Tuncay Özkan'ın savunmasının tam metni/I

Tuncay Özkan'ın Ergenekon davasıyla ilgili yaptığı savunmanın tam metni...

Yayınlanma: 19.05.2013 - 20:10
Abone Ol google-news

Değerli dostlarım,
Kıymetli hazirun,
Sayın Başkan, Sayın Heyet,
Önce Reyhanlı’da ulusumuza ve insanlığa karşı girişilen terörist saldırıları lanetliyorum, yaşamını yitiren insanlarımıza Allahtan rahmet, yaralılara şifa, milletimin ve insanlığın üzüntülerini paylaştığımı iletiyorum.
Ergenekon davasında tutuklu olarak yargılanmamda 5. yılımdayım. Umutla, özgürlük ve adalet mücadelemi sürdürüyorum. Çünkü umut yozlaşmanın ve çürümenin engelleyenidir. Umutla, Aşkımla ve inançla özgürlük ve adalet arayışımı son nefesime kadar sürdüreceğim. İster zindanda olayım ister dışarıda.
Beni burada haksız ve hukuksuz olarak tuttuğunuzun delili olan bu mütalaa hukukumuzun utanç vesilesidir. Sizlere sesleniyorum: Beni bu mütalaada yazanlar yüzünden nasıl yargılarsınız? Suç ne delil ne? Terörist olmakla, darbeci olmakla nasıl suçlarsınız? Hakkımda ısrarla siyaset ve sivil toplum çalışması yaptığım için TCK 312/1 den ömür boyu ağırlaştırılmış hapis isteyen bu mütalaa Anayasaya, demokrasiye, hak ve hukuka karşı bir zulumnamedir. Mütalaayı ret ediyorum. Mütalaada yer alan konuları kabul etmiyorum.
Karl Marks  “dil ortak varoluşu gösterir. Düşünce ve dil gerçek dünyanın göstergesidir” diyor. Ben uygarlığımız adına üzgünüm ki düşüncelerim ve dilim nedeniyle yani gerçek olan yüzünden zulüm altındayım. Bugün hakim olan kindar ve zalim bir politik süreç hakkımda zindan kararı almıştır. Bütün yaşamım boyunca insanlığın ortak erdemlerini; Türk uygarlığını, Türkiye’yi ve Türkiye Cumhuriyeti’ni savundum. Teröre, mafyaya ve yolsuzluklara karşı mücadele ettim. Bu yüzden gazeteci oldum. Bürokratik oligarşiye, siyasetçi-mafya-bürokrasi üçkağıdına karşı durdum. Sessiz kalan çoğunluğun, yolsuzlukla yoksullaştırılan halkın yanında oldum. İşkencecilere ve katillere, hırsızlara karşı bireyi ve halkı savundum. Zalimlere ve cahillere muhalif oldum. Suçum budur. Muhalifim ve özgürlükçüyüm. O halde suçluyum. Türk Hukuku’na yazık ediliyor.
Bugün iki saatlik bir sınırlamaya karşın gelecek kuşaklar için kayıtlara buradaki suçlamalar ve bunlara karşı düşüncelerimi son kez bırakacağım.
Yazılı tarihin kurucusu olan Heredot, “tarih geçtiğimiz yolları hatırlatarak yozlaşmamızı engellemek için yazıya döküldü” diyor. Tarihi tekerrür ve intikam için kullanın demiyor.
Ve tarih bize uygun yasal süreçler işlemeden hiç kimsenin ama hiç kimsenin özgürlük ve adalet içinde yaşayamayacağını kanıtladı. Biliyoruz ki Şahlar da devrilir ve en kanlı diktatörler kaçar, firavunlar ölür ve gücün gözlerini körelttiği, gönüllerini çöle çevirdiği faşistler ister seçilmiş olsunlar ister atanmış, yenilirler.
Türkiye’de, ben tutuklanıncaya kadar geçen süreçte önce düşüncelerimi ve dilimi savundum. Öldürülmek dahil pek çok yöntemle susturulmak istendim.
Bunlar dosyanızda bulunan Orhan Aykut ifadeleri ve Matkap operasyonu davasının telefon dinlemelerinde, “Suçluyorum”  başlıklı kamuoyuna açık mektubumda delilleriyle mevcut. Bunları size sunarak hatırlatmak istiyorum. Yıllardır Türkiye’de önce kelimelerin, sonra düşüncelerin ve cesaretin içi boşaltılmaya, kavramlar yozlaştırılmaya ve ulusumuz çürütülerek tasfiye edilmeye çalışılıyordu. Bu süreç 1960, 1971, 1980 darbeleriyle hızlandı ve 28 Şubat, 27 Nisan uygulamalarıyla 2007 sonrasında Türkiye’yi bugünkü karanlığa mahkum etti.
Ben umudu savundum. Cumhuriyet mitinglerinde, televizyon konuşmalarımda, 1400 konferansımda, 5 bin makalemde, yüzlerce saatlik radyo konuşmalarımda hep yozlaşma ve çürüme karşısında Türkiye Cumhuriyeti’ni ve umudu yücelttim. Karanlığa karşı Mustafa Kemal ve ulusun kurucularının aydınlığını dile getirdim. Şimdi de aynı kararlılıkla diyorum ki, umut kazanacak. Uygarlığımız, Türkiye, Türkiye Cumhuriyeti kazanacak. Aşk yenilmez.
Bu davada siyaset biliminin ve tarihin değerlendireceği konular suç sayılıp yargılanmaktadır. Mütalaa bir politik metindir ve kendince çekinmeden, “legal” diye nitelendirdiği yasal hak ve görevlerden suç ve suçlu üretmektedir. Bu uğurda gerçekleri yok etmekte, saklamakta, çarpıtmakta sakınca görmemektedir. Mütalaanın 1694. sayfasında legal faaliyetlerim suç olarak sayılmakta. Polis, parti kuruyor yerel seçime girecek aman telefonunu dinleyip izleyelim demektedir.
Voltaire; “insanları saçmalıklara inandıranlar, onlara zulüm de işletebilir” demiş. Zulüm altındayım. Düşüncelerim ve dilim, gerçeğim, yaşamım suç sayılarak, özgürlüğümüz ve adaletimiz, adaletim gasp edilmiştir. Hukuk kurallarını yok sayılarak polis, savcılık ve yargılama aşamalarında usul ve esas hukuk kuralları görmezden gelinerek 5 yıldır kin ve nefret dolu uygulamalarla zindanda tutuluyorum. Bunu bir zafer olarak görenler var. Ancak yanılıyorlar. Kral Pirus da savaşı kazandığını sanmıştı. Ancak bu sonuç uğruna o kadar çok şey kaybetmişti ki artık yenilgi kaçınılmaz olmuştu.
Yaşamım boyunca insanlığın değerlerine, ulusuma, Türk uygarlığına, vatana, bayrağa, kurucu felsefeye, Anayasa’ya, yasalara bağlı yaşadım. Ama şimdi bu mütalaada insanlara benim bunları yok etmek için yaşamış biri olduğumu anlatıyor. Bunların tamamı gerçek dışıdır. İftiradır. Yaşamım boyunca zulme ses çıkarmayanların, hırsızlara ve katillere boyun eğenlerin, zalimlere, hırsızlara ve katillere ortak olacağını söyledim, düşündüm ve buna uygun yaşadım. Asla eğilmedim. Bana bu terörist iftirasını atanlara müfteri diyorum. Çünkü bir tek delilleri yoktur, olamaz da. Çünkü cahil ve zalim bir siyasi dilin sözcüsü olmaya soyunmuş, bunu dahi başaramamışlardır. Mütalaa çirkindir.
Amaçlarını “değiştirmek” olarak ve “yenilemek” olarak süsleyenler hukuku yok ederek bunu başaramayacaklarını, sadece bir maceraya atılmış olacaklarını bilmelidirler. Ve ben ilan ederim ki; bu çirkinlerin önünde de eğilmeyeceğim.
Marks, siyasi avantajın her zaman iktidardan yana olacağını söylüyor. Hukuk avantajı da iktidardan yana demektir bu. Ancak sosyolojinin değişmez kuralı bizim için de geçerlidir:
“Bastırılan her siyasi düşünce mutlaka geri döner.”
Marks diyor ki “önünüzdeki kaçınılmazlığa karşı direnmezseniz, kaçınılmazın ne kadar kaçınılmaz olduğunu hiç bilemezsiniz.”
Ben de bu doğrudan hareketle, görünenin ardına bakarak yanıtlarımı ileteceğim. Çünkü bu mütalaa ve Türkiye açısından sonuç, belli olmuştur.

İddialara Karşı Diyeceklerim:
Mütalaa’da benim için istenilen cezaların en ağırı TCK 312/1 yani;
MADDE 312 - (1) Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.
TCK 312. Madde metninde; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, egemenlik unsurunun oluştuğu 3 güçten yönetim gücünü temsil eden, Hükümetin ortadan kaldırılmasına veya böyle olmamakla birlikte görevini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs edilmesi ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır. Bu suç tanımında da Anayasa düzeninin temel organlarından biri olan hükümetin ortadan kaldırılmasına veya görevlerinin engellenmesine yönelik teşebbüse ait icra hareketleri tam suç gibi tanımlanmıştır.
Burada icra hareketlerinden kast edilen;
Cebir ve şiddet kullanmaktır.
O halde mütalaa şu soruya cevap vermeliydi: Benim hangi fiil, eylem ya da çalışmam cebir ve şiddet içermektedir?
Ben kiminle, ne zaman, nerede, ne kadar şiddet unsuru içeren kuvvetle, mütalaada konu edilen hayali icra hareketlerini yapmışım?
Böyle bir hareketim, düşüncem, iradem bulunmadığı gibi gayri meşru bir fiilim ve bu fiili icra edecek kastımda olmamıştır. Benim bugüne kadarki yaptıklarım mütalaanın aksine, Anayasa düzenine hakim olan ilke ve sistemleri koruma amacına hizmet etmektir. Ben halkı ve hakkı savundum. Savunmaya da devam edeceğim.
Mütalaada TCK 312/1’e dönük suçlamada delil olarak sunulan tek şey 16 Aralık 2003 tarihinde Jandarma Genel Komutanlığı’nda, İstihbarat daire Başkanı Tümgeneral Levent Ersöz ve Albay Atilla Uğur ile yaptığım iddia edilen görüşmedir. Olayın mütalaaya göre gelişimi şöyledir;
1 Temmuz 2008 günü ADD Genel Merkezinde arama yapılmış ve Şener Eruygur’un olduğu iddia edilen 6 ve 13 Nolu CD’ler içinde Tuncay Özkan ile Levent Ersöz.ppt. isimli power point sunum bulunmuştur. Sonra aynı sunumun içinde “16 Aralık 2003 tarihinde Tuncay Özkan ile yapılan görüşme metni” başlıklı “gizli” ibareli bir belge bulunduğu… (Sayfa 34 ve 1691’de) denilmektedir.
Oysa Şener Eruygur savcılık ifadesinde ve sonraki ifadelerinde bunları reddetmiştir. Kendisine ait olmadığını söylemiştir. Ben hem Levent Ersöz hem de Atilla Uğur ile görüşmediğimi, Atilla Uğur’u tanımadığımı, Ersöz’ü de iki veya üç kez resepsiyonlarda görüp nezaketen çok kısa konuşmalar yaptığımı ifade ettim. Savcılık bunlara karşın power point olarak hazırlanan bir sunumun içinde neden 24 sayfalık bir metnin de konulduğunu, iki CD’ye birden neden tekrar tekrar konulduğunu, neden bu çift dikiş sağlamcılığın söz konusu olduğunu, bunun hayatın normal akışına uygun olmadığını görmezden gelmiştir.
Bu, faks çekilen metnin fotokopisini çekip saklamak gibi akıl almaz bir uygulamadır. Normal değildir. Ama savcılık bunu dikkate almadığı gibi aynı metni mütalaanın 535. Sayfasında Tolon’un kendisine ait olmadığını defalarca anlattığı ve arama tutanaklarında olmamasına karşın sonradan ortaya çıkan ELBA Marka MZ-CS27 – ACI0048 seri numaralı CD’de “çok önemli dosyalar” klasöründe “b26.ppt” isimli 24 sayfalık “gizli ibareli Powerpoint dosyası olduğu, içeriğinde Jandarma Genel Komutanlığı’nca 16 Aralık 2003 tarihinde Tuncay Özkan ile bir görüşme yapıldığı, görüşmenin kayda alındığı ve çözümünün yapıldığı anlaşılmaktadır, demektedir.
Savcılık burada bu görüşme dosyası nedeniyle TCK 334’den Tolon için ceza da istemektedir.
İki noktaya dikkatinizi çekeceğim.
1- Hurşit Tolon’da bulunan Elba Marka CD’nin incelenmesiyle görüntü ve ses kaydı olup çözümün yapıldığı vurgusudur. Mütalaa 535. sayfada anlatılan durum çok ilginçtir. Savcılık sorgumda, bana ısrarla görüşmeyi kabul etmem için baskı yapılmıştır. Savcılar, Zekeriya Öz ve Nihat Taşkın, görüntü ve ses kaydının bulunduğunu ve inkar etmem durumunda getirip izleteceklerini hatta aynı durumdaki bir sanığın adını vererek baygınlık geçirttiklerini söylemişlerdir. Ben tanımadığım ve kendisiyle görüşmediğim Ersöz ve Uğur ile yaptığım iddia edilen görüşmenin ses ve görüntü kaydının getirilmesini ve bana izletilmesini talep ettim. Israrım üzerine Savcı Zekeriya Öz telefonla bir yeri arayarak getirin o CD’yi diye talimat verdi. Bir süre sonra getirilen CD’de bana bir ses kaydı dinletilmeye başlandı. Cızırtılı ve zor anlaşılan kayıtta, ben ne Levent Ersöz ne de Atilla Uğur ile konuşuyordum. Telefonla o an kim olduğunu çıkartamadığım üç veya beş kişiyle Kanal D’de görev yaptığım dönemde kurum santrali üzerinden yaptığım görüşmeler dinlenmiş ve kayda alınmıştı. Bunu, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun olduğunu anladığım bir sesten ve Ankara’ya davetinden çıkardım. Derhal itiraz ettik. Bunun bahsedilen 16 Aralık 2003 görüşme kaydı olmadığını, pek çok tanımadığım ses ve farklı zamanlarda yapılan telefon görüşmelerinden derlendiğini, kendi sesimi dahi tanıyamadığımı, montajlı olduğunu, ifade ettim. Bana orada ısrarla, kendi başsavcıları sayın Aykut Cengiz Engin’e ait olduğunu ifade ettikleri ancak parazitli bir halde bulunan sesin “sizin tensipleriniz doğrultusunda” diye dile getirdiği kelimeleri sordular. Anlamadığım için reddettim. Ve bana 16 Aralık 2003 görüşme kaydını getirmelerini söyledim. Avukatım Sayın Ahmet Çörtoğlu ile ısrarımız üzerine bir karışıklık olduğunu söylediler ve getireceğiz dediler. Ancak sorgu sonuna kadar getirmediler. Pek çok başka sorudan sonra bana, “neden böyle anlamsız bir şey yapıyor ve inkar ediyorsunuz Tuncay Bey, zaten Atilla Uğur burada savcılık sorgusunda bunu kabul etti” dediler. Hem Nihat Taşkın’a hem Zekeriya Öz’e ısrarla bunun yalan olduğunu, Uğur’u tanımadığımı dile getirmem karşısında, “siz onu Kürşat olarak tanıyorsunuz” dediler. Kürşat diye birini tanımadığımı ancak bir görüşmem sırasında Jandarma Genel Komutanı Eruygur’un yemek salonunda çok sayıda rütbeli asker kişiyi tanıştırdığını, onlardan birinin adının Kürşat olabileceğini, ama benim Atilla Uğur’u tanımadığımı, görüşmediğimi vurguladım.
Sonrasında hiçbir zaman bana 16 Aralık 2003 görüşmesi ses ve görüntü kaydı izlettirilmedi, dinletilmedi, verilmedi. Ancak iddianameye savcılar “ses ve görüntü kaydı var” diye yazdılar.
Buradaki tutukluluk itirazlarıma ses, görüntü kaydı var ve resmi belgesi de var diye karşı çıktılar. Üstelik benim ve avukatlarımın ısrarla delil sorması üzerine Mehmet Ali Pekgüzel açıklama yaparak benimle ilgili ellerindeki tek delilin, “16 Aralık 2003 görüşmesi” olduğunu kayıtlara geçirdi.
Ancak savcılığın gerçekleri kararttığı 3. tutukluluk yılımda ortaya çıktı. Duruşma salonunda görüntü ve ses kaydının neden saklandığını, gösterilmediğini, benim yalancı çıkartılmadığımı sorduğumda savcı Nihat Taşkın, ellerinde pek çok ses ve görüntü kaydı olduğunu açıkladıklarını söyleyerek, “merak etmeyin onu da bulacağız” dedi. Bu konudaki çalışmalarını bitiren savcılık gene Nihat Taşkın’ın ağzından bu salonda itiraf etmek zorunda kaldı ki, 16 Aralık 2003 görüşmesi denilen 24 sayfalık Word dokümanının görüntü ve ses kaydı yoktur!
Sonra yine ortaya çıktı ki bu resmi bir doküman değildir. Sadece bir kapak vardır, üzerinde Jandarma amblemi bulunmaktadır. Mehmet Ali Pekgüzel bunun herhangi bir yerinde benim veya bir başkasının imzasının, onayının, mührünün bulunmadığını da itiraf etmek durumunda kaldı. Hatta Avukatım Hüseyin Ersöz, o konuşurken talebim üzerine o kapaktan 30 saniyede üretip savcının adını yazıp kendisine sundu. Tepkisi, bunu siz yaptınız değil mi, deyip gülmek oldu. Yani 16 Aralık 2003 görüşmesinin “iddianamede vardır, tek delildir” denilen, savcılarca bana izletilerek baygınlık geçirmemi sağlayacağı ifade edilen ses ve görüntü kayıtları asla var olmamıştı. Savcılık gerçekleri çarpıtmıştı. Saklamıştı. Şener Eruygur’da bu ses ve görüntü kaydı bulundu diyorlardı ama doğru değildi, yoktu. Hasan Atilla Uğur’da diyorlardı. Doğru değildi, yoktu. Hiç olmadı.
Sorgumda “savcılık sorgusunda Atilla Uğur bunu kabul etti siz neden reddediyorsunuz?” diyorlardı. Bu da doğru değildi. Çünkü Atilla Uğur cezaevinde koğuşumuza getirildiğinde; “Neden bana iftira ettiniz, ben sizi tanımıyorum, nasıl olur da olmayan görüşme var ve Tuncay Özkan’ı tanıyorum dersiniz” diye üzerine yürüyüp sert sözler kullandığımda bana, “Tuncay Bey ben sizi tanımıyorum. Öyle bir görüşme var demedim. Çünkü ben savcılık ve poliste susma hakkımı kullandım” dedi. İnanamadım. Bu nasıl bir pusuydu. Araştırdım, evet Atilla Uğur doğru söylüyordu. Bunu savunmamda ve bu tartışmaya tanıklık eden Birol Başaran, savunmasında sorularınız üzerine anlattı. Levent Ersöz de burada ifadelerinde anlattı, sorularınıza yanıt verdi ve beni tanımadığını, görüşmediğini kayda almadığını söyledi. “Bunca sanık görüşmesini tarafımdan kabul ediyorum, kayda alındı. Ancak Tuncay Özkan gelmedi, görüşmedik, o nedenle kayda almadık, alsak neden söylemeyeyim, buradaki herkesi kabul edip onu neden etmeyeyim” dedi ve onlarca soruya yanıt verdi. Tuncay Özkan ile görüşmemişti. 16 Aralık 2003 kaydı, dokümanı yoktu. Atilla Uğur’un kendisine sorulabilir.
Savcılık aynı şeyleri Hurşit Tolon’dan bulundu diye söyledi, Kanal Biz Ankara bürosundan çıktı diye söyledi. Avukat Hüseyin Buzoğlu’ndan çıktı diye söyledi. Hiç birisinde ses ve görüntü kaydı yoktu. İddianamedeki gerçek dışı beyan böyle sürdü geldi.
Burada ikinci dikkatinizi çekeceğim nokta ise ses ve görüntü var diye iddianameye yazan. Bunu hararetle savunan savcılığın mütalaada, bu hatayı düzeltmek yerine iftira ve çirkin bir politik üslup ile bana hakaret etmeye kalkmasıdır. Mütalaanın 1691. sayfasında ağır sözlerle yaşamım, mesleki kariyerim, 28 yıllık gazetecilik ve medya yöneticiliğime iftira edilmektedir. Eski başsavcıları Aykut Cengiz Engiz ile olan telefon konuşmamı içeren CD’yle ilgili savunmamdan yola çıkılarak şöyle deniliyor:
“Emniyet ve Cumhuriyet savcılığı ifadelerinde ‘burada Tuncay Özkan olarak konuşan kişi ben değilim. Bu ses bana ait değildir…’ şeklinde ifade verdiği halde, duruşmada aynı ses kaydının kendisine ait olmakla birlikte bazı yerlerine montaj yapıldığı mahiyetindeki savunması dikkate alındığında 16 Aralık 2003 tarihli görüşme metninin ses kaydının bulunması halinde dahi savunma tarzının değişmeyeceği.” Denilmekte ve yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali davranmayı tercih etmektedir. Böyle hukuk olur mu? Böyle mütalaa yazılır mı?
Bir, emniyette bana böyle bir ses kaydı dinletilmemiştir. İki savcılıkta bozuk bir kayıt, 16 Aralık 2003 kaydı diye dinletilmiştir. Üç, bu kayıtta suç nedir? CD içinde yasadışı olarak Kanal D santrali dinlenerek oluşturulmuş telefon kayıtları vardır. İstanbul valisi, Valilik özel kalemi, İstanbul emniyet müdür yardımcısı olan Adil Serdar Saçan, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin ile konuşmalarım var. Ancak montajla farklı zamanlar, konular kesilmiş bir araya getirilmiş. Suç ne? Suçlama ne? Neden reddedeyim. Özel kalem valiyi bağlıyor, vali görüşmek istiyor, MİT müsteşarı Ankara’ya medya bilgilendirme toplantısına davet ediyor. Adil Serdar Saçan görüşmek istiyor. Başsavcı kendisine ilettiğim Yeşil’in kimlik belgeleri doğrultusunda çalışmaları devam ettiğini söylüyor. Suç ne? Neden bu kayıt nasıl ele geçti diye şüphe etmiyor savcılık.  Gazeteci Adnan Bulut’un İzmir’de olduğu sırada gözaltısı yapılıyor. İstanbul’da babasının evindeki aramada CD ortaya çıkıyor. Adnan’ın bu konuşmaları kaydetmesi mümkün değil. Kanal D santralinin polis dışında dinlenmesi, kayda alınması olanaksız. Yasadışı olan bu CD kimlerce oluşturuldu diye soruşturmayan, bu konuda savunmamda belirttiğim hususları dikkate almayan savcılık buradan bana suç uyduruyor. Reddediyorum. Bunu reddettim, montajlı. Yasadışı. Montajlı ve yasadışı ses kayıtlarını reddetmem savcıların canını sıkmış, 16 Aralık 2003 ses ve görüntü kayıtlarını da bulsak reddederdi diyor. Bu nasıl bir hukuk mantığı? Suçunu itiraf eden savcılığı size şikayet ediyorum. Bu garabetin hukukla alakası yoktur. Suç işlenmiştir. Asıl politika budur. Politik hukuk, kanaat hukuku budur!
Savcılığın hakkımdaki suç isnatlarının tek delili olduğunu söylediği 16 Aralık 2003 görüşme yalanının serüveni bitmedi. Burada talep ettim, siz de kabul ettiniz bu konuyu:
Tuncay Özkan, Atilla Uğur, Levent Ersöz bakımından resmi kayıtlar, HTS raporları, tanık beyanları açısından da konuyu ele aldık. Önce sözde görüşmede bulunduğu varsayılan Levent Ersöz, Atilla Uğur, Tuncay Özkan’ın 16 Aralık 2003’de HTS kayıtları açısından hiç bir araya gelmedikleri ortaya çıktı. Avukatım Ahmet Çörtoğlu, savcı Mehmet Ali Pekgüzel’e bunu anlattı. Onun yorumu şöyle oldu:
“Şoförüne telefonunu vermiştir, gezdirmiştir..” Yani minareyi kılıfına sokmaya çalışıyor. Girmez. Bir savcı böyle yapamaz.
Ama mantık budur. Oysa beş sayfayı bulan telefon arşivim elinizde cep telefonum elinizde ve Atilla Uğur ne Levent Ersöz ne de diğerleri var. Yok. Ama yok’u sevmiyorsunuz.
Daha sonra Jandarma Genel Komutanlığı’na ve bütün Jandarma kıtalarına Tuncay Özkan’ın giriş-çıkışları sorulmuş, 16 Aralık 2003 öncesi ve sonrası kayıtları getirilmiştir. Hatta savcılık jandarmanın “yok” diye verdiği yanıta “yok diyorsun ama neden yok” diye tekrar 8. kez sormuş, yanıt olarak da Jandarma, bütün tesislerinde bulunan tutanak ve defterleri bir komisyona inceletmiş ve “yokun neden yok olduğunu, görüşme olmadığını, yok olduğunu” tutanakla özel inceleme ile yollamıştır. Bunları tekrar size sunuyorum. Böyle bir görüşme yoktur. 16 Aralık 2003 HTS kayıtlarını da sunuyorum. Bunlar sözde görüşmenin olmadığının kanıtıdır. Yok yoktur. Başka gerekçesi olamaz.
Olmayan görüşme savcılığın 312/1 konusundaki tek kanıtıdır. Savcılık bunun üzerine başka tarih ve görüşmelere atıflar yaparak görüşmeyi gerçek gibi gösterme gayretine girmiştir. Boştur. İftiradır. Unuttukları şey hukuku sakatlayan mantıklarının ortaya çıkmasıdır. Telefonla görüştün, suçlusun. Ne konuştunuz, sen mi konuştun, bunların önemi yoktur. Hayatım boyunca ne görevde ne de emekli olduktan sonra Levent Ersöz ile telefonda veya randevulu görüşmedim, konuşmadım. Hasan Atilla Uğur’u tanımıyorum. Hiç konuşmadım. Görüşmedim. Ancak savcılık Jandarma Genel Komutanlığı’na ait genel kullanımda olan bir numaradan sekreterimin arandığını ve en uzunu 30 saniye olan dört görüşmenin yapıldığını, benim de aranarak yaklaşık 2,5 dakikalık bir görüşmenin gerçekleştiğini, bu telefonun general Halil Helvacı ile general Levent Ersöz’ün kullanımında bulunduğunu, söylemektedir. Tekrar ediyorum. Savunmamda da söyledim, zaman zaman Jandarma Genel Komutanlığı’ndan, Emniyet Genel Müdürlüğü’nden aranarak çeşitli operasyonların haber yapılması ya da toplantılarının izlenmesi isteklerini konuştum. Sekreterim de konuşmuştur. Ancak Atilla Uğur, Levent Ersöz ile asla konuşmadım. Tanımıyorum. Beni sözde bir konuşma ile örgüte dahil eden savcılık, hem de kurum telefonu üzerinden bunu yapan savcılık hakkımda husumete dayalı iftirada bulunan Nuray Başaran’ın yüzlerce görüşmesine, tarafların ikrarına rağmen onu tanık beni sanık yapmaktadır. Levent Ersöz’ün eşi ve kendisi, Nuray Başaran’ın ailece dostları olduğunu, Levent Ersöz Nuray Başaran’ın kendisine emekliliğinde de ortak iş yapma teklifi getirdiğini, Başaran’ın da bunu kabul ettiğini beyan etmesine karşın savcılık bu durumu görmezden gelmektedir. Neden? Peki lehime onlarca belge, bilgi ve ikrar varken neden olmayana ergi yöntemiyle ben 5 yıldır tutukluyum? Neden?
Bakın Levent Ersöz ne diyor mahkemedeki sorgusunda:

Sanık Levent Ersöz:
-    Tuncay Özkan’la yapılan görüşme; iddianame’nin 739 ila 742’nci sayfalarında 16 Aralık 2003 tarihinde Tuncay Özkan’la Levent Ersöz arasında yapıldığı ileri sürülen bir görüşme çözümü ve içeriğinden söz edilmektedir.  Bu görüşme çözümü olduğu iddia edilen Word belgesi de Ek Klasör 115’de yer almıştır. Ancak benim Tuncay Özkan’la görüşmem yoktur. Sorgumda da görüştüğüm kişileri ifade etmiştim. O kişiler içinde Tuncay Özkan yoktur. Kendisini Jandarma Genel Komutanlığı Karargahında da hiç görmedim. Bu Word belgesinin kimler tarafından hazırlandığını da bilmiyorum. Hatırladığım kadarıyla kendisiyle 30 Ağustos Resepsiyonunda karşılaştık ve ayaküstü kısa bir sohbet yaptık. Onun dışında hiçbir karşılaşmamız ve irtibatımız olmamıştır.(CELSE NO:68 Sayfa:25)
-    Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:”Siz Tuncay Özkan’la herhangi bir telefon görüşmesi yaptınız mı?”
Sanık Levent Ersöz:”Hayır”
Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:”Size sabahleyin de sormuş olduğum telefon numaralarından 532 367 25 02 Hayrullah Mahmut Özgür’de Levent Ersöz olarak kayıtlı İsmail Yıldız’da Lev er olarak kayıtlı Mustafa Abbas Yurtkuran’da da Levent Ersöz olarak kayıtlı olan numara. Bu numarayla 8 Temmuz 2004 saat 14:12’de 132 saniyelik Tuncay Özkan’ın aramasıyla gerçekleşen bir görüşmeniz var. Görüşmeyi siz mi yaptınız?”
Sanık Levent Ersöz:”Hayır, bu telefon Jandarma Genel Komutanlığına ait bir telefon mudur  bu kime aittir? Benim dosyalarımın içerisinde sabahtan bana sormuş olduğunuz 17 adet telefon numarası ile ilgili bilgi mevcut değil. Yani bunlar başkalarının klasörlerinde geçenleri siz bana soruyorsunuz ama bunlarla ilgili ne bir arama kararı ne bir dinleme kararı düzeltiyorum ne iletişimin tespit kararı benim dosyalarımın içerisinde yok bu bile komutanlık santraline veya komutanlığın bir resmi telefonu olabilir. Ama ben görüşmedim. Ben Tuncay Özkan’la ifademde belirttiğim tarzda görüştüm onun dışında hiçbir görüşmem yoktur.”
Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:”Yine sabahleyin belirttiğim 3124182115 İsmail Yıldız’ın rehberinde İst.D olarak kaydedilmiş Mustafa Abbas Yurtkuran’ın da Tuğgeneral paşa Levent Ersöz olarak kayıtlı olan numarayla Tuncay Özkan’a ait olan 532 236 76 71 nolu telefonla 11 Aralık 2003 saat 12:20’de 81 saniye, 19 Aralık 2003 10:32 75 saniye, 24 Aralık 2003.”
Sanık Levent Ersöz:”Yok hayır.”
Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:”09:33’de 33 saniye, 5 Nisan 2004’te 67 saniye, 12 Nisan 2004, 12:56’da 26 saniye, 12 Nisan 2004 13:26’da 96 saniye, 21.04.2004, 10:09’da 39 saniye, 17 Mayıs 2004 15:25’te 71 saniye, 21 Mayıs 2004 13:51’de 41 saniye, 28 Mayıs 2004 09:55’te 36 saniye, 2 Haziran 2004 16:43’te 62 saniye, 3 Haziran 2004 13:58’de 52 saniye, 16 Haziran 2004 13:29’da 40 saniye, 17 Haziran 2004’te 15:32’de 86 saniye, 30 Haziran 2004 15:41’de 71, 70 saniye olmak üzere 15 adet görüşme var bunlardan 17 Haziran 2004 ile 12 Nisan 2004 tarihindeki aramalar Ahmet Tuncay Özkan tarafından yapılmış diğer aramalar bu 312’li numaradan Ahmet Tuncay Özkan’a yapılmış. Bu görüşmelerden haberiniz var mıdır siz mi yaptınız açıklar mısınız?”
Sanık Levent Ersöz:”Hayır ben yapmadım siz bana bu soruyu yöneltirken bir başka şahısta çıkan bir numaradan hareketle bu numaranın.”
Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:”Evet”
Sanık Levent Ersöz:”Bana ait olduğunu ifade ediyorsunuz. Bu numaranın öncelikle bana ait olup olmadığını lütfen açıklayın. Yani Levent Ersöz adına kayıtlı mıdır? Veya Jandarma Genel Komutanlığı adına mı kayıtlıdır veya Ahmet, Mehmet adına mı kayıtlıdır? Ben böyle bir görüşme yapmadım Tuncay Özkan’la sadece karşılaştığım yeri söyledim o ayaküstü sohbetin dışında Tuncay Özkan’ı ne tanırım ne de görüşmüşlüğüm vardır. Ve bunu da Jandarma Genel Komutanlığından lütfen sorunuz Tuncay Özkan’ın Jandarma Genel Komutanlığı ile girişi, kaydı herhangi bir şeyi var mı sorunuz kayıtlarında vardır. Çünkü istihbarat başkanı olarak ben aynı zamanda karargahın istihbarata karşı koyma faaliyetleri tüm teşkilat çapında bu faaliyetlerden de sorumlu olan bir birimin başkanıyım. Ve bütün nizamiyelerin giriş çıkış kayıtlarını da doğru tutturulmasından sorumlu olan bir insanım. Ve onlarda bana karargahın emniyet subayı tarafından her 15 günde bir getirilir bende bakarım kimler gelmiş kimler gitmiş çünkü emirler vardır karargaha girmemesi gereken kişiler vardır veya iç takibi maksadıyla Genelkurmay Başkanlığının yasakladığı kişiler vardır. Bu anlamda kişiler giriyor mu girmiyor mu? Bunun sorumluluğu denetleme sorumluluğu öncelikle emniyet subayı arkasından bana aittir. Ben görevimi eksiksiz yerine getirdim onun için çok açık ve net söylüyorum. Diyorum ki Tuncay Özkan’ın Jandarma Genel Komutanlığı karargahını girişine ilişkin bir kayıt var mıdır? Olmadığı gibi bu telefon görüşmesi de kesinlikle bana ait değildir ve ben görüşmedim.”
Mahkeme Başkanı :”Savcı bey bu telefon numaralarının kaydı var mı? İsim var mı kimin adına olduğu?”
Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:”Jandarma Genel Komutanlığı ait telefon.”
Mahkeme Başkanı :”Komutanlığa ait telefon.”
Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:”O dönem itibariyle kendisinin kullandığı yönünde rehberlerde kayıtlar var o şekilde:”
Sanık Levent Ersöz:”Rehberlerde kayıt hangi rehber?”( CELSE NO:72 Sayfa:40-41)

Bir başka alıntı da sanık ve gizli tanık olan Jandarma elemanı Yüksel Dilsiz’in mahkemede sizin “Tuncay Özkan’la görüşmüş mü Levent Ersöz” sorunuz üzerine söylediklerinden yapıyorum:
“Sayın Başkanım, o zamana kadar, bakın samimiyetimle söylüyorum Tuncay Özkan’ın adını hiç duymadım ben. Yani genel komutanlıkta Tuncay Özkan’ın adını duymadım.”  (13.03.2012 Celse 166 sayfa 9)
Ancak ısrarlı sorular üzerine bu konuda bir duyumu olduğunu 13.03.2012 günü celse 166 sayfa 15-16’da Levent Ersöz’ün emir eri Murat Kaya’nın benimle Levent Ersöz’ün  görüştüğünü ifadesinde dile getirdiğini anlattı. Ancak sayfa 27’de 166. Celsede benim Murat Kaya’nın 145. Klasörde yer alan 144 dizi nolu dosyada bulunan ifadesini okumam üzerine siz sayın başkan, Dilsiz’e bu ifadeden haberi olup olmadığını sordunuz, o da “Sayın başkanım var, ben Tuncay Özkan’dan özür diliyorum, ben ifadesine baktım” dedi: şimdi size Levent Ersöz’ün emir erinin ifadesini de tekrar hatırlatıyorum. Emir Eri’de benim adımı vermiyor. 
Mehmet Emin Karamehmet ifadesinde her şeyi anlattı. Ancak 16 Aralık görüşmesinden kendisinin haberi yok. Ona böyle bir şey söylenmemiş. Benim dışımda üçüncü kişilerin benimle ilgili görüşleri ortada. Ama Karamehmet ne dedi: “Tuncay Özkan bana hiç beni geri alın demedi. Ceketini aldı çıktı. Benimle hiç temas kurmadı. Okuyun sorgusunu. Bu mütalaa gerçeği karartıyor.
16 Aralık 2003 ile ilgili olarak savcılık mütalaada 931. sayfada sanık Hasan Atilla Uğur mahkeme sorgusunda: diyerek şöyle yazıyor; “Mustafa Balbay ile ilgili gizli görüşme kayıtlarını ellerinde bir tape olsun diye bulundurduklarını; Tuncay Özkan, Nuray Başaran, Bedrettin Dalan ile yapılan görüşmelerin CD çözümlerini de bu aktardığı gerekçe sebebi ile kaydedildiğini” beyan etmiştir demektedir. Bunlar doğru değildir. Kastedilen bu mahkemede yapılan sorgu ise yazılanlar gerçeğin tahrifidir. Tutanaklar ortadadır. Bunların tam tersi söz konusudur. Kastedilen tutukluluk kararını veren mahkemeyse o da gerçek dışıdır. Bu konuda Hasan Atilla Uğur mahkemede detaylı bilgi vermiştir. Savcılığın bunlara tenezzül etmesi anlaşılamaz bir durumdur. Akıl tutulmasıdır.
Savcılık sanık çürütmekte ama delil çürütmeyi kabul etmemektedir.
Bu mütalaa çürüyen delil mezarlığı olmasına karşın hala o öğreti edası ile karşımızda durmaktadır. Delilin çürüdüğü siyasi dava yoktur. Olamaz. Burada da mütalaa bunun kanıtıdır.
Lime limedir.
Acınacak haldedir. Düşman ceza hukukunun bana uygulandığının en aleni belgesidir. Gerçek şudur. Beni düşman bilip suç ve sahte delil üretiyorlar mütalaada. Bu apaçık gözüküyor.
Hasan Atilla Uğur

-    Ayrıca gecenin saat ikisinde sorgu hakimine verdiğim ifadede Tuncay Özkan ile de görüştüğüm şeklindeki beyan yanlış yazılmıştır. Ben gecenin ikisinde o kağıdın üzerinde ne yazdığını görmedim büyük ihtimalle savcılarımızın hakim beyin önüne gönderdikleri listede bir sürü insanın ismi vardı mutlaka onlar zapta geçmiştir diye düşünüyorum. Tekrar söylüyorum ceza evine girene kadar Tuncay Özkan beyi tanımıyordum tanımadım. Onunla bir görüşme yapmadım. Şunu hemen belirteyim Mustafa Balbay ile görüşmüşüz, Nuray Başaran ile görüşmüşüz, Tuncay Özkan’la da bir görüşme yaptıysam bunu burada hayır yapmadım diyecek herhangi bir şey yoktur.( CELSE NO:14 Sayfa:35)

-    Sanık Hasan Atilla Uğur : “ Sayın başkan ifadenin büyük bir kısmı doğru daha öncede arz ettim savunmamda da arz ettim. Tuncay Özkan, Tuncay Özkan ile bir görüşmem yoktur. Tuncay Özkan konusu sehven yazıldığını düşünüyorum. Yada ben o sırada gece saat 2 olduğu için bazı isimler söylendiği için onu atlamış olabilirim onu düzeltmek istiyorum. Tuncay Özkan ile hiçbir görüşmem yoktur. Onun dışında sorgu zaptında okuduğunuz konular doğrudur o şekilde ifade verdim ben. (CELSE NO:14 Sayfa:47)

-    Mahkeme Başkanı:” Öncelikle o tarihini belirttiği görüşmenin olup olmadığını soruyor size ordan başlayın.

Sanık Hasan Atilla Uğur :” Sayın başkan benim malumunuz dün de savunmamda da ifade etmiştim. Ne emniyette ne de savcılıkta ifade vermedim. Sayın savcıya böyle bir şey söylemem mümkün değildir. ancak sorgu sırasında dün ifade ettiğim gibi bir çok kişiyle görüşmem arasında Tuncay Özkan’da sehven yazılmıştır diye düzeltmiştim. Tuncay Özkan’I cezaevine girene kadar hiç görmedim. Cezaevine girdiğimiz zaman Tekirdağ cezaevinden ben Silivri’ye nakledildiğim zaman kendisi de bu konuda bana serzenişte bulunmuş hatta aramızda bu konuda da bir tartışma çıkmıştır. Cezaevi koridorunda, böyle böyle demişsiniz. Ben seni tanımıyorum dedi, ben de seni tanımıyorum dedim. Yani Tuncay Özkan’la 16 aralık 2003 tarihinde yapıldığı benimle birlikte yapıldığı iddia edilen görüşme doğru değildir. böyle bir şey yoktur.( CELSE NO:15 Sayfa:3)


Şimdi bunca olgudan sonra savcılık nasıl oluyor da 16 Aralık 2003 görüşmesi vardır diyor?
Şüpheden ben mi savcılık mı yararlanacak?
Bu mütalaadan sonra savcılık yararlansın. Bu davada onların yerinde olmayı istemem. Ama sanık olmaktan da büyük üzüntü ve acı duymaktayım. Hukuka olan inancımı yitirdim.
Savcılık 16 Aralık 2003 görüşmesinin içeriğinde yer alan bilgilerin daha önceki röportajlarım ve bazı özel konuşmalarımın işlenmesi ile oluşturulduğu yönündeki savunmama kısmen katılarak, sunduğum delillerin kısmen örtüştüğüne ama birebir örtüşmediğine karar vermiş mütalaada. Şamil Tayyar’a ait benimle ilgili röportajları, Nuriye Akman röportajını ve Aksiyon röportajını tekrar size sunuyorum. Şamil Tayyar’ın röportajlarını okuyunca yırtık kot pantolondan diğerlerine birebir örtüştüğünü göreceksiniz.
Ayrıca metinde deniyor ki,  “AKP milletvekili Erkan Mumcu’nun istifasını Tuncay Özkan sağlamıştır.” Olayın siyasi gelişimi, Erkan Mumcu’nun, Tayyip Erdoğan’ın karşılıklı açıklamaları, savcılığı yalanlıyor ama ben bunları bir kenara koyup, metnin o bölümünden bahsedeceğim kısaca. Orada 16 Aralık 2003’den 8 ay önce Erkan Mumcu ile görüştüğüm ve istifa etmesini istediğim savlanıyor. Yani 2003 şubatında Mumcu ile görüşüyorum ama o, 2005 yılının 15 Şubat’ında istifa edip, daha önce istifa ederek AKP’ye katıldığı ANAP’a Genel Başkan olarak dönmüştür. Bu suçlama ancak komiktir. Hayatın olağan akışına uygun olup olmadığını söz konusu bile etmeyeceğim. İddianamede bu metinden yola çıkarak AKP’den 40 milletvekilini istifa ettirdiğim de söylenmektedir. Talebim üzerine TBMM’den istifalar, tarihleri ve partileri geldi. TBMM gene savcıları yalancı çıkardı. Dosyadan aldığım kayıtları sunuyorum  2002-2009 yılları arasında AKP’den Erkan Mumcu dahil Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçildiği için milletvekilliği düşmüştür, toplam 20 milletvekilinden 1 kişi 2003’te, 2 kişi 2004’te, 13 kişi 2005’te, 4 kişi 2007’de, 1 kişi de 2008 tarihinde istifa etmiştir. Erkan Mumcu’nun istifa gerekçesi yazılıdır. Benim Erkan Mumcu gibi bir siyaset adamını, milletvekilini, bakanı, bir genel başkanı istifa ettirdiğim akıl dışıdır.
Ancak TBMM 40 istifanın iktidarda değil, ana muhalefet partisi CHP’de olduğunu belgelemiştir. AKP’den istifa edenler CHP’ye geçmemiştir ama CHP’den istifa edenlerden AKP’ye geçenler vardır. CHP’den istifa eden 40 kişinin yıllara göre dağılımı şöyle; 2 kişi 2003, 4 kişi 2004, 16 kişi 2005, 18 kişi 2007 ve 1 kişi 2009 yılında ayrılmıştır. Şimdi bu veriler üzerinden savcılık Tuncay Özkan ana muhalefet partisinden 40 milletvekilini istifa ettirdi, bunların bir kısmını AKP’ye geçirdi. AKP’yi dağıtamadı, CHP’yi dağıtıp, AKP’yi ele geçirmeye çalıştı derse inanın şaşırmam. Ama atasözümüzü hatırlatırım: “Zırva tevil götürmez”.
 
314/1 (Örgüt Yöneticiliği) Suçlamasına Karşı Diyeceklerim;
CMK m.225: (1) Hüküm; ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve fail hakkında verilir.
(2) Mahkeme fiilin nitelendirilmesinde iddia ve savunma ile bağlı değildir.
CMK m.226: Sanık, suçun hukuki niteliğinin değişmesinden önce haber verilip de savunmasını yapabilecek bir halde bulundurulmadıkça, iddianamede kanuni unsurları gösterilen suçun değindiği kanun hükmünden başkası ile cezalandırılamaz.
Bana iddianamede istenen suçun hukuki niteliği mütalaada değiştirilmiş ancak tarafıma ek süre verilmemiştir. Bu da kanuna aykırı bir uygulamadır.
İddianamede 314/2 yani örgüt üyeliği ile suçlanırken, beş senedir tutuklu olan ben mütalaada bu sefer 314/1 yani örgüt yöneticisi olmak ile suçlanıyorum. Öncelikle suçlandığım kanun maddesini ele alalım ne diyor madde:
Silâhlı örgüt
TCK m.314/1: Bu kısmın (4. Kısım: Millete ve Devlete Karşı Suçlar) dördüncü ve beşinci bölümlerinde (4. Bölüm: Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar, 5. Bölüm: Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar) yer alan suçları işlemek amacıyla, silâhlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Ben ne zaman, nasıl, kim tarafından örgüte alındım? Ya da kurdum?
2008’de tutuklandığımda 41 yaşındaydım, ne zaman üye ve sonra yönetici oldum?

En Genç Yönetici sorunum var.
Meslek hayatım boyunca Türkiye’de
En genç Genel Yayın Yönetmeni oldum (Kanal D)
En genç Medya Grup Başkanı oldum (Çukurova Grubu- Show Tv, Sky Turk, Akşam Gazetesi)
Ve şimdi savcılar bana Ergenekon’un en genç Terör Örgütü Yönetici diyor. Komik.

Mütalaaya Göre Kimleri Yönettim?
Örneğin buradaki sanıklardan İlker BAŞBUĞ, Hurşit TOLON, Doğu PERİNÇEK, Yalçın KÜÇÜK…
Peki ben kime, nasıl, hangi talimatları vermişim? Bu mümkün mü?
Üyelikten yargılanırken şahsım hakkında, hangi ara ek iddianame yazıldı da yöneticilikle suçlanmaya başladım? Gizli tanıklıktan sonra gizli iddianame de mi çıktı? Üyelikten yöneticiliğe hangi delillerle terfi ettirildim? Biraz daha tutuklu kalsam kim bilir ne olacağım? Savcılar bize açıklayabilir mi bu örgütte nasıl yükseliniyor? Bu nerede yazıyor? Deliller ne?
Ne örgütü, ne üyeliği, ne yöneticiliği. Yüzünüz kızarmıyor mu?
İddianameden sonra dosyaya aleyhime hiç belge bilgi gelmedi aksine iddialara karşı cevaplarımı destekler nitelikte bir çok belge dosyaya girdi. Peki savcılar beni nasıl terfi ettirdi? Bu sorunun yanıtı nerede? Delil nerede? Hangi sayfada?
Olmayan örgütte rütbe dağıtmak da kolay olsa gerek, savcıların aslı yok örgütlerin de boş makamları çok. Seçip, seçip beğeniyorlar. 2008’de üye diye tutukladılar, şimdi yönetici diye ağırlaştırılmış ömür boyu hapsimi istiyorlar, olacak şey mi?
Peki ek iddianame ile bu konudaki delillerini açıkladılar mı? Hayır. Peki üyelik suçlaması ile ilgili delil var mı? Hayır? Sorulunca “Sanık, suçunu en iyi kendisi biliyor, anlatsın” diye yanıt veriyordu Mehmet Ali Pekgüzel. Şimdi ne diyecek?
Aslında ben belki de haksızlık ediyorum, savcılar beni üyelikten yöneticiliğe terfi ettirmişler, bir de beğenmeyip itiraz ediyorum değil mi?
Pekâlâ itiraz etmiyorum. Bana sözde Ergenekon üyesi deyip delillerini söyleyemeyenleri, yönetici yapıp hukuku katledenleri, ben yaptım olacak mantığını, ek savunma, ek iddianame ve diğer usul ve esas hukuk kurallarını umursamadan çiğneyenleri; ispat, delil, hak hukuk tanımayanlara yazıklar olsun diyorum. Müfteri ilan ediyorum.
Örgüt yöneticiliği suçlamasını yazdık ama, bu maddeden ceza istemiyorum diyenler, beni değil kendilerini kurtarma arayışına düşmüşlerdir. Bu iddialar yalandır. Ergenekon terör örgütü yoktur. Varsa ve onun üyesi olan, yöneticisi olan her kimse, nerede yaşıyorsa, saklanıyorsa alçaktır, namerttir.
Ancak insanlara böyle bir iftira atmak da aynı düzeyde müfteriliktir.
Ben böyle bir örgütü bilmiyorum.
Savcılık bundan ceza istemiyorum diyerek soyut, dekoratif, kakafonik, makyajlı laflarla, kes yapıştırlarla örgüt yaratmaya çalışmış ancak başaramamıştır, yaratamamıştır.
Mütalaanın 1691. sayfasında şöyle deniyor:
“Dosyaya getirilen TİB ve GSM şirketleri kayıtlarına göre sanık Ahmet Tuncay Özkan’ın kullanımında olan telefon hatları ile”. Burada dikkatinize “telefon hatları” kelimesini sunmak istiyorum. Ben cep telefonu kullandığım günden bu yana bir tek numaraya sahip oldum. İkinci bir hat kullanmadım.  Bu, dosyaya giren yazışmalarla da sabittir. Savcılıktan telefon hatları diyerek kastettiği diğer numaralarımın neler olduğunu acilen açıklamasını istiyorum. Ben diyorum ki bu gerçek değildir. İspatlayamayan müfteridir. Bekliyorum…
Benim başka hattım yoktur. Ancak savcılık Kanaltürk santralinin yüz seksen hattını da benim gibi değerlendirmiş ve örgüt mensubiyetime daha çok bağlantı katma yoluna gitmiştir. Böyle yapınca ne olmuştur? Mütalaanın 1691.sayfasında benim örgüt irtibatlarım olarak şu sanıklarla telefonda konuştuğum söylenmiştir:
“Tanju Güvendiren, Adnan Bulut, Adil Serdar Saçan, Emin Şirin, Münir Kemal Yavuz, Mesut Özcan, Hüseyin Nazlıkul, Halis Yavuz Işıklar, Sinan Aydın Aygün, Mustafa Ali Balbay, Gürbüz Çapan, Merdan Yanardağ, Mehmet Şener Eruygur, Muhittin Erdal Şenel, Mehmet Adnan Akfırat, Evrim Baykara, Selim Utku Gümrükçü, Erol Mütercimler, Turhan Çömez, Adnan Türkkan, Tunç Akkoç, Erol Manisa, Hüseyin Vural Vural, Ahmet Hurşit Tolon, Murat Ağırel, İlker Güven, Fatma Sibel Yüksek, Serhan Bolluk, Ünal İnanç, Turhan Özlü, Güler Kömürcü, Mustafa Özbek, Mehmet Zekeriya Öztürk, Doğu Perinçek, Ferit İlsever, Oktay Yıldırım, İlhan Selçuk, Habip Ümit Sayın, İbrahim Benli, Levent Ersöz, Bedrettin Dalan, İşçi Partisi İstanbul İl Örgütü (Doğu Perinçek, Aydın Girgin, Yusuf Beşirik), İşçi Partisi Genel Merkezi (Yusuf Tunçer)”
Şimdi örgüt ilişkilerim olarak bu telefon konuşmalarıma bakalım:
Tanju Güvendiren’i emekli olduktan sonra DYP Balıkesir Milletvekili adayı olduğundan Skyturk’te Tansu Çiller ile seçim özel programına geldiğinde tanıdım, çok sevdim. Ağabey kardeş ilişkim var. Savunmasında her şeyi geniş geniş anlattı. Aynen katılıyorum. Suç ne? Örgüt ilişkisinin delili ne? Ayrıca avukatımız Serkan Günel savcıların bir mantık hatasını daha çok güzel ortaya koydu Tanju Güvendiren beni emir ve talimatlarla yönetmekle suçlanıyor ama o üye ben yönetici olabilir mi böyle bir şey, bu nasıl iştir?
Adnan Bulut, 1996 yılından bu yana benimle gazeteci olarak beraber olan bir kardeşim. Kanal D’de, Çukurova Medya’da, Kanaltürk’te hep yönetici gazeteci olarak görev yaptı. Bütün medya tanıktır. Suç ne?
Adil Serdar Saçan ile ben gazeteci o polis müdürü iken tanıştım sonra avukatım oldu, dost olduk.
Emin Şirin ile Çukurova grubunda tanıştım. Orada görevli idi, sonra bu davadan alınıp bırakıldı. Geçmiş olsun dedim. Suç bu mu?
Münir Kemal Yavuz’u emekli iken tanıdım. Programlarıma askeri konularda konuk olarak katıldı. Aydın, bilgili, demokrat bir insan olarak tanıyorum.
Mesut Özcan doktorumdur, beni ameliyat etti.
Prof.Dr.Hüseyin Nazlıkul uluslararası bir başarı öyküsü olan doktorum ve dostumdur.
Halis Yavuz Işıklar’ı tanımıyorum. Kanaltürk’ü film satmak için aramış, işi buymuş. Burada tanıdım.
Sinan Aydın Aygün gazeteci-oda yöneticisi ilişkisi çerçevesinde yıllardır tanıyorum.
Mustafa Ali Balbay, Cumhuriyette sekiz yıl beraber çalıştık. Ancak sadece altı konuşmam var. Süreleri toplam altı dakika değildir. Ancak bu savcıların bizi Ergenekoncu yapmasına yetti. Balbay ile tutuklanmadan önce küs olduğumuzu daha önce anlatmıştım ama dün ayrıydık bugün çok iyi dost olduk sevgili Balbay’la.
Gürbüz Çapan ile birbirimizi sevmez ve konuşmayız, Radyosunu satıyordu satın alma görüşmeleri çerçevesinde telefonda dört kez konuştum, hepsi bu.
Merdan Yanardağ’ı yıllardır tanıyorum, gazeteci dostumdur, Kanaltürk’te de beraber çalıştık.
Mehmet Şener Eruygur, Jandarma Genel Komutanı iken nezaket ziyaretinde tanıdım. Sonra ADD başkanlığından ayrılması için görüştüm. Hiç cep telefonu ile görüşmedim. Üç veya Dört kez İlker Güven’in aracılığı ile konuştum. İlker Güveni de zaten bu sırada tanıdım.
Muhittin Erdal Şenel, kendisiyle hiç telefon görüşmem olmadı. 2008 yılında, tape kayıtları da dosyada olan, Hurşit Tolon’un bir akşam yemeği davetinde tanıştım, hepsi bu.
Adnan Akfırat ile yıllardır gazeteci olarak tanışırız.
Evrim Baykara ve Selim Utku Gümrükçü dostlarımla beraber parti kurma çalışmaları yaptık.
Erol Mütercimleri yıllardır tanırım, konuşurum, beraber panellere katılırız. Ancak Evrim Baykara ile tanışmıyorlar, bir panel sonrası telefonumu otelde unutmuştum. Havaalanında Erol Mütercimlerin telefonunda Evrim’i arayıp telefonumu almasını ve bana yollamasını rica ettim. Olay budur.
Turhan Çömez ile hayatımda bir kez konuştum, çünkü canlı yayına geç kaldı, stüdyodan cep telefonumla arayıp gelip gelmeyeceğini sordum. İlk ve son görüşmemiz bu kadar.
Adnan Türkkan ile bir kez görüştüm TGB başkanıydı o zaman, Kanal’a kalabalık bir grup ile gelmişti. Savunmamda detaylı anlattım. Ama hiç telefonda görüşmedim.
Tunç Akkoç’u tanımıyorum. Burada sordum Kanaltürk’de bir arkadaşı varmış onu arıyormuş. Erol Manisa’yı biliyorum ama tanımıyorum. Atilla İlhan’ı KanalTürk’te ziyarete gelirdi. Hiç telefon görüşmemiz yoktur.
Hüseyin Vural Vural’ı burada tanıdım. Ama beni bir panele çağırmak için aramış, ulaşamamış. Hiç konuşmadık.
Ahmet Hurşit Tolon’u tanıyorum. Zaman zaman konuştuk, tapelerimiz dosyada mevcut. Suç neresinde? Örgüt ilişkisi nerede? Miting düzenliyor duyurusu için yardım istiyor. Haber yapın diyor. Başka ne var?
Murat Ağırel birlikte parti kurma çalışması yaptığım arkadaşım.
Fatma Sibel Yüksek, benden iş istedi, olmadı. Kendisiyle bir veya iki kez bunu konuştum.
Serhan Bolluk ile burada tanıştım. Dışarıda üç veya dört kez telefonda konuştum. Aydınlık dergisinde iki tekzip metnimin yayınlanması için. Birinde Amerika’nın adamı diğerinde MİT’in adamı diye yazı çıkmıştı hakkımda. Tekzip ettim, metni savunmamda sundum.
Ünal İnanç Ankara’da mesleğe yeni başladığımdan bu yana tanıdığım bir gazeteci ağabeyim. Zaman zaman arar ve hatır sorar, bu kadar.O da üç dört konuşmayı geçmemiştir.
Turhan Özlü, kendisini burada tanıdım. Hiç görüşmem olmamıştır öncesinde. Ben hiç Ulusalkanal’da yayına çıkmadım, gitmedim.
Güler Kömürcü ile Akşam Gazetesi’nde beraber çalıştım.
Mustafa Özbek ile bir kez telefonda konuştum. Bir kez mecliste karşılaştım. Tanımıyorum. Burada tanıdım.
Mehmet Zekeriya Öztürk’ü burada tanıdım. Ne telefonla konuştum ne de karşılaştım.
Doğu Perinçek’i Doğu Ağabeyi gazeteci, siyasetçi ve onun deyimiyle yerden yani hemşeri olarak yıllardır tanırım. Programlarıma üç kez konuk oldu. İki kez Kanal D’de bir kez SkyTurk’te. Kemaliyeli’ler gecesinde hep karşılaştık. O bizim ağabeyimizdir. Ancak hiç telefon görüşmemiz olmadı. Hatırlamıyorum.
Ferid İlsever’i gazeteci olarak tanıyorum. Zaman zaman konuştuk, birkaç kez de görüştük.
Oktay Yıldırım ile bir kez konuştum. Bir programda adı geçti reklam arasında aradı ve onun adı ile okunan metnin ona ait olmadığını söyledi, bunun düzeltilmesini istedi. Ben de düzelttim. Bir konuşma hepsi bu. Kendisini burada tanıdım.
İlhan Selçuk’u 1982 yılından beri tanırım, Cumhuriyet’te çalışmam nedeniyle tanıdım. Allah rahmet eylesin. Görüşür, konuşurduk. Gazeteci, fikir adamı ve yönetici olarak pek çok etkilendiğim birisiydi.
Ümit Sayın beni taciz edercesine rahatsız eden birisiydi. Sevil Atasoy ile ziyaretime geldi. Rektörünü şikayet etti. Üç dakikalık bir görüşme. Sonrasında her aradığında yok dedirttim. Savunmamda anlattım.
İbrahim Benli ile hiç görüşmedim. Konuşmadım. Tanımıyorum.
Levent Ersöz ile hiç telefon görüşmemiz olmadı. Savunmamda anlattım resmi birkaç resepsiyon dışında hiç görmedim.
Bedrettin Dalan’ı siyasetçi -  gazeteci olarak yıllardır tanırım. Zaman zaman dost ve arkadaşlarımın burslu okuması veya eğitim şartları konusunda kendisini ziyaret ettim.
İşçi Partisi İstanbul İl Başkanlığı’nı bilmiyorum. Aydın Gergin’i, Yusuf  Beşirik’i tanımıyorum, konuşmadım.
İşçi Partisi Genel Merkezi ile hiç konuştuğumu hatırlamıyorum. Yusuf Tuncer’i tanımıyorum.
Muzaffer Tekin ile hiç konuşmadık. Tanımıyordum, telefonunu bilmiyordum. İstanbul’da miting meydanında kürsüye konuşma yapmak için ilerlerken kendisini tanıttı. El sıkışırken fotoğraflarımız çekildi, yayınlandı. Savunmasında Sayın Tekin de ben de anlattık. Kendisini burada tanıdım.
Kemal Alemdaroğlu ile rektör seçilmesi ve beni araması üzerine bir kez konuştuk. Randevu aldılar, geldiler üniversiteyi anlattılar. Bu vesileyle tanıştık. Sonra konuşma ve bir araya gelme fırsatım olmadı.
İşte benim sözde örgütüm. Sözde üyeliğim ve yöneticiliğim. Siz yanılmayın diye ben bu davanın tanık, sanık, gizli tanık herkesin benimle ilgili sözlerini derledim. İşte hepsi burada. Beni bununla mı suçluyorsunuz? Yapamazsınız. Zaman olmadığı için okumuyorum. Ama okuyun ve vicdanınıza, aklınıza sorun: neden bu zulme ortaksınız?
Tekrar soruyorum. Suç nerede? Delil ne? Telefon santralı örgütü!
Ben de bu örgütün dışarıda üyesi içeride en genç yöneticisi yapılan kişiyim.
Yazıklar olsun
Yazıklar olsun.
Yazıklar olsun.
Bu hukuka hakarettir.
Mütalaayı reddediyorum. Üçüncü kişilerin düşünce ve kanaatleri benim aleyhime delil yapılmaya çalışılıyor. Bunları reddediyorum. Benim bunlara müdahil olmam, kabul ya da reddetmem mümkün müdür?
Siyaset ve sivil toplum kuruluşları ile ilgili faaliyetlerim “legal” diye nitelenip nasıl oluyor da suç uyduruluyor anlayamadım.
Kişisel borç istemem örgüt suçu sayılıyor. Bunun anlaşılması mümkün müdür?
Siyasi parti kurmam, arkadaşlarımla bunun için çalışmam, haklarımı kullanmam anayasa ve yasalara uygun davranmam nasıl suç sayılır? Bunlarla ilgili telefon konuşmaları nasıl bir suçtur? Parti kurulmuş, içişleri bakanlığı kabul etmiş, Yargıtay adına dosya açmış. Suç nedir?
Gazeteci olarak haber toplamam, not almam suç sayılıyor. Ticari faaliyetler, kanal satın almak suç. Neye göre, niçin, nasıl?
Halkalı’da yüzlerce gazetecinin eşyasının konulduğu depo neden, nasıl benim yapıldı? Orada çıkan her şey nasıl oluyor da benim oluyor? Delil ne? Oysa karalayan belli, sahip belli ifadeler dosyada, Hüseyin Mızrak anlatıyor, depocular anlatıyor.
Savcılara göre muhalif gazeteci olmak suç. Soruyorum: Hükümet lehine program yapmak mı görevim? Savcılara ne? Hakaret varsa; suç varsa savcılar var, ilgili şahıslar var, RTÜK var, gereğini yapar.
Bu nasıl bir suçlama, hükümet yalakası mı olmalıydım? Bundan savcılara ne? Gazetecilik değerlendirmelerimi ve mesleğime yaptıkları tüm hakaretleri reddediyorum. Yazanları ayıplıyorum, kınıyorum. Bunların mütalaada işi ne? Hukuk bu mu?
Benimle ilgili hiçbir aidiyeti olmayan CD’ler, pek çok gazetecide çıktığı da belirtilerek nasıl bana yazılıyor? Delil ne? Bende çıktığına dair kanıt ne? Evimde mi bulundu? Hangi bilgisayarımda bunların izi var ya da kendisi var? Yok. Üstelik CMK 134.maddeye aykırı arama, el koyma ve inceleme nedeniyle hepsi yasadışı delil.
Belge denilen şeylerin altında yazarının adı var ama ona sorulmuyor, bana senin deniyor. Artık bu kadarına pes diyorum. Gazeteci her kaynaktan belge alır. Ben benim olan belgelere benim derim. Onlar benim arşivim. Susurluk raporunda olduğu gibi, Yeşil’in kimliklerinde olduğu gibi. Ama Ergenekon belgeleri bana ait değildir. Aidiyet ilişkim yoktur. Bende bulunmamıştır. Bilgisayarlarımda ne kendileri ne de izleri yoktur. Kimliği belli olmayan ihbarlar, bana delil diye sunuluyor. Onlar olsa olsa iftiradır.
Hangi fiilimin TCK 312. md kapsamında maddi unsur ve icra hareketi olduğunu neden yazamadınız? Çünkü yok da ondan.
31. sayfada yazılanların darbe planıyla ilgisi ne, bağ ne?
Yazdım oldu ile olur mu? Benim hakkımda hukuk açısından yazılabilecek tek şey beraat isteğidir. Gerisi politik kara çalmadır.
OYAK’tan reklam istemişim, onlar da “Vermeyiz” demiş. Hani bu televizyon darbe için kurulmuştur. Ne oldu? Reklam istedim, reddettiler. Hangi gazete, TV OYAK’tan reklam istemiyor? Fark, onlar alıyor, ben alamıyorum.
32. sayfadaki suçlamalar, benim lehime delildir. Savcılar ne yazdığının farkında mı?
Gazetecinin, kiminle konuşacağına savcılar mı karar verecek? Burada suç ne? Darbe mi konuşulmuş? Suç ne? Musluk suyundan karakter tahlili yorumlarıyla, karine ile suç yaratılmaz.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler