oldu.


'Bugüne kadar istediğim tüm kaynaklara kolayca ulaştım'

- Edebiyatın çeşitli türlerinde eserler vermiş bir yazarsınız. Tarihiyle gurur duyan ama aslında tarihini pek de bilmeyen bir toplumda tarihi roman yazmanın, yazarın diğer türlerdeki eserlerine yansıması nasıl olur?

- Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, belirlemeniz çok doğru ve çok önemli. Şimdi sokağa çıkın, taksiye bindiğinizde tüm taksi şoförleri, kitapçıya gidin tüm satıcılar, eli kalem tutanlar, eli kalem tutmayanlar, sanatçılar(!), doktorlar, avukatlar, mimarlar, askerler, siviller, toplumun her kesiminden rastladığınız tüm insanımızla konuştuğunuzda hepsi birer tarih sever ve tarih bilimcisi gibi konuşur. Tarih hepsinin de gurur kaynağıdır. Onların bu doğal haklarına elbet de hiçbir şey söylemeye hakkımız yok. Fakat onlar konuşurken arada bir iki bilinçli soru sorduğunuzda ezberlerinin hemen bozulduğunu, bildiklerinin sadece kulaktan dolma bilgiler olduğunu ve sevgilerinin de konuştukları kadar olduğunu anlarsınız. Bu romanları yazmaya başladığım günden beri tanık olduğum olaylar bunu bana çok iyi öğretti. Romanları yazma hazırlığı süresince araştırmalarımı derinleştirdikçe tarihle ilgili çok yeni şey öğrenince anladım ki tarih bize okullarda çok yüzeysey öğretilmiş. Tarih bilinci öyle yüzeysel verilince de tarih sevgimiz de ona göre olmuş. Bunun yanında bir de kendi yazdıklarının doğruluğuna inanan ve inanılmasını isteyen bazı yazarların tarihimizi tapulaması da tarih bilincimizin gelişmesini hayli engellemiş. Ben bu romanlarımla ders vermeden okuyucularımın tarih bilincinin artmasına küçük de olsa bir katkıda bulunmak istiyorum. Bu küçük katkıyı yapabilirsem kendimi başarılı sayarım. Bu romanları yazarken edindiğim bilgiler de sanırım bundan sonraki yazacaklarımın daha da zenginleşmesine katkıda bulunacaktır.

- Romanınız tarihi kitapların, filmlerin yıldızının parlak olduğu bir döneme denk geldi. Süleyman Paşa ne zamandır zihninizde dolaşıyor?

- Bu dönem gerçekten hangi yayınevinin kataloğuna baksanız bir ya da birkaç tarihi kitabın yayımlandığını görüyorsunuz. Böylesi bir ilginin olması memnuniyet verici bir durum. Ama bu durumu pozitif olarak da değerlendirenler olabilir, negatif olarak değerlendirenler de. Ben romanlarımı okuyucunun begenisine bırakıyorum. Onlar mutlaka okudukları diğer romanlarla benim romanlarımı karşılaştıracaklardır. Ben yaptığım işin ne kadar sorumluluk gerektirdiğinin bilinciyle bu romanlar serisini yazıyorum. Ayrıca bizim yazdığımız tarihi romanların da dünya edebiyat meydanında salınarak gezmesi benim için önemli. Süleyman Paşa'nın seksenli yılların ortalarından beri zihnimde dolaşıyor olduğunu söylersem çalışmamın ciddiyetini de, ne kadar uzun bir zaman aldığını da belirtmiş olurum sanırım. O yıllarda Gelibolu'ya tatile gitmiştim. Bolayır'a yaptığım gezide amacım Namık Kemal'in mezarını ziyaret etmekti. Çünkü yöre halkınca orası sadece, 'Namık Kemal'in mezarı' olarak anılıyordu. Tabii Namık Kemal'in mezarını ziyaret edince yanındaki Süleyman Paşa ve kır atının mezarını görmemek olanaksız. Hele ziyaret vakti de güneşin masmavi gökyüzünü en güzel süslediği vakit olan gurub vakti olunca Süleyman Paşa'nın bir roman kahramanı olarak bir yazıncının usuna düşmemesi de olanaksız. Seksenli yıllar benim için çok ağır yıllar olduğu için o yıllarda usuma bir roman kahramanı olarak düşen Süleyman Paşa'yı da unutmak zorunda kaldım. Ama ben her ne kadar unuttuğumu sansam da Süleyman Paşa o günlerden beri hep benimle dolaşıyormuş. Son on yıldır da sürekli araştırmalar yaptığımı söyleyebilirim.

- Bir önceki romanınız İnanna'da çok ilgi gördü ve başka dillerde de yayımlandı. Kurgusu ve konusu çok farklı olsa da, Osmanlı coğrafyasında geçen bir romandı. İnanna'nın, Osmanlılar için iyi bir antrenman olduğunu söyleyebilir miyiz?

- Evet daha önce yazdığım sosyal yaşam öykülemeleri diyebileceğimiz romanlarımdan sonra sosyoloji, tarih ve felsefeyi birleştirdiğim romanım olan İnanna gerçekten benim için çok iyi bir deneyimdi. Sizin de söylediğiniz gibi sadece Türk okurundan değil, birçok yabancı ülke okurundan da beğeni topladı. Bu benim dünya edebiyatında adım adım ilerleyen romanım kadar, Türk edebiyatının da başarısıydı. Çevrildiği ülkelerin okuyucuları tarafından sıcacık bir arkadaşlıkla karşılanması da ayrıca romanın özgünlüğü ve geniş Osmanlı coğrafyasında geçmesinden kaynaklanıyordu. İnanna'yı yazarken ben de pek farkında değilmişim, ama şimdi bu seri romanları yazarken görüyorum ki, İnanna benim için bir antrenmandan da çok, büyük ve kapsamlı bir ön hazırlıkmış.

- Uzun yıllardır yurtdışındasınız. Gurbette geçen kitaplarınız da var ama günümüz Avrupa'sından dünün Anadolu'sunu yazmak zor olmuyor mu?

- Bu soruyla çoğu konuşmalarımda da karşılaşıyorum. Bence günümüzde uzaklık kavramının anlamı değişti. İstanbul'da oturan biri Anadolu yakasından karşıya geçinceye kadar ben Hollanda'dan Türkiye'ye gelebiliyorum. Durum böyle olunca istedikten sonra tüm kaynaklara ulaşmak benim için de Türkiye'de yaşayan meslektaşlarım kadar zor ya da kolay. Ama ben bugüne kadar istediğim tüm kaynaklara kolayca ulaştım. Zaten Türkiye'de de belli bir birikimim vardı, onlardan da yararlandım. Fakat sorunuzun ikinci bölümü çok önemli benim için. Gerçekten de 'bugünün Avrupa'sından dünün Anadolu'sunu yazmak' çok zor. Çünkü insan mentalitesini nasıl yoğuracağınızı, yorumlayacağınızı bazen bilemiyorsunuz. Anadolu'da her şey Anadolu güneşi gibi parıl parıl ve ortada. Oraya baktığınız zaman tarih de dahil her şeyi açık açık görebiliyorsunuz. Ama özellikle 'bugünün' Avrupa'sında bırakın bugünü açık açık görmeyi, dünü görmenin hiç olanağı yok. Yalnız bunu söylerken bugünkü politik düşünüş biçimine göndermeler yapmak istiyorum. Dünkü Anadolu'ya, orada olan Osmanlı'ya bugün de Avrupalının bakışının aynı olduğunu söylemek istiyorum. Çünkü yazarken beni en fazla zorlayan durum bu.

- Tarihi roman okuyucuları ders kitaplarında, kendilerine başka türlü öğretilen şeylerle karşılaştıklarında rahatsız oluyor, tepki gösteriyorlar. Aynı rahatsızlığı, başka yazarların tarihi romanlarını okurken siz de duyuyor musunuz?

- Bu durum tek taraflı eğitimlerin bir sonucu. Zaten o eğitimi verirken de böyle bir sonuç bekleniyor herhalde. Tarih öğretirken de aynı mentalite geçerli olduğu için insanlarımızı biraz da olsa şoven duygularla donatıyoruz. Bunu yapmazsak, tarih bilincini daha olumlu bir şekilde verirsek daha iyi olacak bence.

Trakya Güneşi/ Murat Tuncel/Alfa Yayınları/ 534 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler